Cumhuriyetin en önemli seçimine az kaldı. Yüz yıl büyük bir zaman aralığı… Bu sürede Cumhuriyet olgunlaşmış, belli bir seviye kazanmış olabilirdi. Elbette tam tersi de olabilir, çürüyebilirdi. İkincisi gerçekleşti. İdeolojisiyle, kurumlarıyla, siyasal yapısıyla çürüdü. Bunun en iyi kanıtı, devletin deprem felaketinin altında kalmasıdır. Devlet hala deprem bölgelerine ulaşamamıştır. Bütün derdi yalan propagandayla açıklarını görünmez hale getirmektir. Bir diğer kanıt seçim sürecinde yaşanan siyasal propagandanın niteliğidir. Yüz yılın biriktirdiği sorunlar için çözümler duymuyoruz; tam tersine inanılmaz yalan propaganda ortalığı kapladı.
Elbette “gerçek ötesi” propagandayı bunun ustası Cumhur İttifakı yapıyor. Millet İttifakı belli ölçüde bir seviye tutturmaya çalışıyor. Bütün olanları sıralamak yersiz olur. İki tanesine değinmek yeterli. Bakan Soylu bir konuşmasında “seçimlerin darbe hazırlığı” olduğunu açıkladı. İnanması zor olsa da bu söylendi ve başka AKP’li aktörler de benzer sözlerle aynı şeyi savundular. Saray ise daha da ileri giderek “onlar Kandil’den biz Allah’tan emir alıyoruz” dedi.
Seçimin son haftasına girilmişken bu kez “pis işler”den konuşulmaya başlandı. Yeni teknolojilerle “iletişim bakanlığı”nın başta Kılıçdaroğlu olmak üzere muhalefete söylemediklerini söyletmeye hazırlandığı iddia ediliyor.
Bilindiği gibi seçimlere gidilirken sürekli Saray’ın hangi taktikleri öne süreceği konuşulmuştur. Aslında bu taktikler hiç de çok zengin ve yaratıcı değildi. Savaşın ve “devletin bekası”nın öne çıkartıldığı gerilimden beslenen taktiklerdi. Özellikle 7 Haziran 2015 seçimlerinden beri işe yaradığı biliniyor. Bu taktiklerin ömrü Gare operasyonu sırasında doldu ve İstanbul seçimlerinin yenilenmesi sırasında etkisini büyük ölçüde yitirdi.
Seçim kararı alındığından beri Saray’ın şapkadan çıkartacağı tavşan bekleniyor. Bütün denemelere rağmen şapkanın boş olduğu ortaya çıktı. Son bir haftaya bir mucizenin sığması çok zor. Geriye her gün izlenen büyük yalanlardan ibaret taktikler kaldı. Cumhur İttifakı bugüne kadar söylediklerini bıktırıcı bir şekilde ve en uç noktalara vardırarak tekrarlayıp duruyor. Erdoğan bu kez muhalefeti ve özellikle Kılıçdaroğlu’nu istediği zemine çekemeyince kendi kontrolünü kaybediyor.
Bu kısa sürece yeni hangi taktiklerin sığacağının yanında en fazla tartışma kaybederse Erdoğan’ın gidip gitmeyeceği üzerine yapılıyor. Bunu tahmin etmek zor. Bizzat Erdoğan kendisi “bu millet size iktidarı vermez” demişti. İbrahim Kalın Alman Die Zeit gazetesine verdiği demeçte ise “seçim sonuçlarına saygılı olacağız” açıklamasını yaptı.
Bu tartışma muhalefetin içinde bulunduğu durumu yansıtıyor. “Nasıl olsa gitmez” düşüncesi bir tahminden öteye politik kararlılığın durumunu yansıtması açısından önemlidir. Bugüne kadar Saray bütün kurumları keyfileştirirken, işine gelmeyen kararlara uymayacağını yüksek sesle açıklarken, bu durum karşısında muhalefetin aktif bir tavrı olmadı. Hatta bu konuda başta Kılıçdaroğlu olmak üzere büyük hatalar yapıldı. Bu Saray’ı cesaretlendirirken muhalefetin gücünü ve moralini büyük ölçüde aşındırdı. Olaylar sonunda en kritik noktaya gelip dayandı. HDP’li vekillerin dokunulmazlığı ve buna benzer konularda CHP pasif kaldıkça o günlerin hataları sonuç olarak bugünün bilincini yarattı.
Ancak artık gidilecek yol, başka bir çıkış yok. Kazanılmış bir seçimi hangi nedenle olursa olsun pratikte kaybetmek cumhuriyetin ikinci yüz yılını da kaybetmek anlamına gelir. “Nasıl olsa gitmez” kararsızlığı kırılmadan ne iktidar alınabilir ne de iktidarda kalınabilir. Brezilya seçimlerinin üzerinden fazla geçmedi. Bolsanaro ekibinin seçimi kaybettikten sonra yaptıkları ortada. Lula en küçük kararsızlık gösterirse ardından nelerin geleceğini deneyimleyerek öğrendi.
Tüm muhalefetin parolası: “Kaybedince gidecek!” olmalıdır. Başka bir yol yok!