Başka bir seçime gittiğimizin herkes farkında. Seçim sonuçlarının sadece bir iktidar değişimine veya mevcut iktidarın devamlılığına dair sonuçlar doğurmasının ötesinde etkiler yaratacağını herkes hissediyor. Bugünkü iktidar faşist bir cephe ile seçime giriyor. Adına ittifak denilen bu despotlar kümesi seçim sonrası mevcut otoriter rejimi hızla yarı diktatörlüğe dönüştürme peşinde. Masayı devirdikten, demokratik çözümün başlıca muhatabı olan Öcalan’a mutlak tecrit koşullarını süreklileştiren, hukuk devleti adına, demokratik kurumlar adına ne varsa tasfiye eden ve ülkeyi büyük bir çöküşe sürükleyen Erdoğan yancılarıyla beraber diktatörlüğün hayalini kurmakta.
Demokratik çözüm yollarını tıkayarak, savaşı ve şiddeti süreklileştirerek, istisna halini olağanlaştırarak son sekiz yılda epey yol da kat ettiler. Irkçılık, ayrımcılık, nefret söylemi başta olmak üzere her türlü Kürt düşmanlığına yönelik siyaset anlayışlarını toplumsallaştırmak adına her yolu denediler. Topluma yegâne politikleşme yolu olarak yoz milliyetçi bir anlayışı dayatan bu rejim, sömürü ve sömürge ekseninde beka meselesini nihai olarak çözüme kavuşturacağını düşündü. Yolun sonuna gelmiş olsalar da çürümüş kızıl elma hayallerinden bir türlü vazgeçmiyorlar. Potansiyel bir ateşkes ortamı söz konusu olmasına rağmen seçime giderken son bir şanslarını yine savaş ve şiddet üzerinden sahnelemekten geri durmayabilirler.
Tehlikenin artık farkındayız. Kendisine muhalif deyip de bunun farkında olmayan sanırım kalmadı. Bu faşist cephenin karşısında bir demokrasi cephesi oluşturmak artık kaçınılmaz bir sorumluluk olarak karşımızda duruyor. Bunu nasıl hayata geçireceğimiz konusunda da aslında son zamanlarda önemli bir mesafenin geçildiğini söyleyebiliriz. Ama yeterli değil. Şekli tasarrufların sağlıklı muhtevalara, samimi diyaloglara ve hepsinden önemlisi ciddi bir siyasi anlayışa dönüşmesi gerekiyor. Muhalefetin ortaklaşması bir seçim hesabına indirgendiği anda faşist cephenin elinin güçleneceği riskini unutmamalıyız.
Demokrasi cephesini oluşturacak olan iki büyük ittifakın kendi iç ilişkileri, iki büyük ittifakın arasındaki ilişkiler birçok farklı faktörün etkisine açık. Bunun doğal olduğunu söyleyebiliriz. Önemli olan hem seçim sürecinde hem de seçimden sonra faşizm tehlikesinden kurutulmak ve yeni bir demokratikleşme yolculuğunu başlatabilmektir. Hiçbir partinin veya ittifakın kendi programını dayatma şansının olmadığı bu aralıkta geçici ama anlamlı mutabakatları yaratmak önemlidir.
Cumhurbaşkanlığı adayı konusunda ortaya çıkan mutabakatın siyasetin belli başlı yapısal sorunlara işaret eden alanları için de yaratılması demokrasi cephesinin güçlenmesine ve muhalif konsolidasyonunun sağlıklı gelişimine katkı sağlayacaktır. İttifakların kendi iç sandalye hesapları ve dar perspektife sıkışmış beklentileri hızla aşılmalıdır. Faşist cepheye karşı parlamento aritmetiği, demokratik temsiliyetin niteliği, müzakere vasfını taşıyabilecek bir meclisin var edilmesi öncelik olmalıdır. Bu nedenle ittifakların kendi içyapılarında olası dar kadrocu anlayışlardan hızla kurtulmaları gerekiyor. Burada nicel değerler değil niteliksel değişimi sağlayacak sıçramalar büyük önem taşımaktadır.
İkinci önemli konu, ittifaklar arası ilişkiler de belirleyici olacaktır. Demokrasi cephesinde buluşanlar yıkıcı bir rekabete sürüklenmeden kendi çeperlerinde en yüksek genişlemeyi yakalayabilmeleri adına rasyonel bir dönem stratejisi izlemek zorundalar. Her iki ittifakın birbiriyle bakışık olamayan oldukça fazla yönleri var. Ama faşizm de var. Öncelik bir demokrasi zeminini yaratmaksa bu anlayışla sürecin yönetilmesi gerekir. Millet İttifakı ile Emek ve Özgürlük İttifakı’nın belki de yegâne ortak özelliği bu iktidardan kurtulmak ise bunu sağlayacak adımları atabilecek mahareti göstermek artık bir zarurettir.
Üçüncü önemli mesele de seçim sonrası sürece dair toplumu ikna edebilecek asgari müşterekleri cesaretle savunabilmek ve toplumun umudunu büyütebilmektir. Bu umut büyütülemezse seçimlerin beklediğimiz sonuçları yaratamayacağını bilmeliyiz. Umudu yaratacağımız en önemli başlıklar kuşkusuz özgürlük, eşitlik ve adalet meselelerindeki yaklaşımlarımız olacaktır. Kürt meselesinin çözümünden yoksullukla mücadeleye, kadın özgürlüğüne yaklaşımdan doğaya olan bakışımıza kadar birçok meselede asgari müşterekleri acilen üretmek zorundayız.