Gülcan Kılagöz/İstanbul
OHAL döneminde çıkarılan KHK’ler ile muhalif olan öğrenciler ve akademisyenler tasfiye edildi. Onbinlerce öğrenci yeni öğretim yılını cezaevinde karşıladı. Mezun olduktan sonra iş umudu olan yine onbinlerce genç içsiz kalmış durumda. Atanmayı bekleyen yüzbinlerce öğretmen bulunuyor. Sürekli değişen üniversiteye giriş sistemi çok sayıda öğrenciyi mağdur etti. Yeni üniversite giriş sisteminin ilk sınavda sayısalcıların yüzde 65’i, sözelcilerin yüzde 25’i baraj altında kaldı. 511 bin genç elendi, 41 bin öğrenci sıfır çekti. Sadece insanların ölmesini istemedikleri için yüzlerce akademisyen görevlerinden uzaklaştırıldı. Üniversitelerin ve öğrencilerin durumuna ilişkin Kocaeli Üniversitesi’nden ihraç edilen Barış Akademisyeni Derya Keskin ile konuştuk.
Yeni dönemde üniversitelerin durumunu nasıl karşılıyorsunuz? Türkiye’de artık üniversitelere üniversite demenin imkansız hale geldiğini söyleyebiliriz sanırım. Daha önce Türkiye’deki tüm üniversiteler ve akademisyenler üniversite değerlerini taşıyorlar mıydı?
Tabiki hayır, zaten üniversitelerin başında YÖK varken bunu söylemek hiçbir şekilde mümkün olamaz. Ama evrensel üniversite değerleri için mücadele eden ve belli ölçülerde başarılı olabilen birimler ve akademisyenler vardı. Geldiğimiz nokta ise o kadar kötü ki, YÖK bile savunamaz herhalde diye düşünüyorum. AKP yönetimleri üniversitelerde kendi ideolojilerine uygun bir kadrolaşamaya çoktan girişmişlerdi, ancak Olağanüstü Hal (OHAL) ile birlikte, tasfiye ve kadrolaşmayı çok daha kolay ve çabuk yapabilecekleri Kanun Hükmünde Kararname (KHK) gibi sihirli bir değnek edinmiş oldular. Binlerce akademisyen KHK’lerle ihraç edildi; bunların çoğunluğu, hukuksuz bir biçimde, davasız, duruşmasız, Gülen Hareketi ile ilişkilendirilerek atıldı. Benim de içinde yer aldığım 500 civarında akademisyen ise Barış Bildirisi’ne imza atmamız nedeniyle KHK’lerle ihraç edildik. Yani OHAL, AKP’ye bir yandan üniversitelerde istemediği eleştirel seslerden kurtulma öte yandan da zaten başlamış olan AKP kadrolaşmasını daha rahat devam ettirme imkanı verdi. Ama ülke açısından ne acıdır ki, üniversite ve dolayısıyla bilimsel üretim, ekonomik kalkınma, insani gelişme ve toplumsal barış eleştirel düşünce olmadan olmayacak şeylerdir. Ve ne yazık ki, ülke insanının belli ki yarısı bunun farkında değil ve kendisine hem iktidar hem de onun yandaş medyası tarafından söylenen yalanlara inanmaya devam ediyor. Distopyaya dayanan bir bilim-kurgu filminde yaşıyoruz adeta. Öte yandan, bu yalanlar bir gün ortaya çıkacaktır şüphesiz. Tabi o gün geldiğinde memlekette yaratmış olduğu tahribat çok fazla olacaktır. Yanlışları düzeltmek ve demokrasiyi yeniden inşa etmek de zaman alacaktır.
Çok sayıda öğrenci sıfır puan aldı ve puan durumu iyi olduğu halde üniversitelere yerleşemeyen öğrenciler oldu. Yine üniversitelerde ciddi anlamda boş kontenjan olduğu açıklandı. Bu çelişkili durum hakkında ne düşünüyorsunuz? Sistem nereye gidiyor?
