Barış Vakfı Başkanı Hakan Tahmaz ile KCK’nin eylemsizlik kararını ve seçimleri konuştuk: Bu seçimlerin kritik olduğunu söylüyorsak hiçbir muhalif partinin seçime girme işini başkalarının haklarına zarar getirecek riskleri olan bir yöntemle yapmaması lazım
Nezahat Doğan
Türkiye seçim sath-ı mailine çoktan girmiş bulunuyor. Karışık bir siyasi tabloyla karşı karşıyayız ve gündem her an değişecek sıcaklıkta devam ediyor. Sonuçta bu seçim, ya tekçi, despotik, dinin araçsallaştığı baskı rejiminin daha da derinleşeceği anti-demokratik sürecin devamı; ya da demokrasinin, barışın, çözümün tercih edileceği demokratik cumhuriyetin seçimi olarak geleceğe yön verecek. Tam da bu süreçte KCK’nin insani değerler ve vicdani sorumlulukla, depremin açtığı yaraları gözeterek aldığı eylemsizlik kararı ve seçim sonuna kadar bunu uzatması önemliydi. Üçüncü yol olarak ittifak oluşturan HDP, Yeşil Sol Parti kimliğiyle yola devam edeceğini açıklarken, demokrasi güçleriyle “birlikte değiştireceğiz,” diyerek tarihi bir sorumluluğu da üstlenmiş bulunuyor.
KCK’nin aldığı eylemsizlik kararını bir gün dahi olsa çok kıymetli olduğunu belirten Hakan Tahmaz’a göre Türkiye tarihi bir dönemeçte ve bu fırsatı herkesin barış için ve Türkiye’nin köklü sorunu olan Kürt meselesinin çözümü adına çok iyi değerlendirmesi gerekir diyor. Önümüzdeki süreç demokrasi ve barış açısından hem önemli fırsatları, hem de önemli riskleri barındırıyor. Bu karışık siyasi tabloyu, olası gelişmeleri, demokrasi ve barış adına yapılması gerekenleri Barış Vakfı Başkanı Hakan Tahmaz ile konuştuk.
KCK yaptığı açıklamayla eylemsizlik kararını uzattığını açıkladı, bu barış için ne anlam ifade ediyor?
Barış Vakfı yıllardır barış için mücadele yürütüyor. Bizim için parmağın bir gün dahi olsa tetikten çekilmiş olması tarif edilemeyecek değerdedir. Tek taraflı ilan edilmiş ateşkesin ya da eylemsizlik kararının kıymetli olduğunu düşünüyoruz. Kararla cenazelerin gelmesinin ve ölümlerin önüne geçilmiş oldu. Bütün seçimlerde eylemsizlik kararı alınıyor ve doğru yapılıyor. Biliyoruz ki sokak kışkırtılıyor; bunu devletin bazı kurumları ve milliyetçi çevreler yapıyor; bundan medet umanlar yapıyor. Bu tabi ki seçimlerin rahat ortamda gerçekleşmesinin ve seçmen iradesinin önüne de engel oluyor. Bunun için şu an eylemsizlik kararının çok kıymetli olduğu kanaatindeyim.
-Bugün bu eylemsizlik kararı konuşulmuyor ve neden yeterince gündemde değil?
Pek çok kesimin gündeminde değil… Ama bugün Türkiye’nin içinde bulunduğu durumdan çıkmasını isteyenler; hukuksal, kurumsal devlet yapısının çalışmasını isteyenler bunu dikkatle izliyor. Türk milliyetçisi olmayan, savaştan siyaset istemeyen kesimler, kurumlar ve partiler bunu izliyor.
-İyi de niye konuşulamıyor?
Çünkü 2016’dan 2022 yılına kadar bu ülkede barış diyenlere, Kürt sorununun çözümünü isteyenlere “Ne çözümünden bahsediyorsunuz?” deniyordu. Kürt meselesini devlet gündemden çıkardığı gibi, sivil toplum ve muhalifler de gündemden çıkardı. “Ya şimdi bunun zamanı mı?”, “Türkiye çok daha kötüye gidiyor,” sözlerini çok duyduk. Aslında 2015 sonrasının güvenlikçi politikalarında, sadece savaş ve çatışma olarak ifade edilemeyecek uygulamalar da var. Mesela üniversitelere bakın, kapalı… Neden? Güvenlik tehdidinden dolayı, deprem duyarlılığından değil.
