Kolektif umursamazlık
İnsanlara kendilerini endişelendiren meseleler sorulduğunda, iklim değişikliği nadiren listenin başında geliyor. Bu şaşırtıcı değil ama iklim krizinin ciddiyeti düşünüldüğünde yine de can sıkıcı. Ancak iklim değişikliğine dair kolektif umursamazlığımızdaki temel sorun, yanıttan ziyade sorunun kendisinde saklı. Açık olalım: İklim değişikliği artık bir “mesele” değil, parçası olduğumuz biyofizik dünyanın bütünü haline geldi; diğer tüm “meselelerin” bittiği bir fiziksel savaş alanı ve parçalanıp dağılmakta. Küresel adalet hareketi bu savaş alanında manevra yapmaya çalışan birçok aktörden bir tanesi ve bu hareketin gidişat yönü, onu oluşturan anlatıları, taktikleri ve yapıları yeniden şekillendiriyor ve radikal şekilde dönüşmüş bir gezegende örgütlenen toplumsal hareketlerin geleceğine dair ipuçları veriyor. Oyunun kuralları değişti: “Kapitalosen”e hoş geldiniz – güle güle “olağan şekliyle aktivizm.”
İklim değiştikçe yaklaşan rüzgarlar, dalgalar ve savaşlar tufanı içinde ayakta kalacak ve hatta büyüyeceklerse, hareketler de değişmeli. Gezegenimiz yeni bir jeolojik çağa doğru hızla ilerlerken, kendimizi bilinmedik bir arazide buluyoruz. Kesin olan tek şey kimsenin ne olacağını bilmediği ve kimsenin gidişatı kontrol edemediği. Yaşamlarımızın geri kalanı, modern dünyanın üzerine kurulu olduğu hem ekonomik hem de siyasi temelleri giderek artan şekilde istikrarsızlaştıracak bir ekolojik kargaşa olacak. Tüm bahisler kapandı. Çöküşün nasıl yaşanacağını göreceğiz.
Gemi hızla batıyor
Kapitalosen kısmen sığınma alanlarının yok olması ile tanımlamıyor: Bu sorundan hiçbir şekilde kaçış yok ve saklanacak hiçbir yer yok. Hepimiz aynı gemideyiz. Ama gemi bir buzdağına çarptı ve hızla batıyor. İklim krizine yanıtımız kısa ömürlü ve faydasız oldu – ne yaparsak yapalım işe yaramıyor.
Şimdi yeni bir şey denemenin zamanı. Batan bir gemide, insanın düşünce şeklini ve referans noktalarını değiştirmesi gerekir, tıpkı açığa çıkan kriz bağlamında solun geleneksel çerçevelerinin de değişmesi gerektiği gibi. Mücadele artık herkesin eşit ulaşabileceği şekilde kaynak tahsisi değil. Bundan ziyade, en kritik soru artık şu: “Bu kaynakların olabildiğince çoğunu cankurtaran sallarına dönüştürmek için kendimizi en iyi nasıl organize edebiliriz?” Belki de iklim değişikliğinin kendisi kadar bariz olan şey, toplumsal hareketlerin bu mesele etrafında doğru düzgün örgütlenememesi oldu.
Yıllardır iklim hareketi iki uyumsuz söylem arasına sıkışmış durumda; ampulleri değiştirmek ve küresel devrim. Bir yanda, dünyanın tümü kadar büyük bir kriz karşısında her türden tedbir ehemmiyetsiz ve etkisiz görünebilir. Diğer yanda, derin sistemsel değişiklik karşı karşıya kaldığımız krizin aciliyeti için aşırı yavaş görünebilir. Yine de kimse bu gibi yapısal dönüşümler olmadan “iklim değişikliği ile mücadele” edemez çünkü iklim krizinin kendisi dünya ile sömürü temelinde bir ilişkiye dayalı kaynak çıkarma mantığının sonucu.