Çok sayıda öğrencinin sıfır puan alması, puanı iyi olanların üniversiteye yerleşememesi bununla birlikte üniversitelerde bazı kontenjanların boş kalması eğitim sistemimizin ulaştığı çarpıklık düzeyini gösteriyor sanırım. Tüm eğitim sisteminin sınav odaklı hale gelmesi, bununla birlikte sınavlardaki başarısızlık akıl alır gibi görünmüyor; ama bize en azından sınav odaklı eğitimin yanlışlığını göstermiş oluyor herhalde. Dünyada, okul gününün ve okul yılının en kısa olduğu, öğrencilere ödev verilmeyen ve çocukların okuldan çok oyuna ihtiyacı olduğunu savunan bir eğitim sistemini uygulayan Finlandiya aynı zamanda eğitimde en başarılı ülke. Yani demek ki okulda, kurslarda, evde sınavlara hazırlanarak, sözde çalışarak geçirilen zaman çoğunluğa bir şey kazandırmadığı gibi ülkeye de hiçbir yararı olmuyor. Ama inatla aynı yanlışlar yapılmaya devam ediliyor; hatta yanlışlığı baştan belli yeni yanlışlar ekleniyor eğitim sistemine. 4+4+4 uygulaması da bunlardan biri mesela. Daha da kötüsü yanlışlar yeni yanlışlarla düzeltilmeye çalışılıyor. Bunun temelinde, sistemi iyileştirici kalıcı düzenlemeler yapmak yerine, ideolojik, politik, geçici sözde çözümlerle günü geçiştirme yaklaşımı yatıyor. Hem öğrencilerin hem öğretmenlerin hem de ebeveynlerin kafaları sürekli karıştırılıyor. Artık üniversite öncesinde gençler, iyi okul ve bölümlerden mezun olanların bile işsiz kaldıklarını gördükçe, iş olanaklarının neredeyse hiç olmadığı bölümlerde okumayı düşünmüyorlar. Örneğin benim kuşağımda bu durum oldukça farklıydı; arkeoloji, sosyoloji, fizik, kimya gibi emek piyasasında doğrudan karşılığı olmayan bölümler bile ilgi görebiliyordu, çünkü buralardan mezun olanlar bile üniversite mezunu oldukları için iş bulabiliyordu, mesela öğretmen olma şansları vardı. Şimdi eğitim fakültesi mezunu yüzbinlerce öğretmen adayının atanmayı beklediğini düşünürsek, bu tür bölümlere ilgi olmaması anlaşılır bir şey. Ayrıca, ben isteyen herkesin en ileri düzeyde eğitim alabilmesinden yanayım; eleştirel düşünce, demokrasi, toplumsal barış gibi değerleri kazandıran bir üniversite eğitiminden tüm bireylerin geçmesinin her toplum için gerekli ve önemli olduğuna inanıyorum. Bu yüzden, böyle üniversiteler için mücadele devam etmelidir.
Alternatif eğitim hakkında ne düşünüyorsunuz?
Alternatif eğitim kavramı kulağa iyi bir şey gibi gelse de benim pek benimsediğim bir şey değil. Çünkü alternatif dediğiniz zaman çoğunlukla ana akıma paralel olarak onunla birlikte var olan eğitim uygulamaları ve okul pratikleri anlaşılıyor. Bunlara da daha çok belli kesimin çocukları ulaşıyor, onlara ister zengin deyin ister muhalif deyin. Türkiye’de de bu tür uygulamalar var, temel olarak da okul öncesinde. Oysa ben var olanı, yani kitlesel olanı dönüştürmenin gerekli olduğunu düşünenlerdenim.
Alternatif eğitime ilişkin bir öneriniz var mı?
