Yaşam döngüsü içinde doğanın kendini yenilemesi anlamında bahar simgesel bir değer taşır. İnsan ömründe gençlik yılları, metaforik bir gönderme olarak ‘hayatın baharı’ olarak tanımlanır.
Bugün 21 Mart, yani Newroz. Dolayısıyla yazıya Newroz Pîroz Be diyerek başlayalım. Bu kutlama ifadesi doğal olarak coşku barındırır içinde. En azından kısık sesle söyleyeceğimiz bir söz değildir bu. Farkında olmadan yükselir avazımız, bir gurur, bir kararlılık vurgusuyla söyleriz bu sözü. Özgüveni pekiştiren ise, asırlar öncesine dayanan bir söylencenin, Demirci Kawa’nın zalim Dehak’ı alt etmesinin verdiği inançtır.
Coğrafyamızda hemen tüm kültürlerde zalim bir muktedire karşı meydan okumanın hikâyelerine rastlanır. En yaygın olanı, çelimsiz bir oğlan olarak Davud’un, gücün simgesi, dev cüsseli Goliat’ı sapanından fırlattığı taşla devirmesidir. Filistin halkının yiğit evladı Yaser Arafat’ın ‘küçük generallerim’ diye tanımladığı Filistinli çelimsiz oğlanlar, antik çağlardan aktarılan söylenceden ilham alarak bugün de, karşılarındaki en güçlü silahlarla donanmış İsrail ordusunun askerlerine aynı sapanla direniyorlar.
Ermeni halkının mitolojik tarihi de, soyun atası kabul edilen Hayk’ın attığı okla bir başka zalim figürü, Beli devirmesine dayanır. Keza Sasunlu David’in Ermenistan’ı, Muş ovasını ve Sasun dağlarını işgale yeltenen Mısır Melikini yenmesi de, Köroğlu’nun Bolu beyine başkaldırısı da aynı çerçevede okunması gereken halk masalları veya efsaneleridir. Her biri insanların ekmek kadar, su kadar hayati anlamı olan direnme ihtiyacının sonucu olarak üretilmiştir. Mazlumun zalimi yenmesi düşüncesi herkese iyi gelmiştir belli ki.
Ancak bu yıl, yaklaşan seçimlerden ötürü daha da büyük bir coşku ve inanmışlıkla kutlanması gereken Newroz, tam tersine, özenli bir sakinlik, hatta neredeyse mahcubiyet içinde kutlanıyor. Yenikapı’daki etkinlik alanında sahne siyah perdelerle adeta karalar bağlamış. Konuşmalarda 6 ve 20 Şubat depremlerinde yitirilen canlar anılıyor. Bu yıl halaylar kurulmuyor Newroz alanında. Belli ki bu yıkımın ağır yükünü bir süre daha taşıyacağız benliğimizde.
19 Mart Newroz kutlamalarından sadece bir gün önce, 18 Mart’ta İstanbul’daki Arap dilli Ortodoksların veya bir başka tanımla Antakya ve çevresi Rumlarının sesi olan ‘Nehna. Org’un çağrısıyla deprem kurbanlarının 40. gün anması gerçekleşmişti. Hem Hıristiyan hem de İslam inanışında 40 yastan çıkmayı, ölenle ölünmeyeceğine göre gündelik yaşama dönüşü ifade eder. 40 anmasını düzenleyenlerin öngöremediği kadar yüksek bir katılımla gerçekleşti. İstos Yayınevi’nin ofisinde buluşanlar farklı etnik gruplardan ve inançlardan insanlardı. Ortaklaştıkları nokta ise acıydı.
Doğanın yıkıcı gücü karşısında insanın çaresizliği, çare olması beklenen kurumların naçar kalması, böylesi bir yıkım ortamında dahi siyasi ikbal kazanma çabaları ortak bir duygudaşlığa zemin oluşturuyor. İnsani değerler etrafında oluşan bu duygudaşlık Türkiye halklarının en önemli potansiyeli, en değerli özelliği aynı zamanda.
Ayrıştırmadan beslenen, kimliğini ötekileştirme üzerine kuran yobazların dehşete kapıldıkları anları yaşamak, insani değerleri paylaşanlara iyi geliyor. Bir hafta kadar önce, İskenderun’da aşevi hizmeti veren bir kilisenin karşısında iki yobaz, burada verilen hizmetten duydukları tedirginliği paylaşmaktaydı. Bu kısa amatör çekim toplumsal dayanışmanın ayrıştırmaktan beslenenler üzerinde ölümcül bir tehdit olarak algılandığının somut göstergesi oldu.
‘İnsan insanın kurdudur’ deyiminin güncel karşılığı ‘din temelli bölücülük Türkiye’nin kurdudur’ olmalı.
Ülkede toplumsal dayanışmanın, insani değerler çerçevesinde ortaklaşmanın önündeki en önemli tıkaç öncelikle dinsel bağnazlıktır. Irkçılık ve faşizm bu bağnazlığın üzerinden yükselmekteler.
Ermenice bir şarkıdan ilhamla ‘Açın kapıları, camları, bahar geliyor’. Newroz Pîroz be.