Sanayi devriminden çok önce, daha yeni yeni yükselen kapitalist dünya sistemi kadınların, renkli insanların ve tüm ekosistemlerin sömürüsü ile işliyordu. İklim krizi bu kaynak çıkarma dinamiğinin nihai semptomu ve ona karşı durabilmek istiyorsak, hareketlerimizin tamamen farklı değerler, ahlaklar, varsayımlar ve stratejiler dahil tümüyle farklı bir mantık geliştirmesini gerektiren yepyeni bir kriz türü. İklim değişikliğine karşı durabilmek, ona sebep olan sisteme ve kültüre karşı durabilmek ve ölçeklenebilir bir alternatif getirmek anlamına geliyor. İklim değişikliği “meselesine” karşı durabilmek için salt yeni bir siyaset inşa etmenin ötesinde, Kapitalosende solun görevi, siyaset yapmak için yeni süreçler geliştirmek.
Örgütlenme kültürünün kendisi burada kilit önemde. Kapitalosende hareketler bu krize etkili şekilde karşı koyacaklarsa, alternatif bir değerler ve örgütsel ilkeler kümesini benimsemeleri gerekli. Çözüme giden yol güneş enerjisi panelleri ve bostanlardan çok, hep birlikte hızla ilerlemekte olduğumuz kargaşada adalete erişimi geliştiren yollardan müttefiklerle, gönüllülerle ve ortaklarla paylaşılabilecek ölçeklenebilir örgütlenme kültürleri geliştirmekle alakalı olabilir.
İnsanlık tarihinin bir sonraki bölümünü yazacak olan, şimdi küresel bağlantılı hareketlerin içinde kuluçkalanmakta olan bu kültürler olabilir. Kültürel devrim salt arzu edilir bir şey değil artık bir zaruret. İklim krizini yaratmış olan kaynak çıkarma mantığına ölçeklenebilir söylemsel, taktiksel ve yapısal alternatifler sunamazsak, kapitalizmin kendisi, hızla istikrarsızlaşan bir savaş alanında gelecek üzerindeki kontrolünü güçlendirmekte olduğundan, her toplumsal ve ekolojik “mesele” için mevcut eşitsizlikleri şiddetlendirerek gelen sorunlar dalgasını kendisine yarayacak şekilde dönüştürebilir. Tarih hızlanıyor. Şimdi kazanmak için oynama zamanı.
Anlatı kayması
İklim krizi tuhaf bir zamanda kritik aşamasına ulaştı. Teknolojik ilerleme medya ve iletişim platformlarını radikal şekilde yataylaştırsa da, neoliberalizm toplumsal ve ekolojik müşterekleri yıkıma uğratıyor. İnsanlar hem bir araya geliyor hem de birbirlerinden uzaklaşıyorlar. Önemli nokta, yeni teknolojilerin topluluklar için kendi hikayelerini küresel ölçekte anlatabilecekleri sosyal alanlar yaratması. Bu, küresel örgütlenmeyi dönüştürüyor ve bir zamanların marjinal gruplarına daha önce birkaç ayrıcalıklı grubun kontrolünde olan ana akım çevre söylemini etkileme imkânı veriyor.
Geçtiğimiz yıllarda, özellikle de ön cephe ve yerli grupları anlatıyı değiştirmeyi başardılar. Başkasının kurtarıcılık hikayesinde kurban rolünü oynamak yerine, giderek artan şekilde kendi kahramanları yine kendileri oluyorlar. Etkileyici bir örnek, gezegenin en ücra köşelerinden birinden geliyor; deniz seviyesinin altındaki pasifik adalarının resifleri. Kendilerine verdikleri adla “Pasifik Savaşçıları – “batmıyoruz; savaşıyoruz” – topluluklar kendi adlarına konuşabildiklerinde anlatının ne kadar değişebildiğinin örneği. Farklı biçimler alan örgütlenmeleri, yalnızca iklim değişikliğine karşı direniş örmeye değil, aynı zamanda, geleneksel kültürü güçlendirerek dayanımı da arttırmaya yardımcı olacak şekilde özenle yapılandırılıyor.