-Toplumsal dinamiklerin harekete geçmesinin önünü almak mı? Bir korkunun güvenlikçi politikalara sirayet etmesi mi?
Evet, çok keskin… Bu güvenlik politikalarının alt başlıkları var; sınır dışında askeri operasyonlar, bombalamalar gibi Kürt bölgelerinde Kürtlerin üzerinde estirilen her türlü devlet terörü diye tarif edebileceğimiz durumlar. 2017-2018 yıllarında Türkiye seçimleri 20 ilde OHAL varken yaptı. Bu hiç gündeme gelmedi. Türk siyaseti devletin beka tehdidini satın almıştı ve buna rıza gösterdi. Kürt sorunu ve Kürtler bağlamında gündeme gelen her türlü sorun, önemli sorun olmaktan çıktı.
-Bu ülkede geçtiğimiz dönemde bir barış süreci yaşandı. Bugün de Kemal Kılıçdaroğlu Kürt sorununun çözüm adresini meclis olarak gösterdi. Tekrar barış dönemleri yaşanır mı? Bu realitede ne kadar karşılık bulur?
Şimdi 2016 sonrasında ve halen sürdürülen dış ve iç politikaların; devlet aklının, Cumhur İttifakı aklının politikalarının sürdürülebilir olmadığı görüldü. Türkiye Batı’dan gittikçe yabancılaştı. Bunu toplum da fark etti. Suriye’deki ve bölgedeki gelişmelere baktığımızda, bölgesel güçler Suriye’deki savaşa son verecek bir formül arayışında. Türkiye’nin bugüne kadar ortaya sürdüğü politikalarda ise ne bölgede, ne de dünyada yanına alabildiği, birlikte hareket edebildiği ikinci bir ülke yok. Türkiye’nin kendi yurttaşlarıyla barış yapmaktan uzaklaşan devlet aklı, Amerika, Rusya, İran ve Esad ile bir yol bulmaya çalışıyor.
İktidarın esas politikası Kürt siyasal demokratik hareketini bastırmak… Yerel yöneticileri iki kez görevden aldı. Pek çok seçilmiş milletvekilini görevden aldı. Ama bir şeyi değiştiremiyor, Kürt seçmen sandıkta tercihini yaparken ona etki edemiyor. Kürtleri sokağa çıkartmıyor, yasaklıyor, tepkisine de izin vermiyor ama sandıkta ve parlamentoda istediğini elde edemiyor. Artık bu politikalarla bir yere gidilemeyeceğini devlet fark ediyor. Türkiye bir değişimin eşiğinde. Buna kendi iktidarı için direnç gösteren bir AK Parti var. Yanına milliyetçi ve buradan beslenen başka siyasal güçleri, Türk milliyetçisi güçleri ya da Hüda-Par ve Yeniden Refah Partisi gibi Türkiye’nin tarihsel olarak en gerici bloğunu alarak politikasını sürdürmek istiyor. Türkiye ya buna onay verecek ya da değişimden yana irade ortaya koyacak.
-AKP-MHP’nin Taliban ve Hizbullah ortaklığı diyebileceğimiz kadar keskin bir ittifakla yol alması demokrasi ve barış açısından nasıl bir tehlike barındırıyor? İktidar neden böyle sürece yöneldi?
Ne yazık ki, Türk siyasetinin hiçbir kümesinde değerler tutarlılığı üzerinden bir siyaset oluşmaz. AK Parti’nin bu yüzü açığa çıktı. Recep Tayyip Erdoğan önce gömleğini değiştirerek başladı, AB ile bütünleşme sürecini yürüttü, Türkiye’yi demokratik açılımlara yönetti, sonra birden o gömleği yeniden giydi ve tek bir odağa geldi. “Ben iktidarımı sürdüreyim de, nerde nasıl bir yöntemle olursa olsun,” noktasında.
-AKP’nin kendi içinde gizli bir ajandası olduğu tartışmaları hep vardı. Şimdi şeriata uzanan ve dinin araçsallaştırıldığı yerde keskinleşen bu ajanda mı ortaya çıktı?
