Hangi konudan bahsedersek bahsedelim seçimler dolayısıyla mesele dönüp dolaşıp siyasete geliyor. Müzikle, sinemayla, edebiyatla ilgili yazayım diye oturuyorum bilgisayarın başına, yazının yolu seçime ve siyasete çıkıyor kendiliğinden. Yaklaşık bir yıldır, kaynayan seçim kazanına neler doldurulmadı ki. Kaç kazan kaynadı, kaç kazan devrildi, yeni kazanlar kuruldu, aşlar yeniden kaynatıldı. Oysa bu arada on ilde on binlerce insanın öldüğü, on binlerce insanın yaralandığı, yüz binlerce insanın bedeninde, ruhunda ağır yaralarla sağ kurtulduğu ama varını yoğunu kaybettiği, nerdeyse üç şehrin tamamen yıkıldığı bir dehşetengiz felaket girdi araya. Bu felaket, daha üzerinden bir ay geçmeden yerini seçim gündemine bırakıverdi. Önceleri utangaçça, sonraları gittikçe arsız, hayasız, utanmasız bir tonda. Mesela bu akşam ona yakın ana akım TV kanalını iki üç saate yakın izledim ve hiçbirinde depremin adı dahi geçmedi. Bir ülkede seçim meselesinin, böylesi bir felaketi dahi gölgede bırakacak şekilde gündem olması çok marazi bir durum değil midir? İktidar ve periferisinde kümelen güruh açısından bir ölüm kalım meselesi seçimi kazanıp kaybetmek. Kaybederlerse depreme dair suçlar da dahil bir sürü şeyin hesabını vermek zorundalar. Bagajları ağzına kadar dolu. Öbür cephede ise yargıdan, adaletten, iş bulmaktan, çocukları için bir gelecek kurmaktan umudunu kesmiş; yoksulluktan, sefaletten, baskıdan bezmiş herkesin sarılabileceği ve etki edebileceğini düşündüğü tek şey oy-sandık-seçim. Durum böyle olunca haliyle seçim, seçim olmaktan çıkıp kaybedenin her şeyini kaybettiği meydan muharebesine dönüşüşmüş durumda.
Cumhurbaşkanı adayları belli oldu, şimdi milletvekilliği liste savaşları için tozu dumana katmış bir savaş cereyan ediyor hepimizin hayatının orta yerine oturmuş bir şekilde. Geçen hafta yazmıştım, hakkını versen, anandan emdiğin sütün burnundan geleceği bir iş olan milletvekilliği için “sahi insan neden milletvekili olmak ister” diye sormuştum. Muazzam bir maaş, kıyak emeklilik ve hayatın pek çok alanında kıyağından da kıyak ayrıcalıklar ve elbette ihale alma kudretine sahip bir partideysen kısa zamanda zengin olma hayalleri. Neresinden bakarsan bak son derece prestijli bir iş. Yani öyle “halka hizmet için buradayım” söyleminin ne manaya geldiğinin herkes tarafından bilindiği bir iki yüzlülük anlayacağınız. Peki mesela ucunda ölüm, hapis, sürgün gibi onca eziyetin çok muhtemel olduğu HDP’de insanlar neden vekil olmak ister diye sormuştum.
Bu yukarıda saydığımız kıyaklar ve prestij için milletvekili olmak isteği ne kadar insanın motivasyon kaynağıdır acaba HDP’de? Şüphesiz HDP’nin fikriyat olarak durduğu yeri, motivasyonunu, ödediği bedeli, arzu ettiği demokratik toplum tahayyülünü tartışmaya açmak değil mesele. Burada tek tek kişilerin motivasyonu ve aday adayı olanların aday olamadıkları için yaşadıkları küskünlük ve hayal kırklığı, aday olarak seçilen isimler üzerinde yürütülen canhıraş tartışmalar, beğenilmeyen bir isim üzerinden koparılan kıyametlerden insanda her şeyin sonunun geldiği, HDP siyasetinin ebediyen yenildiği, yahut misyon ve amacını kaybettiği duygusu yaratan feveranlar. İnsan öyle bir zanna kapılıyor ki sanki milletvekilliği olmadan önceki dönemde Kürtler siyaset yapmıyordu, yapamıyordu. Yahut parlamento dışında Kürtlerin, sosyalistlerin bir mücadele alanı yokmuş gibi. Bütün her şey meclise ve meclise seçilecek doğru kişilerin seçilmesine bağlıymış gibi. Kimse mesela yerelde bir il başkanının, ilçe başkanının doğru insandan seçilip seçilmediği ile ilgili böylesi bir tartışma yürütmüyor. Ya da il başkanı, ilçe başkanı olmak için öyle bir ilde iki yüz üç yüz kişi sıraya girmiyor. Oysa yerelde bu sorumluluğu üstlenmiş olan parti yöneticilerinin yaptığı iş bir milletvekilinin yaptığından bin kere daha kıymetlidir.
O yüzden bu milletvekilliği, parlamento, aday olarak belirlenen isimler üzerinden yürütülen tartışmalar, Kürt siyaseti için, sosyalistlerin yürüttüğü siyaset için bir ayrıntıdan ibarettir ve yürütülen diğer mücadelenin yanında çok büyük bir kıymeti harbiyesi yoktur. Kimlerin milletvekili olduğu, buna layık olup olmadıkları, bunun hakkını verip veremeyecekleri bir makul düzeyde bir tartışma konusu olsa da parlamento dışında, mahallede, sokakta, fabrikada, tarlada nasıl bir mücadelenin sürdürüleceği, milyonların aşının, ekmeğinin, özgürlüğünün nasıl kazanılacağı ve savunulacağı Kürtlerin, solcuların, sosyalistlerin asıl meselesi ve asıl gündemidir. Parlamento durgun sudur, sokaklar akan nehirler. Durgun su çürür, nehirler özgürlüğe yürür.