Avustralya’daki dünyanın en büyük kömür limanına giriş çıkışı engellemek için el yapımı geleneksel kanolar kullanmaktan Vatikan’ın dışında üç günlük seremonilere ve linyit kömürü madenciliğine direnen Alman toplulukları ile kitlesel bir doğrudan eylemin sabahında karşılıklı armağanlaşma ritüeline kadar Pasifik Savaşçıları – ve diğer binlerce ön cephe ve Küresel Güney topluluğu – iklim hareketinin kendini anlattığı hikayeleri sömürgelikten çıkarıyor.
Bu gibi anlatı kaymaları, küresel iklim adaleti hareketini daha kesişimsel bir sistemli analize doğru çekiyor. İç içe geçmiş ırkçılık, sömürgecilik ve cinsiyetçilik hikayelerini anlatarak, ön cephe ve yerli grupları soyut iklim krizini canlı deneyimlere dönüştürüyorlar. İklim değişikliğini atmosferden çıkarıp kendi bedenlerine ve sokaklara taşıyorlar. Küçük ama fark edilir bir kayma ile, bir zamanların marjinal sloganı – “iklim değişikliği değil sistem değişikliği” – artık hâkim söyleme nüfuz etmiş durumda.
İktidar kayması
Ön cephe ve yerli gruplarının iklim hareketine yön vermede giderek artan öznelikleri ile eşzamanlı olarak, artan sayıda STÖ ve “Büyük Yeşil” kurum, kendi geleneksel yaklaşımlarını sorguluyorlar ve “en çok etkilenenlerin liderliğine” geçip taban hareketlerini desteklemeye çalışıyorlar. Bu değişim önemli ve anlatılması gereken hikayeleri çoğaltıyor. Ancak aynı gelişme, önemli bir yapısal paradoksa da işaret ediyor: Yukarıdan aşağı bir örgüt, aşağıdan yukarı örgütlenmeyi nasıl destekleyebilir? Anlatı kaymasına rağmen, yataylığa ve aşağıdan örgütlenmeye doğru yapısal kaymayı gerçekten hayata geçirmek adına çok az ana akım STÖ ciddi çaba içinde. Söylem ile yapı, biçim ile işlev, süreç ile ürün arasında bir açı farkı ortaya çıkıyor. Hareketler yaklaşan istikrarsızlığa hazırlanırken, yanıt verme kapasitelerinin ölçeğini, kapsamını ve derinliğini kullandıkları yapı belirleyecek. Söylem ile yapı arasında şu an küçük bir çatlak gibi duran herhangi bir uyumsuzluk, nihayetinde tam bir krize dönüşebilir. Kapitalosende hareketler ayakta kalacak ve hatta büyüyeceklerse, siyasi misyonları ile uyum içinde bir yapısal bütünlük inşa etmenin yollarını aramaları gerek. Bu örgütlenme yapıları, iklim krizine yanıt vermek için kolektif kapasitemizin sınırlarını belirleyecek.
Grupların örgütlendiği yapılar, siyasetlerini de biçimlendirir. Doğal afetlerin ardından, insanlar kendilerini yerinden koparılmış ve muhtaç durumda buluyorlar. Kararlar, siyasi tercihler doğrultusunda değil aciliyet temelinde alınıyor ve insanlar verili bir toplumsal bağlamda işlediğini gördükleri yapılara katılıyorlar. Bir örgütsel yapının aniden yeni insanları anlamlı bir katılıma absorbe edebilme becerisi, hem afet kurtarmada hem de aktivizmdeki başarısını belirleyecektir ve aynı zamanda, insanlar olayların akışıyla kendi geleneksel örgütlenme yapılarının dışına çıkmak zorunda kaldığından, yeni bir siyasete kapı aralama işlevi de görebilir.
Serap Şen tarafından çevrilen bu yazı dunyadanceviri. wordpress.com’dan alınmıştır.