Ben böyle bir şeyden çok emin değilim ama şunu söyleyebilirim. İktidar olmayı ve iktidarda kalmayı temel ilke edilmiş vaziyette. Bakın Ergenekoncular ile anlaşarak iktidarda oturuyor. Eski Bakan’ın sözüyle ifade edeyim: “Eskiden bakanlık koridorlarında yazar-çizer, aydın, sivil toplum örgütü temsilcileri vardı. Şimdi Ergenekon davasından yargılananlar, Vatan Partisi yani Doğu Perinçek’in arkadaşları var orada” diyor. Bir yığın siyasal İslamcı da AK Parti’nin bugünkü pozisyonunu eleştiriyor. Şu bir gerçek ki AK Parti bir aile ve zümre iktidarı kurdu. Devleti yönettiğini sanıyor ve bunun devamını sağlayacak normal olmayan her yolu da deniyor. AK Parti, politik zemine denk düşmeyen işler yapabiliyor ve her yol mubah onun için… Şu anda Türkiye’yi yönetemeyen bir iktidar var; depremi yönetememiş. Bir hafta hiç uğramadığı yerler var. Deprem döneminde çadır satan bir devlet kurumu var. Bu kadar pespayelik ve rezalet olamaz. AK Parti’nin bütün hedefi bir oy farkla da olsa seçimi alabilmek.
Diğer taraftan, seçimden toplumun büyük beklentisi ve Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanlığı adaylığı etrafında büyük bir güç birikmesi var. Kılıçdaroğlu’nun seçimleri almasıyla bizim söylediğimiz gibi demokratik, özgürlükçü bir cumhuriyet mi olacak? Cumhuriyetin ikinci yüzyılı çok tartışılıyor ve Kılıçdaroğlu bunu demokrasiyle taçlandırmak istiyor. Ancak benim buraya ilişkin bazı çekincelerim var.
-Ne gibi çekinceler?
Kılıçdaroğlu bir sabah kalkıp, “Kürt sorunu var, Kürt sorununu Meclis’te çözeriz,” demedi. Adım adım bir yere geldi. Buraya gelirken de Türkiye’nin değişim ihtiyacını ve isteğini gördü. Türkiye’nin yakın siyasi tarihinde ilk defa bir parti lideri bu değişim ihtiyacına talip olurken de partisine, tabanına, seçmenine çağrı yaptı; “değişmek gerekir ama biz de değişmeliyiz,” diyerek. Ve bunu net, açık yaptı. Bunu nereye kadar sürdürebilir, bunu bilemeyiz. Ama başka bir şeyin altını çizmek istiyorum. Biz hep değişimi, demokratikleşmeyi, barışı kendi dışımızdakilerden bekliyoruz. Bütün dünyada görülüyor ki, bu sadece siyasi aktörlerin karar vererek olabilecek bir şey değil.
-Burada toplum ne bekliyor, ne istiyor? Demokratik Türkiye isteyenler ne yapacak?
Barış Vakfı olarak çözüm sürecinden de çıkardığımız derslerle Kılıçdaroğlu’nun çıkışının, yaklaşımlarının ve bu arayışının kıymetli olduğunu düşünüyorum. Bundan önceki dönemlerde “Kürt sorununu çözdük, Türkiye’de Kürt sorunu değil, terör sorunu var” denildiğini gördük. Toplum bunu satın almıştı. Kürtler dışında “Hayır, Kürt sorunu çözülmedi” diyen, Barış Vakfı, İHD gibi bir iki sivil toplum örgütü vardı. Toplum “Şimdi Kürt sorunu çözüm zamanı değil” noktasına gelmişti. Ana akım Türk siyasetinin aklı “Kürt sorunu Meclis’te çözülür” dediği zaman toplumda atmosfer değişti.
-Var olan Kürt sorununda bir kabul etme ve rahatlama mı oldu?
Türkiye’nin Kürt sorunu HDP sorununa indirgenmişti, öyle bir hal almıştı. HDP’liler ağızlarını açtıklarında Kandil konuşuyor diye bakılıyordu. Şimdi Türkiye başka bir döneme girdi.
-Kürt sorununa toplumsal bakış değişti mi diyorsunuz?
Hayır! Toplumsal bakışı değiştirecek bir çıkış yaşandı. Bunu kıymetli yapan şudur: Biz Barış Vakfı olarak geçen yıl mayıs ayında bir rapor yayınladık. Orada “Türkiye toplumunun Kürt sorununa, barış meselesine yaklaşımını belirleyen siyasi partilerin liderlerinin takındığı tutumdur,” diyoruz. Lider barıştan, görüşmeden, müzakereden yanaysa o partinin seçmeni oraya doğru evirilir, değilse karşısında olur. Çözüm sürecini düşündüğümüzde, çeşitli nedenlerle CHP bu işin içinde değildi, Parlamento dışındaydı. Toplumun 2016’dan sonra girdiği siyasal atmosferi gördüğümüzde ve şimdi gelinen noktada Kılıçdaroğlu gibi ana muhalefet partisinin liderinin bu sözü bir defaya mahsus değil, sistematik olarak etmesi, Diyarbakır’da da söylemesi önemlidir.
