Evrim Alataş’ı ‘yüzlerdeki gülüş’ olarak tanımlayan arkadaşı Sibel Güler, habercilikte mağduriyet diline tahammülü olmayan Alataş’ın kadın ve hak odaklı haberciliğe mizahi yönüyle farklı bir bakış getirdiğini söyledi
Tanıyan ve tanımaya başlayan herkesin yüzünde gülümsemeye neden olan yazar, gazeteci, eleştirmen ve senarist Evrim Alataş’ın yakalandığı kanser nedeniyle aramızdan ayrılmasının üzerinden 13 yıl geçti. 15 Nisan 1976 tarihinde Meletî’nin Argan (Akçadağ) ilçesine bağlı Gölpınar köyünde yaşama gözlerini açan Alataş da, her Kürt çocuğu gibi devletin zulmüyle erken yaşta karşı karşıya kaldı. Baskı, gözaltı ve ev baskılarıyla devletin gerçek yüzünü gören Alataş, ilkokul ve ortaokulu doğduğu köyde okuduktan sonra ailesiyle birlikte İstanbul’a taşındı. Burada bir süre tekstil atölyesinde çalışan Alataş, köylerin boşaltıldığı ve “faili meçhul” cinayetlerin yaşandığı dönemde (1994) Yeni Politika Gazetesi’nde gazeteciliğe başladı.
Fincan Xanım
Daha sonra Demokrasi, Özgür Bakış ve Ülkede Özgür Gündem gibi gazetelerde muhabir ve editör olarak çalışan Alataş, ayrıca Evrensel, BirGün ve Özgür Politika gazetelerinde aralıklarla köşe yazarlığı yaptı. Özgür Gündem Gazetesi’nde “Fincan Xanım” köşesi ile Kürt halkının yaşadıklarını ve yaşatılanları hicivli bir dil ile anlatan Alataş’ın, Esmer, Birikim, Amargi, Siyahi ve Tiroj başta olmak üzere birçok dergide de makaleleri yayımlandı. Radikal İki eki ve Taraf gazetesinde “Kürtler Vadisi” isimli köşesinde Kürt sorunu ve Kürt halkının sorunlarıyla yakından ilgilendi. Aram Yayınları tarafından 2003 yılında yayımlanan “Mayoz Bölünme Hikayeleri” adlı kitabında Kurdistan’da yaşananları traji-komik öykülerle anlattı.
Min Dît
“Her Dağın Gölgesi Deniz’e Düşer” adlı kitabı 2009 yılında İletişim Yayınları’ndan okuyucularla buluştu. Alataş, bu kitabında 68 kuşağı liderlerinden dayısı Teslim Töre’yi, Mahir Çayan’ı ve Deniz Gezmiş’i bir çocuğun gözünden anlattı. Amed’de anne ve babaları JİTEM tarafından katledilen 3 çocuğu anlatan “Min Dît (Ben gördüm)” adlı uzun metrajlı filminin senaryosunu yazdı. Film, 46’ncı Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde “Behlül Dal En İyi Öykü Ödülü”ne layık görüldü. Ödülünü 28 Eylül 2009’da Amed’in Licê ilçesinde bombardımanla katledilen Ceylan Önkol’a adayan Alataş, törende bombalarla katledilen çocuklara dikkat çekti. Yakalandığı kanser hastalığı nedeniyle 12 Nisan 2010’da Amed’de yaşamını yitiren Alataş, vasiyeti üzerine doğduğu topraklara defnedildi. Yaşamanı yitirmeden hemen önce ise “Biz bu dağın çiçeğiydik” adlı kitabı okuyucuyla buluştu.
