bazı anlar insanın zihnine kazınıyor; 1 mayıs 2009’da taksim meydanı’na girebilen ilk grubun arasındaydım. o alandaki ilk kutlama olan 1976’da, korkunç 1977’de, buruk 1978’de bulunduğumuz alana bir kere daha ayak basmak! sevincimizi, yol boyu yediğimiz gazdan şişmiş ama mutlulukla dolu dolu gözlerimizi, arka sokaklarda direnip alana giremeyen arkadaşlarımızda aklımızın kaldığını unutmuyorum. ertesi yıl yüz binlerce kişiyle o alandaydık. ta ki 2013 yılında, gezi’den hemen önce, bu sefer osmanbey’de, gazla dağıtılana kadar. alanın, bütün istiklâl caddesi’nin metal bariyerlerle kaplanması, polis tarafından işgal edilmesi ve daha önce kullanılandan daha güçlü biber gazının kullanılması 2014 ve sonraki yıllarda oldu.
taksim, istanbul’un en önemli meydanı, alan her gösteriyi ağırlayacak kadar büyük ve şehrin hafızasında 1 mayıs meydanı olarak kazınmıştır. emeğindir ve muhakkak ki geri alınacak.
ancak öncelikler konjonktüre göre belirlenir. türkiye tarihinin en büyük krizlerinden birinde, belki de en büyük krizinde, en azından bugün sağ olanların daha önce yaşamadığı kadar büyük bir krizde 1 mayıs konusundaki söz, istanbul gösterisinin hangi alanda yapılacağı üzerinde dönmemeli. sosyalistlerin, devrimcilerin işçi sınıfına ve genel olarak halka vaadi, yeni iktidarda taksim’de kutlanacak 1 mayıs ya da polis şiddetinden korkmamak olmamalı.
konunun en önemli kısmı değil ama şunu da hatırlamakta yarar var; istanbul türkiye’nin en büyük, en fazla nüfusu barındıran, en fazla sayıda emekçinin yaşadığı, ülkenin batısının kalbinin attığı kent. ama emeğin sendikal ve politik mücadelesi bu kentle sınırlı değil.
bu parantezi kapatıp devam edeyim. 1 mayıs üzerine söylenecekler, memlekette herkesin iyi kötü gözlemlediği durumun derli toplu bir tarifinden de ibaret olamaz. özellikle kurucu bir dönemin başlaması ihtimalinin belirdiği bu koşullarda, seçim arifesinde. emeğin sendikal ve siyasal temsilini üstlenenlerin, seçim sonrasına yön verecek talepleri yükseltmesi -en az bugünkü iktidardan kurtulma ümidini dile getirmesi kadar- önemli.
iktidara kim gelirse gelsin güvenceli bir iş ve insanca koşullarda çalışma ve yaşama talebi baki. çocuk işçiliğinin ortadan kalkmasından, emeklilerin insana layık koşullarda yaşamalarını sağlayacak ücretler almalarına, göçmen işçilerin insanlık dışı çalışma koşulları ve ücretlerinden, kadın emekçilerin eş değer işe eşit ücret almasına, lgbti+ emekçilerin uğradığı ayrımcılığa kadar onlarca konuda ortaya konulabilecek somut talepler var.
bir işçi yatağı alan antep’te aday olan sevda karaca’nın kampanyasını, sosyal medyaya yansıdığı kadarıyla takip ediyorum. onun haricinde, emekçi hayatını, emekçilerin yaşam koşullarını, toplumsal hayatını gündemleştiren başka bir siyasal figür vardır belki, ama ben görmedim. emeğin ve sınıfın taleplerinin siyasetin bakış alanının bu kadar dışında kalmasında emek örgütlerinin sergilediği “diyaloğa” açık tutumun payı yok mu? yükselen işçi direnişlerinin, konfederasyonların dışındaki sendikalar tarafından hatta zaman zaman sendikasız emekçilerce örgütlenmesinin üzerinde durmak gerekmez mi?
burada bir parantez daha açayım; ekolojik yıkıma karşı gelişen hareket, kapitalizme karşı mücadelenin çok önemli bir damarını teşkil ediyor ama emekçisiz antikapitalizm olmaz çünkü emekçilerin gücü hem kalabalık olmalarından hem çoğunlukla bir arada çalıştıkları için hayatın içinde örgütlü yaşamalarından hem de üretimi denetleyebilmelerinden geliyor. kapitalizme karşı kazanılacak zaferin, mücadelenin kilidi olmaları bu sebepten.
devam edeyim. mevcut iktidardan kurtulmanın öneminin ben de farkındayım tabii ama bu yangın yerinde, taleplerin, 1 mayıs için yapılan çağrıların odağını demokrasi kavramı çerçeveleyebilir mi? bizler sadece özgürlük mü istiyoruz, eşitlik ve refah gündemimiz değil mi?
nasıl ki özgürlüğün nasıl genişleyeceğine dair bugünden önerilerimiz varsa, refahın genişlemesi, yaygınlaşması için de önerilerimiz olması gerekmez mi?
sınıfın temsiline dair teori, mevcut durumuna dair tespit ve muhtemel kazanımlarına dair ajitasyon dışında söyleyecek sözümüz yok mu?
alana ilk ayak basılan 2009 1 mayıs’ını izleyen üç yılda taksim’i yüzbinlerce kişi doldururken, sonraki yıllarda bakırköy ve maltepe’ye gelenlerin sayısının bunun yüzde biri civarında olmasında bütün bunların etkisi yok mu?
bu yazıyı siz büyük bir ihtimalle 1 mayıs günü okuyacaksınız. alanlarda akp’yi, tek adam rejimini, diktatörü defetmeye yönelik haklı kararlılık ortaya konacak.
Bu iktidarın yerine kim gelirse gelsin, hürriyetin, en şanlı elbisesiyle, işçi tulumuyla dolaşmasını bekleyecek değiliz ama –teşbihte hata olmaz- o en şanlı elbisenin farkında olunması için, 1 mayıs en büyük vesile değil mi?
hangi alanda, hangi meydanda, nasıl olursa olsun!
*özge yurttaş’a katkıları için teşekkür ederim.