Ar, edep, hayâ, hicap, utanma. Bütün bu sözcükler ve bunların kavramsal karşılıkları, bir toplumsal zemin oluşmasında, birlikte bir yaşam kurulmasında, kurulan birlikte yaşam içerisinde insanların karşılıklı olarak birbirlerinin haklarına saygı göstermesinde ve sorumluluklarını yerine getirmesinde son derece anahtar rolü oynayan anlam dizgeleridir. Toplumsal yaşamın ahenginin oluşması, toplumsal devinimin gerçekleşmesi, birlikte yaşama nizamının oluşması, toplumsal barışın korunması bu kavramlara yüklenen anlamla doğrudan orantılıdır. İlksel topluluklardan başlayarak günümüze kadar insanın geçirdiği toplumsal evrim sürecinin, başat kavramlarından birisi, olmuştur utanma.
İnsanda utanma duygusunu ortaya çıkaran, toplumla, topumun ahlaki normları ve dinamikleriyle karşı karşıya getiren şey insanın bilerek yahut hata sonucu bir kabahat işlemesi ve topluma, bir başkasına zarar verme durumudur. Kişi ya zaaflarına yenilmiş, nefsini kontrol edememiş ve başkasına, başkalarına bir zarar vermiştir yahut yaptığı şeyin zarar verici bir şey olduğunu düşünmemiş, ancak eylemini gerçekleştirdikten ve zarar verici sonucu gördükten sonra bu yanlışlığı fark etmiştir. Böyle bir durumda kişinin hissettiği utanma duygusu, içsel bir disiplinin, daha doğrusu toplumsal ahlaki normların içselleştirilmesi sonucu bireyin toplumla uyumunu korumak için oluşturduğu bir oto kontrol ve denetimin sonucudur. Kişi, yaptığı yanlışlıktan dolayı utanma duygusu geliştirir, pişmanlık duyar ve hatasının sonuçlarını telafi yoluna gider. Utanma duygusu, toplumsal ahlaki normların, iyilik ve kötülüğün toplumsal olarak tanımlanışına bağlı olarak bireyin bu konuyu ahlaki ve vicdani olarak ne kadar içselleştirdiği ile doğrudan orantılıdır.
Ahlaki norm içselleştirilmemişse, kabahat alenileştiğinde bir telafi yoluna gidiliyorsa bu ahlaki ve vicdani bir sürecin değil, toplumsal yaptırımların baskısı ile oluşmuş bir pişmanlık ve telafi etmedir ki burada utanmadan söz edemeyiz. Yani bir insan kirli düşüncelere sahip olduğu, bu düşünceleri hayata geçirdiği için utanmıyorsa, başkasının kirli düşüncelerini ve eylemlerini bilme ihtimali onu utanma duygusu ile karşı karşıya bırakıyorsa, bu gerçek anlamda bir utanma değil, kendisine yönelecek baskıları azaltmak için başvurduğu bir takiyedir aslında. Bu anlamda aslında insanın utanma duygusunu yitirmesi, masumiyetini yitirmesi, toplumsal ilişkide kurduğu bağda samimiyetin ortadan kalkması demektir. İngilizcede “embarrasment” olarak geçen utanma kelimesinin eş anlamlı kelimelerinden biri de “self-consciousnes- farkındalık bilinci” olarak geçer. Farkındalık ister geleneksel toplum olsun, isterse modern toplum olsun anahtar kelimedir aslında.
Geleneksel toplumda ahlaki normlarla sağlanan düzen, modern toplumda yasalarla sağlanmaya başlanmıştır. Yasalar somut olan şey üzerinden hareket ettiği için de utanma diye bir yaptırım tarif etmez. Somut suçun karşılığı olarak somut bir cezayı tarif eder. Dolayısıyla birey artık içsel bir disiplin veya öz denetimle hareket etmez, yasal yaptırım ve cezayı gözeterek hareket eder.
Yasaların denetiminden, insanların şahitliğinden kaçırabildiği suçlarının bir cezai karşılığı olmaz. Dinlerin, inanç sistemlerini ahlaki normları düzenlediği koşullarda her şeyin üzerinde ve her şeyi her koşulda gören ve gözetleyen bir varlık söz konusu olduğundan insanlar gizli işledikleri kabahatlerden dolayı da bu varlığa karşı bir utanma duygusu hissederlerdi.
Günümüz toplumlarının en derin ve en iflah olmaz hastalığı durduğumuz yer itibariyle utanma duygusunun yitimidir. İnsanın bütün eylemlerine yön veren ister gizlilikle yapsın ister bir gücü arkasına alarak yapsın cezadan kurtulma şansı varsa azgın bir arsızlıkla çıkarına hizmet edecek her türlü kötülüğü kendine hak görmesidir.
Geleneksel değerleri kaybetmiş, modern yasa toplumunu da daha çok güç ilişkileri içerisinde düzenlemiş olan Türkiye toplumu için artık neredeyse utanma duygusundan bahsetmek mümkün değildir.
Sadece son yaşanan deprem sürecinde bile ortaya çıkan arsızlıkları, iktidar kliğinin arsızlık ve hırsızlıklarını, toplumun bu hırsızlıklar ve utanmazlıklar karşısındaki tepkisizlik ve duyarsızlığı utancın yitiminin bizi nasıl bir dehşet ile karşı karşıya bırakmış olduğunun en açık göstergesidir.
Konfiçyus’un takipçilerinden olan; insan doğası ve siyasetle ilgili arayışları, sorgulamaları ve felsefi derinleşme arayışları olan Çinli filozof Mencius, “Bir insan yaptığı yanlıştan bir kere utanmadı mı bir daha utanacak sebep bulamaz” der. Artık hepimizin en az bir kez utanmadığı bir kabahati var.