Seçim startı verildi; adaylar tanıtıldı, beyannameler yayınlandı. Şimdi çalışmaları hızlandırmak, kanıksanmış kimi kalıpları kırmak, yeni şeyler söylemek, umudu büyütme zamanıdır.
Hayat ne uyandığımızda hayra yoracağımız bir düş, ne de çocukken kurduğumuz hayaller gibidir. Kocaman bir kara kutudur hayat. Acısıyla tatlısıyla her şey orda saklıdır. Birey ya da toplum açısından fark etmez, bazen tersten eser yel, İzlediğimiz her görüntü, dinlediğimiz ya da dillendirdiğimiz her söz anlamını yitirmiş gibi olur. Şarkımızı, şiirimizi, sevdamızı unutmuş gibi oluruz. Tıpkı aşağıdaki mesel gibi: (Dört mum yavaşça yanıyordu. Ortam çok yumuşaktı ve konuştukları duyuluyordu. İlki söyledi: ”Ben barışım! Artık kimse benim yanık kalmamı sağlamıyor, sanıyorum söneceğim.” Alevi hızla azaldı ve bütünüyle söndü. İkincisi söyledi: ”Ben inancım! Neredeyse herkes benim artık gerekli olmadığımı düşünüyor, O nedenle daha fazla yanık kalmama hiç gerek yok.” Konuşmayı bitirdiği zaman, bir rüzgar hafifçe esti ve onu söndürdü. Üzgünce üçüncü mum sırası gelince konuştu: “Ben sevgiyim! Yanık kalmak için artık gücüm kalmadı. İnsanlar beni kenara bıraktı ve önemimi anlamadı, kendilerine en yakın olanları bile sevmeyi unuttular.” Ve hiç zaman yitirmeden söndü. Ansızın… Bir çocuk odaya girer ve üç mumun yanmadığını görür. “Neden yanmıyorsunuz, sizin sonuna kadar yanmanız gerekir.” Bunu söyleyerek, çocuk ağlamaya başlar. Ardından dördüncü mum söyler: “Korkma ben hala yanıkken diğer mumları yeniden yakabiliriz. Çünkü ben umudum!”)
***
Evet. İnsan umuduyla vardır. Günler acının,hüznün kıskacında olsa da umut her dem yanı başımızdaysa tüm sorunlar, tüm zorluklar bize vız gelir.
İnsanoğlunun en çok ihtiyaç duyduğu zamanda uzanmış bir yardım eli gibidir ama bu el dışarıdan değil kendi içimizden uzanan bir duygu elidir. Duygularımızın en güçlüsü, en görkemlisidir. Bu duygu üzerine kitaplar yazılmış, şarkılar bestelenmiş, şiirler söylenmiştir.
Bazen masamızın üstü gibi, zihnimizin darmadağınık olduğu bir zamanda, aralık kalmış bir kapıdan sızan serin bir rüzgar gibi gelir… Adı umuttur. Hoş gelmiştir. Bize düşen onu en güzel şekilde ağırlamak, konuk etmektir. Bize düşen artık onun adına uygun sevda ile bir şiir mırıldanmaktır A. Arif gibi:
“Öyle yıkma kendini, / Öyle mahzun, öyle garip / Nerede olursan ol / İçerde, dışarda, derste, sırada / Yürü üstüne – üstüne /Tükür yüzüne celladın / Fırsatçının, fesatçının, hayının / Dayan kitap ile / Dayan iş ile / Tırnak ile, diş ile / Umut ile, sevda ile, düş ile / Dayan rüsva etme beni. / Gör, nasıl yeniden yaratılırım / Namuslu, genç ellerinle / Kızlarım / Oğullarım var gelecekte / Herbiri vazgeçilmez cihan parçası / Kaç bin yıllık hasretimin koncası / Gözlerinden / Gözlerinden öperim / Bir umudum sende / Anlıyor musun ?”
***
Tarifi zor zamanlar da gelir. Tüm yollar kapanmış, yöntemler çuvallamış olsa da tam o zamanlar da gelir. Ne aklın kısır döngüsü ne duyguların ufuk çizgisi sınırlayamaz onu. Bir sevdiğinizin yanağınıza kondurduğu bir öpücük gibi… Gelir dağıtır başımızda dolaşan kara bulutları. Gelir çalar yüreğimizin kilitli kapısını…
Ömrüne cinnetler sunduğumuz hayat bir karanfil uzatır gibi hep bir umut sundu bize. Şairin dediği gibi; “Sen o karanfile eğilimlisin / Alıp sana veriyorum işte / Sen de bir başkasına veriyorsun daha güzel. / O başkası yok mu bir yanındakine veriyor / Derken karanfil elden ele.”
Yaşamın sahnesi bizi bekliyor, herkes yerini iyi saptasın, kendine yeni bir dans dili bulsun…. Heyecan ve coşku iyidir… Kabarıp taşmanın zamanı gelmiş demektir…
Kaldır başını kan uykulardan. Dinle bak; bir umudu büyütüyor baharı özlüyor hayat ve bilinir ki baharın gelmeme gibi bir huyu yoktur.
Bize düşen çalışarak bu umudu büyütmek. Bir sevda çiçeğini sular gibi. Bir yağmurun sesine ayarlanmış adımlar gibi, emek gibi, şiir gibi, aşk gibi…