Savunmanın Sözü / Vedat Çağırtekin
İmar, bir yerdeki yapılaşmanın mevcut şartlara uygun olarak yapılabileceğine dair onay veren belgedir. İmar onaylı yerler, belgede yer alan bilgilere göre inşa edilir. Bu bilgiler dışında inşa edilen yapılar, kaçak yapılar olarak adlandırılır. İmar affı ise taşınmaz gayrimenkullerin yasal hale getirilmesi için hükümetlerin mevcut düzenlemelere uymayan yapılara resmi olarak izin vermesidir. Bir başka deyişle kaçak yapıların mevzuata uygun hale getirilmesidir.
İmar affı, Türkiye’de ilk defa 1984 yılında uygulanmıştır. Sonraki yıllarda birçok defa uygulanmakla beraber son olarak 8 Haziran 2018 yılında uygulanmıştır. Son imar affı ile 31 Aralık 2017 tarihinden önce imar mevzuatına aykırı olarak yapılmış binalar, belli bir bedel ödenerek kayıt altına alındı. Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum’un açıkladığı verilere göre son imar affından 5 milyon 849 bin konut yararlandı.
Son imar affı yasasının en tartışmalı maddelerinden biri, 9. Madde idi. Madde 9’da: “… Yapının depreme dayanıklılığı ve yapının fen ve sanat norm ve standartlarına aykırılığı hususu yapı malikinin sorumluluğundadır” denilmektedir. Bu madde ile olası bir risk durumunda müteahhit ve devletin sorumluluğu ortadan kaldırılmaya, tüm sorumluluk yapı malikine yüklenmeye çalışılmıştır. Yani devlet, kısaca “Kaçak yapıları bu yasa tasarısı ile mevzuata uygun hale getiriyorum ancak olası bir felaket durumunda sorumluluğu kabul etmiyorum” demektedir. Peki bu madde, hukuken devletin ve müteahhidin sorumluluğunu ortadan kaldırır mı? Bu sorunun cevabını bir de Anayasa Mahkemesi’nin penceresinden değerlendirerek cevaplandırmaya çalışalım. Anayasa Mahkemesi, 2012/850 başvuru numaralı, 07.11.2013 karar tarihli kararında Van depreminde yakınlarını kaybedenlerin başvurusunu kabul ederek yaşam hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. Karar içeriğinde Anayasa’nın 17. Maddesi’ne dikkat çekilmiştir.
Kararda; “47. …Devletin, negatif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme, bunun yanı sıra pozitif bir yükümlülük olarak, yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal makamların, gerek diğer bireylerin, gerekse de kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır. (B. NO:2012/752, 17/09/2013, 50-51)
48.Anayasa’nın 17. Maddesi, Devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında can kaybının gerçekleştiği durumlarda Devlete, öncelikle elindeki tüm imkanları kullanarak yaşam hakkını koruma esas yükümlülüğünü vermektedir. (B. NO:2012/752, 17/09/2013, 52-53 … Devlet, doğal olmayan her ölüm olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmi bir soruşturma yürütmek durumundadır. (B.NO: 2012/752, 17/09/2013, 54)” denilerek yaşam hakkı söz konusu iken devletin sorumluluğunun altı çizilmiştir.
Anayasa Mahkemesi, emsal karar örneğinde de görüldüğü üzere devlete elindeki tüm imkanları kullanarak yaşam hakkını koruma yükümlülüğünü hatırlatmaktadır. Bununla beraber doğal olmayan her ölüm olayıyla ilgili olarak devletin etkili bir soruşturma yürütme yükümlülüğüne de dikkat çekilmektedir. Bu açıdan bakıldığında son imar affı yasasının 9. Maddesi, devletin ve müteahhidin sorumluluğunu ortadan kaldırmamaktadır. Bu yönüyle 9. Madde, hukuki dayanaktan yoksundur.
9. Madde’nin hukuka aykırılığı bir yana, bu madde devletin olası bir felaketi öngördüğünü ve buna karşılık sadece kendisini koruma altına almaya çalıştığını ortaya koymaktadır. Böylece devlet mekanizmasının olası bir felaket durumunda izleyeceği yol haritası da çarpıcı bir şekilde açığa çıkmaktadır. Maddede anlaşıldığı üzere felaket anında devlet yetkililerinin “yangından ilk kurtarılacaklar” listesine kendilerini eklediğini söyleyebiliriz. Nitekim böyle olmadı mı? Maraş merkezli depremlerde insanlarımız henüz enkaz altında can çekişirken, açlıkla, susuzlukla, soğukla mücadele ederken, yaşam savaşı verirken, ölülerimiz enkaz altında çürürken deprem bölgesinden halka parmak sallanarak tehdit ve hakaret edilerek sorumluluktan kaçınılmadı mı? Devletin sorumluluğuna işaret edenlere “Hesaplaşacağız” denilmedi mi? Depremin ilk anından itibaren tüm devlet yetkilileri, bütün imkanları seferber edip halkın yanında olmak yerine hep bir ağızdan binlerce insanımızın hayatını kaybettiği, binlercesinin de yaralandığı felaketi “Takdiri ilahi” gibi göstermeye çalıştı. Aksini savunanları ise terörize ederek, tehdit ederek susturmaya çalıştılar. Derme çatma “yasal” düzenlemeleri, felaketin habercisi torba yasaları, “imar barışı” adı altında uygulamaya koyanlar, halkı yaşam savaşında yalnız bırakıp sorumluluğu üzerlerinden atmaya çalıştılar. Ancak demokratik bir hukuk devletinin olmazsa olmazı, sorumluk bilincine sahip yöneticilerdir. Yasalarca ve uluslararası sözleşmelerle koruma altına alınan en temel insan haklarından olan yaşama hakkı, hiçbir koşulda siyasete kurban edilemez, edilmemelidir.
*Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD) üyesi