Dünyanın bütün sokaklarını isteyen çocuklardık, yeryüzüne dağıldık. Böyle başlar tembih. Başka bir ses duyulur ekranlarda; dilinde yalan ve kibir. Herkes ayrı yerlerde duyuyor bunu. Yenilmemiş ve unutmamış bir ses geliyor bir yerlerden, uğulduyor. Neden gelmesin? Belki birilerini uğurluyor, yeni gelecek olanlar için. Ses, kimden gelirse gelsindi. Yeter ki gelsindi.
Hicap duymayan keder diye bir şey var. İnsanı her yerde ve her durumda yere serebilir. Beklemediği ile karşılaştırabilir, yan yana da yürütebilir. Duyguların da nesnesi var. Hatırlamak bir başka rüzgâra davet, en ince, en kıyak bir jest; insan kendine bunu birden fazla yapabilmeli.
Hikâyesinden kaçanları gördüm. Hikâyesini yeniden yazanlara şahit oldum. Yaşamak ve yaşatmak beraber yürüdüğünde, heybetli bir gülüş yankılanır her yerde. Sırra kadem basmış gibi görünen kötücül çağrışımlar da bir yola düşer, sonra gerçekten düşer.
İzahına küsmüş olanlar silsilesinden sille yedik, belki bizi kendimize yakınlaştırır diye. Biliyorduk ve yaşıyorduk her gün; kendimize yabancılaştıkça kovalanıyorduk. Bu yarış gibi, kaybetmeye hükümlü bir kumar gibi bir hayatın orta yerinde yerlere seriliyorduk.
Vazgeçtiğimiz her yerde gözümüz, kaybettiğimiz herkeste gönlümüz kaldı. Bir yeter diye bağırmak, bir itiraz hakkına başvurmak için kapımızı çalsa diye bilmediğimiz dilde dualar, inanmadığımız her yerde adaklar sayıkladık ve sanrılar gördük. Sandık ki hayata değmese de olur bir şeyler. Oysa hüsran büyük bir acıyı heybesinde saklar.
Geç kalmanın, gecikmiş olmanın bedeli nedir, diye soruyorum bazen kendime. Sonra buraya kadar geldiğimi anlayıp afallıyorum çünkü geç kalmasaydım bugün burada olamazdım. Sorular dönme dolap gibi birbirinin peşinden yuvarlanıp duruyor. Hiçbir yere varamamaktan yepyeni sorular peydahlıyorum kendimden ve cevapsızlıktan. Zaten insan sıkıntı sınırında yaşayandır diye diye kendime bir teselli, uyumak için bir bahane, kabul etmek için şahane bir gerekçenin koynunda rüyasız uykulara dalıyorum.
Zamanla anlamak da değişir. Alıntıladığımız, gıpta ettiğimiz, inkâr ettiğimiz, isyan ettiğimiz, yani kendimizden uzak tutup yargılandığımız her hal, bizim olağanüstü hallerimiz olup günün birinde bir an kendini hatırlatır. Bir yanlış anlamak uğurlanır, bir yeniden anlamaya kapılar açılır. İnsan nerede tereddüt edeceğini ve neye tesadüf edeceğini bilemiyor çoğu zaman çünkü bazı bilmeler yolları kapatır.
Bir marş, bir ağıt, bir sabahı zor getirir. Bir ses, bir heves, bir hasret gecenin ömrünü uzatır. Böyle zamanlar, bu kadar günler yaşayıp, başlamak yeniden. Mutlu eden gerçekler, neşeyi boğan başka gerçekler, dahil oluyor bugüne, sahip çıkıyor yarına. Uğultulu ve bulanık bir yeryüzü bazen bir şarkı söyler yağmurla ve rüzgârla. Berrak ve renkli bir bahar bazen bir başka şark söyletir güneşle ve ağaçlarla.
Yeltendiğimiz düşler yanı başımızda süslenir. Süslenir yanı başımızda yeltendiğimiz düşler. Düşler yeltendiğimiz yanı başımızda süslenir. Süslenir yeltendiğimiz düşler yanı başımızda. Sonra bir ritimle, bir sesle sessizliğimiz yerini kahkahalara bırakır çünkü kahır bırakılmaz, bırakılmamalı.
Haftanın kitap önerisi: Simone de Beauvoir, Pyrrhus ile Cineas-Denemeler / Çeviren: Asım Bezirci, Payel Yayınları