Bunu önemli kılan ikinci bir nokta, artık Türkiye’nin iç meselesi olmaktan çıkmış barış, Kürt meselesi gibi büyük bir sorunun çözümü fırsatlarını ve olanaklarını değerlendirmektir. Barışı savunanlar, çözüm isteyenler barış için açılma ihtimali olan kapının kolunu zorlamakla mükelleftirler. Biz “açılacak mı açılmayacak mı belli değil” diyemeyiz. O kapıyı açarız, açmaya çalışırız, direnç gösterenlerin karşısına da ayağımızı, vücudumuzu kapının arasında direnç haline getiririz. Aynı zamanda Kürt meselesinin de, Cumhuriyetin de, yeni oluşacak sistemin de nasıl bir hal alacağı, barıştan yana, emekten yana, özgürlükten yana siyasal güçlerin, sivil toplum örgütlerinin sorumluluğudur. Bütün siyasi aktörler siyasi adım atarken kendi hesabını yapar. Kılıçdaroğlu’nın kafasından hangi tilki geçiyor, siyasi hesap mı yapıyor? Bize, sivil toplum örgütlerine düşen onu o noktada cesaretlendirmek, yönlendirmek, itelemek. Bu kritik aşamada bir dönemin sona ereceğine yönelik umudum yüksek.
-Parlamento için üçüncü yol Yeşil Sol Parti bünyesinde seçimlere girecek. Bileşenleri arasında TİP, EMEP var. Nasıl bir parlamento görüyorsunuz?
Ben gelişmelerin umut vaat ettiği kanaatindeyim. Fakat hayale de kapılmamak gerekir. 15 Mayıs sabahı “hadi çözüm, hadi İmralı ile görüşelim, Kandil ne yapacak, silah bırakacak mı?” tartışmasıyla olmaz bu iş. Bir yola girildi. Millet İttifakı’nın içinde MHP’den ayrılmış, Türk milliyetçileri de, demokratik zihniyetten oldukça uzak olanlar da var. Zaten anlaştıkları ana mesele de güçlendirilmiş parlamenter sistem… Barışın gerçekleşmesi devlet kurumlarının kuralların ve hukukunun işletilmesiyle olur. Eğer değiştirecek hukuk bulamazsanız zaten barış olmaz. İşleyen bir kurum inşa edemezseniz barış sağlıklı gelişmez. Şimdi Kılıçdaroğlu diyor ki; “ben kurumları, kuralları, yasaları işleteceğim, parlamentoyu işleteceğim.” Çözüm sürecine dönecek olursak, parlamentoyu işletmek demek açık şeffaf yeni bir süreç olacak demektir. Bu elimizde bir veri… Bu yola girdiğimizde Emek ve Özgürlük İttifakı bu yolda ikinci güç olacak.
-Bunun yolu size nedir?
Üçüncü yol HDP’nin ana omurgasını Kürt temsiliyeti oluşturuyor. Türkiye’nin demokratik bir zeminde ilerleyebileceği yola girebilmesi için Kürtlerin parlamentodaki temsiliyeti 2015 seçimlerindeki kadar önemli. Altını çizerek söylüyorum daha nitelikli, daha donanımlı bir temsiliyete ihtiyaç var. Meclis’te altmış kişi olmak çok önemli ama kürsüyü kullanan, Türkiye’nin bütününe ve sorunlarına hitap eden ve çözüm üretebilen, yol gösterebilen bir düzeye gelinmesi de çok önemli.
Önümüzdeki birkaç gün içinde milletvekilliği listeleri verilecek. Bu seçimlerin kritik olduğunu söylüyorsak hiçbir muhalif partinin en doğal hakkı olan kendi bayrağı ve kendi kimliği ile seçime girme işini başkalarının haklarına zarar getirecek riskleri olan bir yöntemle yapmaması lazım.
-TİP’i mi eleştiriyorsunuz?
Eleştirmiyorum, ben öneriyorum. TİP ayrı girmek isteyebilir, ben bunda bir sorun görmüyorum.
-Ama bu dönem o dönem değil hesapların olmaması gerekir mi diyorsunuz?