Aslında biz Kocaeli Dayanışma Akademisi (KODA) olarak bu konuları tartışmak üzere Mart 2018’de uluslararası bir konferans düzenledik. Konferansımızın başlığı Üniversitenin Ötesinde: Eleştirel, Özgürleştirici ve Dayanışmacı Arayışlar idi. Başlıktan da anlaşılacağı gibi konferansta yüksek öğretime odaklandık, ama konuştuğumuz pek çok şey tüm eğitim süreçlerini ilgilendiriyordu. Konferansta, hem Türkiye’deki tarihsel ve güncel deneyimleri, hem de başka ülkelerdeki farklı deneyimleri tartışma imkanımız oldu. Örneğin Türkiye’den, Bilsak- Bilar, Özgür Üniversite, İnsan Hakları Akademisi ve Sosyal Araştırmalar Vakfı gibi deneyimleri konuştuk. Dünyadan özerklik mücadelesi örnekleri, özgür, açık, diplomasız üniversite deneyimleri, kooperatifler, müşterekler gibi oluşumları tartıştık. Bunların yanında, mesela yöntem olarak feminist metodolojiyi, teknik olarak notsuz değerlendirmeyi anlatan konuşmacılarımız oldu. Tüm bunlardan öğrendik ve öğrenmeye devam ediyoruz. Öğrendiklerimizi nasıl geliştirebiliriz, kendi uygulamalarımızda, örneğin KODA ve Hayat Bilgisi Okulu’nda (HBO) nasıl hayata geçirebiliriz diye düşünüyoruz. Bu gündem, tüm dayanışma akademilerinin ortak gündemi aslında ve birlikte yaptığımız çalıştaylarda en çok tartıştığımız konulardan da biri. Üniversite dışına itildiğimiz bu tarihsel kesitte yaptıklarımızı üniversitede yaptığımızdan daha farklı; daha özgür, daha üretken ve kapsayıcı biçimde nasıl yapabiliriz sorusu hep güncel kalacak bir soru bizim için. Çünkü orada yaptığımızı aynen devam ettirmek istemiyoruz; oradaki yanlışları düzeltmek, eksikleri gidermek istiyoruz. Bu bağlamda, eleştirel, özgürleştirici ve dayanışmacı arayışlarımız devam edecek diyebilirim.
KODA olarak yeni eğitim öğretim dönemine ilişkin programlarınız nelerdir?
KODA Çarşamba Seminerleri devam edecek. İhraç edilmiş ya da halen üniversitelerde çalışan akademisyenlerle birlikte akademinin dışında üreten sanatçı, yazar ve araştırmacıları da davet ederek onların alanlarındaki bilgi birikiminden kent halkıyla birlikte yararlanmak istiyoruz. Geçen dönem Şubat 2018’de Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği (ÜNİVDER) ile birlikte başlattığımız Hayat Bilgisi Okulumuz da ikinci dönemiyle devam edecek. Ekim ortasından itibaren yeni atölyelerimizle döneme başlıyoruz. Şu anda açılacak atölyeleri netleştirmek için çalışıyoruz. Geçen dönem 19 atölyemiz olmuştu, bu dönem daha az sayıda ve ürün odaklı atölyelerle devam etmek istiyoruz.
Sizin bireysel olarak çalışmalarınız var mı? Varsa neler?
Kişisel düzeyde benim de bir atölyem olacak sanırım, ama bu defa kolektif bir atölyenin parçası olabilirim, bu konuda birkaç arkadaşla görüş alışverişi halindeyiz. Bunun dışında, Almanya’da kurulan Off University’de, oradaki KODA üyesi akademisyen arkadaşımla birlikte ortak bir ders vereceğiz; o kendi payına düşeni Almanya’da misafir öğretim üyesi olduğu üniversitede sınıfta verecek, ben Türkiye’den online olarak Off University platformundan vereceğim. Ayrıca İsveç’teki bir kolektif doktora dersine de buradan bir dersle katılacağım aralık ayında, yine online olarak. Aslında birkaç gün önce de davet edildiğim ama pasaport tahdidi nedeniyle gidemediğim İsveç’deki bir çalıştayda da online sunum yaptım. Bunları özellikle söylüyorum, çünkü böyle böyle aslında sınırları yıktığımız anlaşılsın istiyorum. Bizi hukuksuz bir biçimde ihraç edenlere ve