Toplumsal gerçeklikler ezeli ve ebedi değildir. Bu ilkeden hareketle toplumsal tarihe ve inşa edilmiş sistemlere baktığımızda; kimi idari, yönetimsel sistemler toplumsal varoluş ilkelerinden, toplumsal özden uzaklaştıklarında toplumsal ihtiyaç yeni doğumlara, yeni “reçetelere” neden olur. Özgür yaşam seçeneğinin sunulmadığı ya da yok edildiği, toplumun seçimsiz bırakıldığı tekçi yönetimlerde, toplumsal inşanın mücadelesi sürekli devriye halinde olur. Toplumsal inşa, toplumun sıfırdan yeniden yaratılması anlamına gelmiyor. Toplumsal zihniyetin yeniden inşasının sistemi, ilkeleri, komün gücü toplumun içinde saklıdır. Yeniden inşanın temel ilkeleri, yeni yaşamın zihniyet kodlarını da içinde barındırır. 14 Mayıs 2023 tarihinde yapılacak seçimler demokratik cumhuriyet inşasına gidilecek kapıyı aralayacaktır. Emek ve Özgürlük güçlerinin seçimsiz olmadıklarının göstergesi olma potansiyelini içinde barındırır. Bu mana ile 14 Mayıs seçimleri demokratik cumhuriyetin inşa edilmesinin yolunu açar. Toplumun kendine olan güvenini tazeler.
Rıza toplumu sürekleri genelde yüzyıldır, özelde ise son yirmi yıldır özgürlükten mahrum bırakılmıştır. Devlet bütün zor ve ideolojik aygıtları ile hakikat ve özgürlük arayışında bulunan bütün kesimlere zulmün her türlüsünü “vatanın bekası” için uygun görmüştür. Devlet iktidarı en katı şekilde birey, toplum ve doğaya karşı baskı araçlarını yenilemiştir.
Doğanın ve toplumun işleyiş kanunları baskı ve zulüm altında ise o mekan üzerinde yaşayan insanların özgürlük sorunu vardır. Toplum seçimsiz bırakılamaz. Seçimsiz bırakmak farklılığı teke indirgemektir. Farklılık, çokluğun ikrarlı birliği üzerine kuruludur ve özgürlük gerektirir. Tekleştirme, düz çizgisel yaklaşımdır. Bu yaklaşım aynılığı aynılıkta seçimsizliği getirir. Seçimsizliğin olduğu yerde zulme karşı direnme, hakikat ve özgürlük arayışı aşk düzeyinde yaşanır. Mücadele kesintisiz devam eder. Zerdüşt’ün, Mazdek’in, Hürrem’in, Mansur’un, Nesemi’nin, Pir Sultan Abdal’ın, Hacı Bektaş’ı Veli’nin, Baba İshak’ın, Şeyh Bedrettin’in, Seyit Rıza’nın, Ana Sekine’nin, Ana Zarife’nin arayışlarını bu çerçevede değerlendirmek toplumsal hakikate uygun olur. Böyle bir değerlendirme egemen ideolojinin sosyal bilimleri çarpıtmasına karşı bir duruş anlamına da gelir.
Sadece doğa değil toplum da farklılık üzerine kuruludur. “Bin bir donda baş gösterdi Müsteza” söylemi tekçiliğin en üst düzeyde reddine delîldir. Ya da “yol bir sürek bin bir” söylemi toplumsal hakikatin farklı mekanlarda, farklı dillerde, kültürlerde, renklerde görünür olmasıdır. Bütün çeşitliliğin hakikatine uygun şekilde görünür olma hakkı vardır. Hakkın on sekiz bin alemde nakş olması tekçiliğe reddiyedir. “Farklılık, evrenin olduğu kadar toplumun da esaslı bir özelliğidir.” Barış ve özgürlüğün temel ilkesi farklılığın yaşam bulmasıdır. Farklılık yok ediliyorsa demokrasi, insan hakları, özgürlük, fırsat eşitliği, vatan, millet gibi kavramlar toplumu kandırmak, algı oluşturmak, sermaye biriktirmek; toplumu bireylere, çoklu iktidarlara kurban etmek için söyleniyordur.
Türkiye’de “devlet” denildiğinde ulus – devlet akla gelir. Bu tanımlamanın kapsamı dışında kalanlara yönelik tahakküm anlayışının günün her saatinde, her yerde sürekli güncelleştiğini, toplumu kutuplaştırdığını, seçimsiz bıraktığını bilmeyen yoktur. Özellikle seçim dönemlerinde vatan, millet, din edebiyatı üzerinden toplum kutuplaştırılarak, ırkçılık en üst düzeyde dile getirilir.
Ümit Özdağ’ın HDP’ye oy vereceğini söyleyen genç bir kadına “hiç de katile benzemiyorsun” söylemi ırkçılığın resmi söylemidir. Kürt’e bakış açısının yüzyıllık ifadesidir. Bu söylem bir kişinin söylemi değildir. İttihat Terakki’den başlayarak günümüze kadar devam eden Cumhuriyet modernitesinin resmi söylemidir. Ümit Özdağ ulus devlet portresinin en üst düzeyde temsilcisidir. Üst kimlik olan Türk – İslam sentezinin vatandaşlık tanımı “kulluk, itaat ve boyun eğme” üzerine kuruludur.
Ekonomik, sosyal, kültürel, siyasi seçimde bulunmak; tercihini kullanmak, bu tercihin mücadelesini verirken nelerle karşılaşılacağının kodları bellidir. “Öteki” olmanın, toplum dışı bırakılmanın”katillikle” itham edilmenin toplumun katliamlara maruz kalabileceğinin ifadesidir. Türklük, vatan ve İslamiyet itaat ettirmenin meşru aracı haline getirilmiştir. Yaşatılan Türklük ve İslamiyet kültürel olmaktan ziyade resmi ideolojinin baskı aracı haline getirildi.
Türk – İslam sentezi cumhuriyetin kuruluşundan bu güne kadar Kürtleri, Alevileri ve tüm ötekileri dışlayan bir anlayıştır. Bu anlayışın “İslam kardeşliği – ümmetçi” söylemleri de bir asimile aracıdır. Laik milliyetçiliği katı bir din haline getiren bu anlayış bir inkar ve asimilasyon ideolojidir.
Ümit Özdağ’ın ırkçı söylemlerini 19 Eylül 1930 yılında proto tipi olan Mahmut Esat Bozkurt “Hakimiyet-i Milliye” gazetesinde şöyle dile getirmişti: “Benim fikrim ve kanaatim şudur ki, dost da düşman da bilsin ki, bu memleketin efendisi Türk’ tür. Öz Türk olmayanların Türk vatanında bir hakkı vardır, o da hizmetçi olmaktır, köle olmaktır. Dost ve düşman, hatta dağlar bu hakikati böyle bilsin.” Mahmut Esat Bozkurt 1924 tekçi anayasasının çerçevesini çizen en önemli figürlerden birisidir.
Cumhuriyetin birinci yüzyılının sonu ikinci yüzyılının başında yapılacak olan seçimlerin demokratik bir sistem inşasına kapı aralayacağını tüm ırkçılar bilmektedir. Emek, barış, demokrasi, özgürlük mücadelesi veren güçlerin özgür yaşam mücadelesi ırkçıların, sahte ümmetçilerin uykusunu kaçırıyor.