Ayrı girebilir. Emek ve Özgürlük İttifakı’ndan ayrışabilir, ben ayrı gireceğim diyebilir. Ama bütün uzmanlar şunu söylüyor; ayrı listede farklı çatılarda girerse oylar büyük partiye yarıyor. Böyle bir risk üstlenmememiz gerekir diye düşünüyorum. Parlamentodaki demokrasi ve barış güçlerinin Türk milliyetçisi olmayan güçlerin sayının bir tane dahi fazla olması kritik bir öneme sahip. Bugün bu gerçekten çok önemli… Türkiye, tarihinin görmediği oranda Türk milliyetçisiyle karşı karşıya; Hüda-Par, Yeniden Refah partisi, BBP ve bütün bunları düşündüğümüzde parlamento zemini yeni bir krizin, yeni bir çözümsüzlüğün zemini haline gelebilir.
-Bu dönemde herkes kendine neyi öncelik edinmeli ve sormalı?
Partiler ve bireyler olarak yaptığımız ve yapmadıklarımızdan da sorumluyuz. Ben sosyalist soldan gelen bir insanım. Yıllardır ömrümü buna adadım. Şu an kendimizi saydırmanın zamanı değil. Bu kadar açık söylüyorum: Herkesin kendini ve kendi örgütünü büyütme hali en doğal hakkıdır, bu tartışılamaz. Ama 14 Mayıs’ta bunu geri çekmeliyiz.
-Mesela EMEP bunu yaptı ve Yeşil Sol Parti’nin adında giriyor seçime…
Çok iyi bir iş yaptı, tebrik etmek gerekir. Hangi gerekçeyle yaptı beni hiç ilgilendirmiyor ama yaptığı işin için “Oh ya sevindim” dedim.
-Aynı sorumluluğu TİP’in de mi göstermesini bekler miydiniz?
Orada tanıdığım, değer verdiğim, birlikte mücadele eden insanlar var. Umarım bunu yaparlar, başarırlar. Yapmazlarsa şu kötü olur diye düşünüyorum. Sözü ediliyor; beş altı yerde kayba uğrayabilir deniliyor. Bugünkü Türkiye gerçekliğinde, bugünkü sol demokrasi güçleri denkleminde altından kalkılması ağır bir bedel olur diye düşünüyorum.
-Tarihi bir süreçte Yeşil Sol Parti toplumsal sorumlulukla bu yükü sırtlayarak önemli bir açılım mı sağladı?
Yeşil Sol Parti bugünkü siyasal atmosfer, bugünkü siyasal riskler açısından kıymetli ve önemli bir iş yaptı. Bunun altından da başarıyla çıkacaklarını umuyorum. Mesele bir, üç, beş milletvekili kazanma meselesinin ötesine geçmiş durumda, altını çizerek söylüyorum, Kürt siyasi temsilcilerinin de etkili, donanımlı bir temsiliyetinin zamanıdır diye düşünüyorum.
-Milletvekillerini de ona göre seçmeliler diyorsunuz?
Bu gerçekten önemlidir. Meclis’teki konuşmalarda ne söylemek istediğini iyi anlatan, duruşuyla, donanımıyla vizyon sahibi temsilciler önemli. Kürt seçmen de bunu istiyor.
Hakan Tahmaz’ın derdi nedir?
Benin derdim barış ve çözüm. Önce rahat bir nefes alacağız. Bu iktidarın seçimleri almak için yapmayacağı hiçbir şey yok. Mutlaka birçok oyunu devreye sokacaktır. O nedenle bize hem cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, hem de parlamento seçimlerinde uyku yok. Türkiye için barışsız bir gelecek yok. Barış olmadan bir refah yok, demokratikleşme yok, yeni bir yüzyıla ulaşmak yok. Cumhurbaşkanı adayı Kılıçdaroğlu cumhuriyeti ikinci yüzyılda demokrasi ile taçlandıracaksa kurucu felsefeye neşter atmak zorunda. Türkiye sadece Ankara’dan yönetilemez, çok kültürlü, çok inançlı, çok dilli bir toplumda, bunu kabul ederek tekçilik üzerinden ilerleyemez. 14 Mayıs’ın bu yola gireceğimiz bir eşik olacağını umut ediyorum. Biz ne kadar ter dökeceksek cumhuriyet ya da Türkiye başka bir Türkiye’ye doğru o kadar ilerleyecek.