Abdullah Öcalan’ın sözleri
Alataş’ın yaşamını yitirdiği dönemde PKK Lideri Abdullah Öcalan avukatlarıyla yaptığı bir görüşmede, “Üzüldüm. Başsağlığı diliyorum. Ben Evrim’in birkaç yazısını okumuştum. Yazılarını özellikle doğduğu köy ve Kürt çocuklarla ilgili bir yazısını beğenmiştim. Ben onun, Malatya’nın, kendisini halkına adamış Zeynep (Zilan) ve Müslüm Doğan’ların hatırasını önemsediğini biliyorum. Okuduğum yazısından da bu sonucu çıkarmıştım. Kürt halkı ve Malatya gençliği Evrim’in de, Zilan’ın da, Müslüm’ün de anılarına bağlı kalmalı, anılarını yaşatmalıdır” sözleriyle Alataş’ın yaşamda bıraktığı izin önemine işaret etti. Yaşamı “güldürerek” yaşayan ve yaşatan yanı sıra düşündüren ve harekete geçiren Alataş’ı, yaşamını yitirişinin yıldönümü dolayısıyla Özgür Gündem gazetesinde birlikte çalıştığı Sibel Güler ile konuştuk.
Yürekli bir Kürt kadını
Alataş’ı 1998’den itibaren tanıyan ve 2006’da da Özgür Gündem’de birlikte çalışan Güler, tanıştıkları sırada Yurtsever Gençlik dergisinde editör olarak çalıştığını, Altaş’ın ise o sıralarda Ülkede Özgür Gündem Gazetesi’nde muhabirlik yaptığını aktardı. Birlikte çalışmaya başladıklarında arkadaşlıklarının pekiştiğini söyleyen Güler, 6 yıl birlikte çalıştıklarını kaydetti. Alataş’ı ve gazeteciliğini anlatan Güler, “Gideni anlatmak çok zor. Hele de Kürtlerin yüreğinde ve beleğinde iz bırakanları. Ne kadar anlatsak eksik kalacak. Evrim Alataş; her şeyden önce vicdanlı biriydi. Özgürlüğüne düşkün, yürekli bir Kürt kadınıydı. Özgür Gündem ve basının güçlü, emektar bir kalemiydi” ifadelerini kullandı.
Kadın ve hak haberciliği
“Çok güzel bir yol arkadaşıydı” diyerek, sözlerin sürdüren Güler, Alataş’ın hayatına dokunduğu herkeste “biricik” olarak yer edindiğini söyledi. Alataş’ın çok yönlü biri olduğunu ifade eden Güler, sayfa editörlüğü, gazete yöneticiliği ve gazete eklerinin sorumluluğunu da yüklendiğini dile getirdi. Ayrıca kültür festivallerinde yer aldığını belirten Güler, Kurdistan’ın dört parçasındaki edebiyatçıları bir araya getiren “Diyarbakır Edebiyat Günleri” için büyük emek verdiğini aktararak, ekledi: “Hak ve kadın haberciliği konusunda önemli katkılar sundu. Bu konuda her zaman çok titiz oldu. Haberi izlerken ayrıntılara çok dikkat ederdi. Özellikle haberin diline çok özen gösterirdi.”
Alataş ile bir anısını Güler, şöyle anlattı: “26 Şubat 2004’te katledilen Güldünya Tören’e ilişkin yaptığımız bir haberde, haberin içinde ‘töre cinayeti’ ifadesi kullanılmıştı. Bunu çok tartıştık. Evrim, bunu yanlış gördü ve çok sinirlendi. Bu ifadenin faili nasıl gizlediğini, cinayeti nasıl meşrulaştırdığını ayrıca ana akım medyanın ‘töre cinayeti’ kavramının nasıl özellikle kullandığını ve sanki sadece Kürtlere ait bir pratikmiş gibi sunduğunu anlatıp, dilimize çok dikkat etmemiz gerektiğini tutkuyla dile getirdi.”
