Allah’ın emri, peygamberin kavli adına sus!
Biliyorsun ki sen sustukça güzelleşecek burası. Bilmiyorsun!
Güzelliğin hatırına sus! Güzelliği bağırarak izleyemezsin. Güzellik bağırarak işlenmez. Güzellik karşısında susulur. Hürmet edilir. Reverans edilir, ama bağırılmaz. Rabbi’nin doksan dokuz adı hatırına sus! Sustukça göreceksin incelikleri. Bağırtın-da serçe kuşları ürküyor, görmüyor musun? Serçe kuşu hassastır, narindir, dünyanın sesle olan imtihanıdır; ölçüdür sesinin ayarına. Serçe kuşunu korkutma! Serçe kuşu korktuysa var gerisini sen düşün. Bir kuşu ürkütenin yatacak yeri yoktur. Kuşların küçücük kalbi adına büyük sus!
Yedi gün sussan dünya kendini yenilemeye başlar. Yenilik, çok seslilikle gelecek, bunu biliyorsun. Bunu da bilmiyorsun. Sen kendi sesinden başka sese tahammül etmedin, başka sesi de bilmiyorsun. Biliyorsun, biliyordun ama duymak istemedin. Başkasını duymak dünyanın en muazzam yetisiyken sen bunu kendine yük yap-tın. Çileye çevirdin. Başkası olmadan mutlu olunabilir mi? Sen oldun. Sen olmadın, olamadın, sen tam olamadın. Hep eksiktin. Başkası olmadan hepimiz eksik değil miyiz? O başkası, bazen balkonda bize kulak kabartan bir çiçeğin narin yaprağı, bazen yolumuzu gözleyen sokak köpeği, bazen denizine ulaşmaya çalışan coşkun akan ırmak, bazen kapı komşumuz, aramıza tel örgü çektiğimiz sınır (!) komşu-muz, bazen bağırdığın için kendini haklı sanan sensin. Bazen de sesi çıkmadığı için korkuttuğunu sandığın ama bunu hürmete, saygıya yorduğun ben veya odur. Baş-kası söylemeden sus! Kendi kendine sus! Kendi içine bağır, bağır ki ne demek olduğunu anlayabilesin.
Erdemlerin yücesi sesinin perdesinde kendini görebilendir. Gök kubbe altında se-sinden kaçabilendir. Sesinin tellerini tek tek söküp gelen geçen terbiye etsin diye güneşin önüne serebilendir. Terbiye, başkasının da olduğunu bilerek seslenmektir; bağırmak değildir. Sesinin başka sese değmesini mutluluğa açılan bir kapıyı aralamak gibi düşünebilirsin. Bu sana, başkası olmadan mutlu olamayacağını öğretebilir. Her şey öğrenilebilir, hiçbir şey için geç değildir. Şimdi başlayabilirsin susmaya.
Ayırt etmiyorsun, herkese bağırıyorsun. Sen kendine aşıksın. Sen kendi sesine aşıksın. Sen kendine Müslüman’sın. Değilsin. Sen, komşun yanarken tankerle ben-zin taşıdığın için… Sen, komşun açken dişini karıştırıp geğirdiğin için… Sen, kanalın ucunu hep kendi bahçene bağladığın için Müslüman da değilsin. Sen kimsin? Kerameti Müslümanlıkta aramaya gerek yok ama senin insanlığın merkezine sar-kan şirazen de kaymış. Kayma!
Yol yakınken en iyisi mi sen gel sus! Gelmesen de sus! Susmak seni gizler. Gizlenmek değil meydanlarda olmak istiyorsun, biliyorum. Ama meydanın tükürüğü de bol olur. Susarsan kimse senin kim olduğunu anlamaz. Sen hatırlanmak istiyorsun, ama kötü de anılabilirsin. Kötü hatıralarla hatırlanabilirsin. Tarih seni “Boş meydanlarda kendi kendine bağıran adam” diye de yazabilir. Gel bu inadından vazgeç. Bu gaflet uykusundan uyan. Bağırarak seni uyandırmak istemiyorum, bak ne güzel kulağına fısıldıyorum: Sus!
Konuşman gereken zamanda konuşmadın. Konuşmakla bağırmak aynı değil. Senle ben de aynı değiliz. Sen bağırıyorsun, ben konuşuyorum. Sen, olmayacak duanın aminin peşindesin, ben, geleceğin geçmişte bağırdıklarının ellerinde olduğunu hatırlatmanın peşindeyim. Tamam, ben anladım sen anlamadın; senin amacın pire uğruna yorganı yakmak. Gel hadi gel, sen oyun istiyorsun. Bir iki üç tıp.