Kant, “Sürekli Barış Üstüne Felsefi Bir Deneme” adlı kitabında barışın sürekli olarak sağlanmasının ancak insanın akılcı ve ahlaki bir yapıya kavuşmasıyla mümkün olduğunu söyler, aklın rehberliğinde kurulacak ahlaki ilişkilerden söz eder. Yani Kant’a göre bir insan hakkı olan barış içerisinde yaşamak “akıl sahibi varlık” olan insanın yükümlülüğünde.
11 Ocak 2016 tarihinde yayımlanan ve barış talep edilen bildiriye imza veren akademisyenlerin yargılanmaları devam ediyor. Onlardan biri de çocuk hakları alanında çalışmalar yürüten Hikmet Melda Akbaş. 9 Ekim günü Akbaş’ın mahkemede verdiği savunma dünyanın neresinde olursa olsun, çocuklar için neden barış talep edilmeli sorusunun açık bir yanıtı. Bu yanıt barış mücadelesinin ve çocuk hakları hareketinin tarihine bir not olarak düşülmeli. Söz Akbaş’ın:
“Barış ve şiddetsizlik taleplerinin yargılanması nedeniyle utanç duyuyorum ve bu yüzden burada bulunmaktan büyük üzüntü içerisindeyim. Uzun yıllardır çocuklarla ve yetişkinlerle çocuk hakları alanında çalışıyorum ve çocukların her tür çatışmadan uzak, barış içerisinde yaşamalarının onların temel insan hakları olduğuna inanıyorum.
Söz konusu bildiriyi, Türkiye’nin taraf olduğu ve çocuk haklarını korumak için yükümlülük altına girmeyi taahhüt ettiği Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına dair Sözleşme’nin temel ilkeleri arasında yer alan; çocuğun öncelikli ve yüksek yararı ile yaşama ve gelişme hakkını temel alarak imzaladım.
Çocuk Haklarına dair Sözleşme, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 20 Kasım 1989 tarih ve 44/25 sayılı kararıyla kabul edilip imza, onay ve katılıma açılmıştır. Sözleşme 49. Maddeye uygun olarak 2 Eylül 1990 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Türkiye, sözleşmeyi 14 Eylül 1990 tarihinde imzalamış ve 9 Aralık 1994 tarihinde onaylamış ve 27 Ocak 1995 tarihinde 22184 sayılı Resmi Gazete’de yayınlayarak yürürlüğe koymuştur.
İlgili maddeler der ki;
Çocuğun yaşama ve gelişme hakkı:
“Madde 6
1. Taraf Devletler, her çocuğun temel yaşama hakkına sahip olduğunu kabul ederler.
2. Taraf Devletler, çocuğun hayatta kalması ve gelişmesi için mümkün olan azami çabayı gösterirler.”
Çocuğun öncelikli ve yüksek yararı:
“Madde 3
1. Kamusal ya da özel sosyal yardım kuruluşları, mahkemeler, idari makamlar veya yasama organları tarafından yapılan ve çocukları ilgilendiren bütün faaliyetlerde, çocuğun yararı temel düşüncedir.
2. Taraf Devletler, çocuğun ana-babasının, vasilerinin ya da kendisinden hukuken sorumlu olan diğer kişilerin hak ve ödevlerini de gözönünde tutarak, esenliği için gerekli bakım ve korumayı sağlamayı üstlenirler ve bu amaçla tüm uygun yasal ve idari önlemleri alırlar.
3. Taraf Devletler, çocukların bakımı veya korunmasından sorumlu kurumların, hizmet ve faaliyetlerin özellikle güvenlik, sağlık, personel sayısı ve uygunluğu ve yönetimin yeterliliği açısından, yetkili makamlarca konulan ölçülere uymalarını taahhüt ederler.” Her tür çatışma ortamının başta çocuklar olmak üzere tüm insanlar üzerinde derin ve onarılması güç, neredeyse imkansız bir etkisi olduğunu düşünüyorum, çünkü maalesef buna tanık olduğum zamanlar oldu.
Bir çocuk hakları savunucusu, birey ve yurttaş olarak bugüne kadar gerek çocuk hakları, gerek kadın hakları, gerek insan hakları, gerekse ekolojik sorunlarla ilgili rahatsızlık ve taleplerimi dile getiren pek çok metne imza attım. Buna ek olarak bildirinin imzalandığı dönem dikkate alındığında, 11 Ocak 2016 tarihine kadar, Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına dair Sözleşme’nin temel ilke ve maddelerini dayanak alarak Başbakanlık Kamu Denetçiliği Kurumu’na, çocukların yaşadıkları koşullarla ilgili kamu otoritelerini göreve çağırmaları yönünde 30’dan fazla talebimi/başvurumu ilettim.
Konuyla ilgili dönemin çocuktan sorumlu kamu denetçisiyle görüştüm. Aynı dönemde mülteci çocuklarla yürüttüğüm çalışmalar ve temaslarım bana bir kez daha çatışma ve şiddet ortamının bir çocuk ve tüm insanlar için insanlık onuru adına ne kadar kabul edilemez bir durum olduğunu fark ettirdi.
Bugüne kadar şiddetin tüm biçimleriyle barışçıl yöntemlerle mücadele etmeye çalıştım ve bunu yapmaya devam edeceğim. Bir çocuk annesiyim, söz konusu bildirinin imzalandığı dönem oğlum üç yaşındaydı. İleride, geri dönüp bugünlere baktığında, annesini barış talep eden ve şiddetin kim tarafından uygulanırsa uygulansın kabul edilemez olduğunu savunan bir insan olarak bilmesini istiyorum. Bu önce kendime, ardından ona ve çatışma bölgelerinde yaşayan tüm çocuklara karşı duyduğum sorumluluğumdur”.