Habere bakışı
Alataş’ın kanser hastalığına yakalandıktan sonra dahi kendisi için “tehlikeli” sayılabilecek haberlerden kaçınmadığını söyleyen Güler, “2006 yılının Mart ayında Muş’ta 14 PKK’linin kimyasal silahla katledilmesi ardından 6 PKK’linin cenazesi Amed’e getirildikten sonra eylemler başladı. Kimse Evrim’i eylemleri izlemekten alamadı. Bağlar’da o köşe bu köşe nasıl haber izlediğimizi, kemoterapi ilacının yarattığı halsizliğe rağmen çok net hatırlıyorum. O halkın eylemlerini izlerken Dicle Haber Ajansı’ndan (DİHA) bir muhabirin arayıp ‘Evrim abla halk karakolu ele geçirdi, karakol düştü’ demesi üzerine Evrim’i tutmak hiç mümkün olmadı. Çok halsiz olmasına rağmen eve değil, haber ajansına gitti. Demem o ki Kürtlere dair her habere karşı okuyuculara karşı çok büyük bir sorumluluk duyardı” dedi.
Kadın ve mizah
Gazete dağıtımcılarıyla da sık sık ilgilendiğini ve yaşadıkları sorunları dinlediğini belirten Güler, “Halkın eleştirilerini gazete dağıtımcılarından dinlerdi. Bu da okuyucu ile kurduğu bağı ve ona karşı duyduğu sorumluluğu göstermeye bir örnektir. Evrim Alataş, ağlak ve mağdur dile tahammülü olmayan bir insandı. Başka türden bir dille mücadelenin daha etkili olacağına inanıyordu. Ki bu konuda haklıydı. Mizahçı yönü Özgür Gündem açısından da bir ilkti. Çünkü Özgür Gündem’de mizah alanında kadını var eden kişi Evrim Alataş’tır. Evrim, Özgür Gündem’de mizah yazan ilk kadın yazardır. ‘Kadınlar olarak düzeni biraz da gülerek bozalım’ diyordu” ifadelerini kullandı.
Alataş’ın Özgür Gündem’deki “Fincan Xanım” köşesine değinen Güler, “Fincan”ın Wan’da yaşayan ve fikrini söylemekten çekinmeyen, aksi ve çok konuşan bir kadın olduğunu bu nedenle köşesine bu ismi verdiğini belirtti. Güler, “Evrim, ‘Mizah ötekinin silahıdır. Fincan xanım gibi çok konuşarak ve anlatarak bu silahı kullanmalıyız’ diyordu. Nitekim onun başlattığı bu köşe yazıları aynı zamanda neyin Kürdü ve kadını acıttığını gösteriyordu. Köşesi çok sevildi. Sadece okuyucuları değil çalıştığı her yerde güldürürdü. Çünkü ağlak, mağdur dile bir tahammülsüzlüğü vardı. Hayatına dokunduğu herkese ‘Evrim’ derseniz Evrim’i yüzlerinde bir ‘gülüş’ olarak görürsünüz. Evrim, Kürt gazetecilerin yüzünde bir gülüştür” diyerek anlattı.
Susuturulmayan ses
Alataş’ın “Amed sevdalısı” olduğunu paylaşan Güler, 2005’te hastalığının nüksettiğini ve ardından Amed’e yerleşmeye karar verdiğini söyledi. Alataş’ın bu kararı almasının nedenine değinen Güler, “Çünkü kaynağa dönmek istiyordu. Onun için kaynağa dönüştür. İstanbul’da yaşamak yerine Diyarbakır’a döndü. Toprağı olarak görüyordu. Güçlü bir bağı vardı. Evrim Alataş, Kürdün sesine ses katmış, özgür basın geleneğine büyük bir emek veren isimdir. Susturulamayan Kürt basının yüz akıdır” dedi.
Direnişin mekanı
Alataş’ın “dağ” figürünü sürekli kullandığını ve bu figüre büyük bir anlam verdiğine dikkat çeken Güler, şöyle devam etti: “Her Kürt’te olduğu gibi dağ Kürt’tür. Kürdün tek arkadaşıdır. Onu var eden, varlığını çoğaltan tek mekandır. Bu nedenle de anlamı büyüktü. O topraklarda doğduğu günden beri Kürdün ezilişine tanık ettiği gibi o zulmü yaşamış biri de aynı zamanda. O nedenle her Kürt gibi direnişin mekanı olarak dağlara anlam yükleyen bir insandır. Onun için dağlar direnişin mekanıdır.”
Haber: Mehmet Aslan/MA