Kılıçdaroğlu geçen Cuma günü Twitter’dan yaptığı konuşmada “ölümü göze aldım” deyiverdi.
Sandığa güle oynaya gidileceğini ve oradan da bayram havasıyla çıkılacağını sanan parlamentarist budalalar için bu konuşma yerinde bir uyarıdır. Kılıçdaroğlu bile “ölümden” söz ediyorsa, varın gerisini siz düşünün.
Her evin duvarında en az bir şehit resmi asılı olan Kürt halkı için “ölüm hoş geldi safa geldi”. Ama konuşan Kılıçdaroğlu. “Ölümüne mücadeleden” söz ediyor. Kulağına tehdit seslerinin gelmesi gereksiz. Mevcut rejimin üstün körü analizini yapmak, onunla mücadelede her türlü tehlikeyle karşı karşıya kalınacağını anlamaya yeter. Onun gerçekten de ölümü bile göze alacak kararlılıkta olup olmadığı tartışma götürse de, çıktığı yolda ölüm tehdidiyle karşı karşıya olduğunu biliyor olması kendi başına bize bu seçim sürecinin nelere gebe olduğunu anlatıyor. Buna Akşener’in bir avuç mermiyi avuçlayıp TBMM salonuna fırlatmasını da ekleyin.
Bu satırları okuyanlar Yeşil Sol Parti’nin seçim bürolarının açılış toplantılarının “şenlikli” mitinglere dönüşmesini sakın eleştirmesin. Çünkü eleştirilmesi gereken halkın ölüme meydan okuyan halaylarla yola çıkması değil. Kimi siyaset erbabının bu halka “kolay zafer” vaat etmesidir. Bugünün Türkiyesi’nde parlamentarist ve legalist iyimserlikten daha tehlikeli bir politik eğilim yoktur. Çünkü halkı “kolay zafere” inandırmak, rejime sahte iyimser havayı tek bir mermiyle dağıtma fırsatı verir. Oysa tehlikelerden haberdar edilen ve tehlikenin üstüne halaylarla, horonlarla, şarkılarla, türkülerle yürüyen halktan bu defa rejim korkar.
Çok anlatılmış fıkrada olduğu gibi. Halka attığı her ekonomik kazıktan sonra halkın homurdanmasına aldırmayan müstebitin, attığı son kazıktan sonra halk sokaklarda bayram etmeye başlayınca korkuya kapılması boşuna değildir.
Kolay zafer inancı, bir de zafere yürüyen halkın örgütlerinde ortaya çıkacak beklenmedik “sorunlar” yüzünden de birdenbire karamsarlığa yol açar. Bitmeyen “tartışmalar”, karşılıklı öfkelenmeler, bıktıran usandıran suçlamalar bazan devlet teröründen bile daha etkili olabilir. Türk solunda tartışma bir defa başlayınca, onun bir sonuca ulaştığına pek şahit olunmamıştır. A konusunda başlayan herhangi bir önemsiz tartışma, alfabenin bütün harflerindeki konuları bir anda kapsamıştır. Sonuçta meydana gelen düşmanlıkların hangi harfle başladığı bile unutulmuştur.
Bu hastalıklı durumun Yeşil Sol Parti saflarına bulaşmaması şu aralar çok büyük bir önem taşıyor.
“Liste” ve “aday” tartışmalarından söz ediyorum. Bu tartışma yapıldı. “Tek liste” diyenlerle “çok liste” diyenler, “liberalden aday olmaz” diyenlerle, “bal gibi olur” diyenler tartıştı. Sonuçta tartışanların partisi bu konularda “karar” verdi. Hani seçime hala beş altı ay var desek, tartışmayı sürdürmekte yarar bile olabilirdi. Ama artık zaman kalmadı.
Hiç kuşkusuz tartışanlar birbirine zıt önerilerde bulunmuş olsalar da, hepsinin ortak amacı Yeşil Sol Parti’nin seçimden başarıyla çıkması olmuştur. Ancak seçime sayılı günler kala parti karar verdiği halde tartışmaya devam etmek, artık “liste ve aday” tartışması olmaktan çıkar, “kararın” tartışılmasına döner ve sonuçta partinin kendisini hedef almaya başlar. Oysa tartışanların ortak amacı “partinin başarısı” olduğuna göre, taraflar kendi görüşlerini korusalar da, anlaşmazlığı bir yana bırakıp partinin başarısı için kolları sıvamalıdırlar.
Bir de şuna değineyim: “Erdoğan mı, Kılıçdaroğlu mu” ikilemine sıkıştığımızı düşünenler var. Hatta bu sıkışmayı “üçüncü yolla” bağdaştırmakta zorluk çekenler de. Kılıçdaroğlu’nu desteklemenin bizi düzen partilerinin peşine takacağı kaygısı yersiz değildir. Eğer bu desteğin kapsamı, diktatörü devirme amacının dışına taşar ve Kılıçdaroğlu başkanlığından “çözüm” beklentisine dönüşürse bunun sonucu devrimci değişim, dönüşüm perspektifinden tehlikeli şekilde uzaklaşma olur.
Bunu önlemenin yolu bana sorarsanız kendi adayımızı çıkarmak değil. Halkı sistemli şekilde uyarmaktır. Kılıçdaroğlu’nun seçilmesi değil de, Erdoğan’ın devrilmesi, Demokratik Cumhuriyet yolunun açılması için bize, en az birkaç ay boyunca olanak sağlayacaktır. Rejimi restore etmek isteyen altılı masa hükümeti kurumsallaşana kadar geçecek bu zamanı “beklentiyle” geçirmek cinayet olur. O nedenle Kılıçdaroğlu’na oy vermek doğru mu, yanlış mı tartışması yapmak yerine, bu gibi bir beklentinin yanlış olacağını bıkmadan anlatmak gerekir.
Bunu anlatmak, beklemenin yerine harekete geçmeye yol açar.
Şunu da kişisel fikrim olarak ekleyeceğim: Seçimlerde Erdoğan devrilirse, halkın önündeki büyük bir engel ortadan kalkar. Sistemin yedek gücü iktidara geldiğinde ise, benim tahminim odur ki, bu yedek güç de eşine tarihimizde rastlanmayan çoklu kriz enkazının altında iflas edecektir. Böylece sistemin hem faşist, hem de restorasyoncu alternatifleri iflas edince, geriye “Yeşil Sol üçüncü yol” kalacaktır. Halk kendi öz deneyleriyle bu yolun yolcusu olacaktır.
O açıdan benim Kılıçdaroğlu’na vereceğim destek de, “asılacak adama ipin verdiği destekten” farklı olmayacaktır.
Bugünlük bu kadar yeter…