Bizi öldürdüğü için hürmetsizlik edemeyiz. Nefret etmiyor, aksine tanrı bizi seviyor, bizi bizde öldürüp kendisiyle yaşatmak istiyor. Görünenden görünmeyene, göksel ve öte âlemlerin derinliklerine inmemize ve hakikati görüp onunla “bir” olmamıza yardım ediyor. Tam bir inanç içinde öldürülmek yaşamaktır, tanrıda ölümsüzleşiriz. Küçük düşürücü dünyevi acılardan, hiçleştirici sevinçlerden, şeylerin hükümranlığından kurtulmanın mutluluğuna erişiriz. Manevi âlemlerin derinliklerine inmenin hazzını yaşattıktan sonra, çıkarıldığımız göksel egemenliğinde ışığa eriyip O’na dönüşecek esirgenmişlerden olmanın gururunu tadarız. Öldürüleceğimiz için ağlayıp sızlayacağımıza, şükretmeliyiz. Bu dünyadaki varlığımız gelip geçicidir; onun için de ölüm ve yaşamı, tutku ve acıları, umut ve umutsuzlukları, hüzün ve zevk anlarını hiç önemsememek yaraşır bize. .
Sevecen bir eldir başımızı okşayan, korkuyla geriye sıçramak akla ziyan. Zayıflığımızın, kötülüğümüzün, açgözlülüğümüzün beceriksizliğimizin, ışığa yeteneksizliğimizin görkemli tedbiridir bizim tanrımız. Aşırılıklarımıza yasalar, uyuşukluğumuza uyandırıcılar indirendir. O yasalar ki kılıçtan keskin, o uyandırıcılar ki mermerden soğuk, granit kayalardan sert. Dünyevi varlığımıza duyduğu tiksintiye saymak küfür; başımıza dikili her cellat görkemli kanıtı, tez elden bizi kucaklama isteğinin tutkulu işareti tanrımızın. Muhabbetle karşılanmalı caniler, despotlar, hırsızlar ve soyguncular. Sözcüğün gizli anlamı, güzelliğin içten taşan yaratıcı tezahürü her acımasız yüz, en yüksek mertebeye ulaşmanın sağlam basamağı her kıyıcı yürek.
Tek dileğimiz ona benzemek, tek amacımız ona ulaşmak. Başka türlü değilse bizi ona kavuşturacak olan, soğukluğunu sıcak kanımıza borçlu her uğursuz çehre bizim kıblemiz. Barbarları, istilacıları, işkencecileri, zamanın efendileri, çağın tüm merhametsizleri bizim iyi talihimiz öyleyse. Tanrı, sevdiğini acıyla sınayandır; en iyiyi, en kötüyle yaralayandır. Belanın en zorlusu, zulmün en fecisi, eğilmiş başımızın ışıkla yıkanması, bulanmış ruhumuzun ateşle arınması için. Değil mi ki, şüphe ve hırs yoksunluğu, en derinden inanmış zihinlerin ayrıcalığıdır; zincire vurulu kölelerden oluşumuz, en yüksek güzellikten daha mükemmel olan ateşten bir inancı, elem ve acılar içinde olgunlaşan böyle yetkin bir ruha taşıtmak için. Gardiyanlarımız ve yargıçlarımız, tacirlerimiz ve cellâtlarımız, onlar müjde taşıyıcıları biricik kurtarıcılarımız öyleyse.
Bu kadar çok ıstırap ve işkence, bu kadar uzun süren ölümler reva gördüğüne göre tanrımız bizi seviyor. Nefret doğuran zaferler yerine, bize herkeste yalnızca acıma uyandıran yenilgiler bahşetmesi o yüzden. Acı çektiren, tatlı canımızı köhne bedenimizden ayıran haşin eller, onun o öpülesi merhametli elleri aslında. Sırf bu yüzden, boynumuzu kırmak için uzanan elden sakınmak utandırıcı. Bize itaat etmek ve bu en büyük ihsanı en içten dualarla kabul etmek düşer. Hayır ve şer ondan geldiğine göre, kılıç ve mızrak tutan, zırh ve kalkan kuşanan en tahripkar ruh, en kestirme yoldan bizi ona götürür. Öyleyse nasıl nefret edelim şimdi, en nefret edilesi olandan? Hayattan, dünyanın her türlü işlerinden ve süslerinden yüz çevirip tanrıdan önce bu aracı ruhlar önünde eğilmek, onlara iman etmek, adak ve şükranlarımızı onlara sunmak gerekmez mi? Düşmanımız değil, bu durumda en iyi dosttan sayılır gaddarın en açık yüreklisi de, eziyet çektirerek öldüren garezlinin en gizlisi de.
Duyguları gözleri kadar hassas, çabuk incinen, çabuk unutan, kendine hayali kabahatler ve başkalarına kötü niyetler atfeden kırılgan ve tutarsız ruhlarız. Bize hakikati hatırlatacak uyku bilmez hunhar bekçiler, acımasızlıkta tutarlı, yönetme ve acı çektirme işine kabiliyetli, fenalıkta uzun soluklu ve azimli yıkıcılar gerek. Tanrımız gözetiyor ve kayırıyor. En güzele dönüştürmek, kendinden bir parça haline getirmek için bizi en çirkin ruhların yumruğu altında biçimlendiriyor. O bizi, biz O’nu seviyoruz. Dinibütün inanmışlarız sonuçta, inkâr edemeyiz. O yüzden şimdi daha içten bağlığıyız cellâdımıza, tanrımızdan ötürü ona her zamankinden daha sevdalı.