Tek bir günde bin 500 işçiyi kurşuna dizmişti Albay Varela ve bedelini ödedi. Üstelik ‘şiddet karşıtı’ bir adam, Wilckens yaptı bunu. En son hesabı kapatan ise yine şiddeti sevmeyen biriydi: Esteban Lucich
Arif Mostarlı
“Varela önemsiz bir memur değildi. Hayır, o Patagonya’daki her şeydi: Hükümet, yargıç, cellat ve mezar kazıcı. Onun şahsında bir suç sisteminin çıplak gerçeğini vurmak istedim. İntikam bir anarşiste yakışmaz! Bizim yarınımız, kavgaları, suçları, yalanları geride bırakacak, hayatı, aşkı ve bilimi öne çıkaracaktır.”
Kurt Gustav Wilckens yazıyor bu satırları, hücresinde öldürülmeden önce. Ne yaptığını bilen bir adamdan söz ediyoruz. 27 Ocak 1923 sabahında Patagonya kasabı Varela’yı cezalandıran bir adamdan…
Madenci ve örgütçü
Wilckens, bir önceki yüzyılda, 3 Kasım 1886’da Alman eyaleti Schleswig-Holstein’daki Bad Bramstedt’te, August Wilckens ve Johanna Harms’ın beş oğlundan biri olarak dünyaya gelmişti. Çocukluğu boyunca, doğayı seven ve şehirlerden nefret eden biriydi. Ama uzun sürmeyen bir çocukluktu bu ve Silezya madenlerinde son buldu. 24 yaşında ise Arizona madenlerinde iş bulduğu Amerika Birleşik Devletleri’ne göç etti. Arizona’da, Dünya Sanayi İşçileri’ne (IWW) dahil oldu. Artık grevlerin içindeydi ve kitlesel toplantıların sevilen hatiplerinden biriydi. Bir süre sonra ABD onu ve daha birçok anarşisti Meksika’ya sınır dışı etti. Sonunda dönüp dolaşıp Arjantin’i kendine mücadele alanı olarak seçti, Buenos Aires’te hamallığa başladı. Tutuklamalar ve baskılar yine yakasını bırakmıyordu.
Patagonya grevleri
Bu arada, Arjantin’e bağlı olan ve yün üretimi merkezi olarak bilinen Patagonya, kaynama noktasındaydı. Birinci Dünya Savaşı sonunda yaşanan kriz koşullarında işçilerin durumu berbattı. Normal çalışma günü en az 12 saatti ve ücretler sefalet düzeyindeydi. Öyle ki, ilk grevdeki talepleri, 16 metrekarelik alanda üç kişiden fazla yatılmaması, her işçiye ayda bir paket mum verilmesi, yemek porsiyonlarının iyileştirilmesi gibi sıradan insani şeylerdi ve onlar bile kabul edilmedi. Ağustos 1920’de Santa Cruz grevleri ve 1 Kasım genel grevi böyle geldi ve silahlı çatışmalar başladı, polisten ve grevcilerden ölenler oldu. Bir süre sonra merkezi hükümet kısmen duruma hâkim olup Anarşist veya Bolşevik olduğuna inanılan yüzlerce grevciyi tutuklasa da artık ortalık durulmayacaktı.
Sonunda grevler silahlı ayaklanmaya dönüşünce, Albay Héctor Benigno Varela’nın 10. Süvari Alayı’na Arjantin hükümetinin kararıyla ‘acımasız bir bastırma’ için yeniden bölgeye gönderildi. 10 Kasım 1921’de Santa Cruz limanına indikten sonra 10. Süvari Alayı, keyfi tutuklamalar ve infazlarla kısa sürede varlığını hissettirdi. Birkaç günlük bilanço korkunçtu: Yüzlerce tecavüz ve tutuklama bir yana, Albay Varela, direnen herkes için ölüm kararı vermiş ve tutuklanan bin 500 işçi, kurşuna dizilerek katledilmişti.
Katliam haberi Arjantin’de yayıldığında tepki büyük oldu ve grevler patlak verdi. Hükümet ise olayı önemsizleştirmeye ve grevcileri ‘hırsız sürüsü’ gibi göstermeye çalıştı.
Adalet zamanı
Ama bu arada, bir kişi, bu korkunç kıyımı asla unutmamaya yemin etti: Kurt Gustav Wilckens! Vejetaryen, şiddet karşıtı, Tolstoycu eğilime sahip olan Wilckens, bomba yapmayı bile bilmiyordu, hiç kafa yorduğu işler değildi bunlar çünkü. Bu yüzden kamulaştırma gruplarıyla bağlantılı bir anarşist olan Andrés Vázquez Paredes’ten yardım aldı.
25 Ocak 1923 sabahı saat 7’de, Varela evinden çıkar çıkmaz Wilckens bombaları üzerine fırlattı. Onlar yetmeyince silahını da ateşleyip eylemini tamamladı. Ancak bu arada, hiç hesapta olmayan bir şeyle karşılaştı. 10 yaşında küçük bir kız da bombanın etki alanına girmişti ve Wilckens, kendini ona siper edince, yaralandı. Böylece olay yerinden kaçamadı, tutuklandı.
İlk andan itibaren hep aynı şeyi tekrarladı: “Tek başıma yaptım. Bu, bireysel bir eylemdir.” Duruşmada da, “Bir daha asla öldürmemek için” Varela’yı vurma kararını aldığını belirtti. Hapishanede Wilckens, yavaş yavaş iyileşirken, ülke çapında bir dayanışma gördü. Yeniden yazmaya başladı.
İstenen ceza 17 yıldı. Ama ordu ve sağcılar işi şansa bırakmak istemiyordu. Yargılama henüz sürerken, 15 Haziran 1923 gecesi, gardiyanlar Ernesto Perez Millan isimli bir eski polisi cezaevine soktular. Gerici ve Yahudi karşıtı bir örgüt olan Vatanseverler Birliği üyesi Millan, Wilckens’ı hücresinde göğsünden vurdu. Mermi akciğerini parçaladı ve yaşamını yitirdi.
Polis ve hükümet önce olayı gizlemek istedi ama haber hızla yayıldı ve ülke çapında bir genel grev patlak verdi. Kitlesel gösterilerde polisten ve işçilerden yaşamını yitirenler oldu. Tepkiler üzerine Millan’a güvenli bir yer arayan hükümet, sonunda onu ‘deli’ ilan ederek bir akıl hastanesine yatırdı ama orasının da pek güvenli olmadığı kısa sürede anlaşıldı! 9 Kasım 1925’te bu kez sıra ona gelmişti. Millan, Rus anarşist Boris Wladimirovich’in direktifleriyle yanına yaklaşan Esteban Lucich isimli bir mahkûm tarafından öldürüldü.
Böylece, sanki bir çember tamamlanmış oluyordu. Ama ne çare! Bin 500 eksikle!