Tekçilik üzerinden kendini inşa eden Cumhuriyet modernitesi sürekli kriz üreten bir yapıya sahip oldu. Sorun üreten yapısı kriz ve kaos halini döngüye çevirdi. Mevcut sorunların çözümü konusunda demokratik siyaset yöntemi esas alınmaktansa; baskı, zülüm, şiddet, asimilasyon, sürgün… uygulamalarından asla vazgeçmediler.
Resmi ideoloji etnik, kültürel, dinsel, inançsal, kimlikleri baskı altına almak konusunda iktidar ve muhalefeti ile ittifak halinde oldular. Her dönemin “aranıyor” listesinde olan Kürtler ve Aleviler ile ilgili konsensüs sağlanmıştı. “Aranıyor” listesinde olanların adeta geleneği haline gelen “direniş, katliam ve sürgün” gerçekliği hala devam etmektedir. Kürtçe konuşanlara kelime başı verilen para cezaları, Alevilerin Cem erkanına yapılan baskıları artık bilmeyen yoktur. Kürtlerden “kendi ulusunu inkar etme, Alevilerden ise Türk – İslam Aleviliği” şeklinde bir inkar karşılığında arananlar listesinde birinci sırada değil de belki bir alt sırada yer almalarına imkan verilirdi! Arananlar listesinde yer alanlara yönelik nefret dili, bu dile uygun davranış, baskı hazır ve nazırdı. Bu insanlık suçuna cezasızlık uygulanmadığı için dönemsel olarak kendini yeniliyordu.
“Söyleyene değil, söyletene bakmak lazım” diye bir cümle vardır toplumsal hafızamızda. Devletin Kürt ve Alevilere yönelik söylemleri, pratikleri, baskıları artık “sürdürülemez” duruma gelmiştir. Geç de olsa devletin kurucu aklını temsil eden bir partinin genel başkanı, Cumhurbaşkanı adayı sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Kürtlere” yönelik söylemi, “Alevi” olduğunu söylemesini bu mana ile değerlendirmek gerekiyor. Demokratik siyaseti merkez alan bir mücadele süreci birçok insana olduğu gibi sayın Kılıçdaroğlu’na da kimliğini ilan etmesinin yolunu açmıştır. İster mücadelenin sonucu olsun ister krizin aşılması için olsun “Alevi” kimliği Sayın Kılıçdaroğlu’na Xızır olmuştur. Zorda olan, darda olan son demde de olsa Xızır’a çağırıyorsa meydan açma gayretindedir. Gayreti kendisine delîl olsun
Mevcut yapısıyla Cumhuriyet rejimi parlamenter sistemi yüzyıl denedi. Muteber olmayan kesimlere yaptıklarını biliyoruz. Denenmişi bir daha deneyerek farklı sonuçlar beklemek ne kadar hakikate uygundur? Denenmiş olan sistem, krizi kronik hale getiren sistemdir. Kendi öz iradesiyle siyaset yapamayan mevcut iki masa söz konusudur. Her iki masa da resmi ideolojinin referanslarına göre şekillenmiştir. Seçimlerde AKP-MHP ittifakının yenilgisinden sonra nasıl bir inşaya gidilecek? Cumhuriyetin ikinci yüzyılında hangi kesimler dincilik ve milliyetçilik yapacaktır? Yeni inşa sürecinde Aleviler ve Kürtler komün enerjilerini açığa çıkaracak ortamı bulabilecekler mi?
Her şeyden önce halkın örgütlü kötülükten kurtulması gerekiyor. Örgütlü kötülükten kurtulmanın tek yolu emek, barış ve demokrasi güçlerinin ikrarlı birliğidir. Aleviler demokratik bir Türkiye için her zamankinden daha fazla katkı sunabilirler, bu potansiyelleri vardır. Alevi sürekleri siyasi partilerden, derneklerden, vakıflardan, cem evlerinden değil, ocak ve talip topluluğundan güç almalıdır. Alevilerin inançlarına yönelik verdikleri kimlik mücadelesi gücünü örgütlü, ikrarlı talip topluluğundan almalıdır. Önemli olan verilen ikrara bağlı olma, verdiği ikrardan güç alabilmektir. İnancını yeteri kadar tanıyan, yaşayan, ikrarına bağlı her Alevi siyasal olarak da güç olur. Güçlü ikrarlaşma güçlü politik tavır göstermektir. Bu bağlılık güçlü mücadeleye meydan açar.
Anayasada tanımlanan “tekçilik” anlayışının dışında kalanlara yönelik baskılar dönemine göre kendini yeniledi. Çeşitliliğin kimliğini oluşturan maddi – manevi kültür değerleri egemen kültür içerisinde eritildi. Bu eritme yetmedi farklılıklar sistemin kendi içindeki hegemonya çatışmasının kurbanı oldular. Çeşitlilik “örgütlü kötülük” tarafından eritilirken bir taraftan ise sistem içi iktidar blokları toplum üzerinde tahakküm kurmaya çalıştılar. Sistem içindeki iktidar blokları toplumu nesneleştirirken, toplumda red ve kabul ölçülerini de belirlediler. Rıza toplumunu oluşturan milyonlarca kesim, resmi muhalefet ve iktidarın arkasından yürümeye mecbur bırakıldılar. Toplum üçüncü alansız bırakıldı.
Toplumun bölünerek yönetilmesi siyaseti iktidarın, sermayenin “ticari markası” haline getirildi. Tekelci sermayenin, iktidar odaklarının dışında kalan bütün kesimler “gözetlenmesi, denetlenmesi” gerekenler listesinin başındaydı. Yasalarla toplumun seçimsiz bırakılması, toplumun özgürlüğünün baskılanmasıdır. Özgürlük toplumun seçimde bulunma hakkı ile orantılıdır. Toplumun seçeneksiz bırakıldığı, meydan delîlinin söndürüldüğü, özgürlüğün engellendiği durumlarda direniş Hakk’ın emri rızasıdır.
Farklılıkların, sistem karşıtı güçlerin daha özgür bir ortamda yaşama istekleri ittifaklara yol açmıştır. Toplumsallığı esas alan ittifak anlayışı özgür yaşamı inşa etme arayışıdır. Bu mana ile toplumsal ittifakları kültürel direniş olarak tanımlayabiliriz. Kiminle nasıl bir yaşam? Toplumsal inşanın zihni nasıl olmalı? İttifaklar hangi paradigma üzerine olmalı? Kurumsal zihin hangi kaynaklardan beslenmeli? Organizeci bir güç ile ittifak arasındaki fark nedir? Bu sorulara verilecek cevap cumhuriyetin ikinci yüzyılında demokratik ittifakların ne kadar önemli olduğunun ifadesidir.
Emek ve Özgürlük İttifakı ile demokratik taleplerin önü açılmıştır. Yeşil Sol Parti kendini toplumsallaştırmış, kitlelerde kabul görmüş bir birlik söz konusudur. Bu ikrarlı birlik psikolojik eşikleri aşmıştır.
Eşiğe gelenlere, birliğe ikrar verenlere, eşiği aşanlara, meydan açanlara aşk olsun.