yine hukuksuz bir biçimde başka birçok hakkımızla birlikte seyahat hakkımızı da gasp edenlere inat akademik çalışma da yapıyoruz, yurtdışındaki faaliyetlere de katılıyoruz. Yakında sınır tanımayan akademisyenler diye bir oluşum ortaya çıkarsa şaşırmayın. Aslında Dayanışma Akademileri ortak projesi olarak bir Gezici Akademi planımız var. Bunu günü geldiğinde sınırların ötesine de taşırız, neden olmasın? Bunun yanında bir de ihraç edilen ya da edilmeyen, çoğu barış imzacısı kadın akademisyenler olarak da ayrı bir feminist ağımız var. Orada da bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Özellikle ihraçlar ve diğer anti-demokratik uygulamalarla birlikte üniversitelerdeki toplumsal cinsiyet ve kadın çalışmalarında meydana gelen tahribatı üniversite dışında nasıl telafi ederiz gibi bir derdimiz var. Bunun için bir dernek kuruldu, şimdi web sayfası üzerinde çalışılıyor. Toplumsal cinsiyet, feminizm, kadın ve LGBTİ bağlantılı konularda çalışan akademisyenlere, öğrencilere, LGBTİ bireylere destek, dayanışma ve kaynak sunmak gibi bir gündemimiz var. Web sayfasıyla birlikte online kaynak desteği ve gölge danışmanlık sunmanın yanında, çalıştay, konferans vb. faaliyetler de yapmak istiyoruz. Tabi yaptığımız ve yapmayı planladığımız her şeyin önüne finansal, fiziksel ve diğer engeller çıkabilir. Ama ne olursa olsun, mücadeleye devam konusunda tüm bu platformlarda kararlı olduğumuzu hepimizin adına söyleyebilirim sanırım.
İtiraz edenler cezaevlerine konuldu
Hükümete yakınlığı ile bilinen isimlerin rektör vs. olması ve yakın çevresini de üniversitelerin çeşitli alanlarında görevlendirmesini nasıl karşılıyorsunuz? Akademi camiasının durumu nedir?
Bu sorunun yanıtını ilkiyle birlikte büyük ölçüde vermiş oldum sanırım. Üniversitelerdeki eleştirel akademisyenlerin tasfiyesi ve AKP kadrolaşmasının bir yansıması olarak AKP’ye biat edenler rektör yapılıyor; rektöre itaat edenler dekan, bölüm başkanı vb. oluyor; dekana ve rektöre itaat edenler doçentlik, profesörlük kadrolarını alıyorlar. Biat etmeyip hala üniversitelerde kalabilenler bu kadroları alamıyorlar. Benim bir arkadaşım doçentliğini alalı 6 yıl oldu, yani şimdi bir yıllık profesör olması gerekiyordu; ama hala yardımcı doçent, ya da yeni durumda Dr. öğretim üyesi olarak çalışıyor. Üç yılda bir sözleşmesinin yenilenmesi için, akademik yeterliliğini ispat etmek üzere dosya doldurup üniversite yönetimine veriyor. Bu, üniversite yönetimlerinin yüz karası politik uygulamalarından sadece biri. 6 yıllık doçente bu muamele layık görülürken, iktidara yakın olup şartları kadrolara uymayanlar için atama koşulları değiştiriliyor. Bunlar nasıl mı oluyor? Oluyor, çünkü bu tür keyfi uygulamaları engelleyici mekanizmalar ortadan kaldırılıyor; çünkü bu ülkede, hukuk, yasa, Anayasa hepsi ayaklar altında ve bunlara itiraz edenler de ya cezaevinde, ya yurtdışında ya da ülkenin açık hava hapishanesinde. Halen üniversitelerde olanların önemli bir kısmı tüm bunlardan rahatsız değil zaten, rahatsız olanların önemli bir kısmı da sesini çıkarmamayı tercih etmiş durumda, kendilerince çeşitli nedenlerle. Ses çıkaranlar da var tabi, ama onlar da zaten çok mutsuz oldukları üniversite ortamında bir yandan soruşturmalara bir yandan da her an kapı önüne koyulma tehdidine maruz kalıyorlar. Bu son kategorideki akademisyenlerin işi gerçekten zor, bir yanıyla biz atılmışlardan daha zor hem de.