Seçim için hileleri planlayan ve son 20 yılı aşkın süre ülkeyi yönetenler sayesinde bugüne değin yürüttükleri politikalarının, inşa ettikleri rejimin sonuçlarını halklar, yaşam, yaşam alanları yok oluşa sürüklenerek ödemeye devam ediyor.
Yıllardır bu ülkeyi yönettiklerini sananlar, facialar yaşandığında sadece olay hakkında açıklama yapmaktan öteye gitmediler, istedikleri sonuçlar açığa çıktıkça bu faciaları yarattıkları gibi sonuçlarından beslenmeyi de sürdürdüler. Orman yangınları onlar için yeni sermaye birikim alanlarının açılması idi, yangını uzunca süre izlediler, müdahaleyi geciktirdiler. Orman ekosistemini metalaştırdılar, ağaçlarını tomruk yapıp şirketlerin sermayesine, kendi iktidarlarına eklediler. Yanan yerlere el koyup otele, lüks konutlara, maden işletmesine, enerji santrallerine dönüştürdüler. Yangınlarda olduğu gibi depremde de ilk dört gün bölgeye hiç yardım etmeyerek, sonrasında da yapılan yardımları, kurtarma çalışmalarını önleyerek halkları, yüz binlerce insanı ölüme milyonlarca insanı açlığa, sefalete terk ettiler. 6 Şubat’tan beri bölgede yapılanlara canımız yana yana hepimiz tanıklık ettik, tüm dünya tanıklık etti. Meksika, Japonya, Hollanda’dan insanlar kurtarmaya, dayanışmaya gelirken yetkililer televizyon ekranlarında, Meclis’te, Valilik, Kaymakamlık önlerinde utanmadan sıkılmadan sırıtarak olanları izledi, demeç verdi, kan, çadır sattı.
Hatay, Osmaniye, Urfa, Maraş, Diyarbakır, Adıyaman, Malatya, Kilis, Elazığ, Adana’da yaşanan deprem faciasından sonra bölge; son iki gündür aşırı yağışın etkisinde. Deprem bölgesinde halklar bir kez daha facia yaşadı. Malatya, Adıyaman ve Urfa’yı sel vurdu. Sincik ilçesine bağlı Subaşı ile Taşkale köyü arasında bulunan ilçenin tek bağlantı köprüsü derenin taşmasıyla araç trafiğine kapandı. Derenin taşması sonucu köprüde göçükler oluştu. Hilvan-Bozova, Ördek köyü noktasında kara yolu çöktü. Urfa’da da depremde yıkılmayan yüzlerce ev sular altında kaldı. Deprem çadırlarını su bastı.
Bu yaşananların hiçbiri afet değil. Ekolojik kriz, iklim krizi gerçeğini yaşadığımız, kapitalist sistemin yaşamı soktuğu krizlerle boğuştuğumuz dönemde önce deprem ardından selin aynı bölgeyi vurması ekolojik kriz var, bunlar yaşanabilir savına sığmayacak kadar güçlü olasılıklar. Bu yaşananlar siyasi iktidar ve taşeronluğunu yaptığı kapitalist sistem tarafından gün gün bu duruma taşınmış stratejilerin, siyasi kararların sonuçları.
Dolanımından, döngüsünden koparılan üstelik hapsedilerek metalaştırılan (şişelenip, borulanıp piyasaya sunulan, sermaye birikim hızına sokulan) suyun yeni döngüsünde bazı bölgelerde kuraklık olarak yaşanması hiç tesadüf değildir. O bölgelere baktığınızda akış halinde sulara derelere rastlamanız mümkün değildir. Çünkü yer altı katmanları, suyun akifer yapısı taş ocakları, patlatmalar, maden işletmeleri ile bozulmuştur. Doğal barajlar olan meralar, ormanlar yok edilmiştir. Ormanlar yanmıştır; maden işletmeleri, inşaat şirketleri, enerji şirketleri o bölgedeki orman alanlarına konuşlanmıştır. Meralar hayvanların beslenme, barınma alanı olmaktan çıkmış; entegre çöp sahasına, maden işletmesinin atık döküm alanına ya da organize sanayi bölgesine dönüşmüştür.
Bazı bölgelerde ise sel yaratacak kadar aşırı yağışla yeryüzüne dönmektedir su. Bir bölgede kuraklık yaşanırken diğer bölgeye yoğun yağışın gelmesi beklenen durumdur. Üstelik yoğunlaştığı, artarak yağışa dönüştüğü bölgede yer üstü ve yer altı katmanları delik deşik edilmişse yüzey akışında bir diğer deyişle yatağında Hilvan-Bozova Ördek köyü mevkisinde olduğu gibi yatağını daraltan bir beton yapı, köprü, viyadük, kavşak ya da dere ıslahı adı altında betonlaşan bir yatağın içinde akmaya zorlanmışsa dere olarak daraltılan yatağının etrafına da evler konuşlandırıldıysa bu bölgede yaşanan afet değildir. Faciadır. Faciayı yaratan da bu süreci gün gün kendi iktidarları uğruna, inşa ettikleri kapitalist sistem uğruna hayata geçiren siyasi iktidarlardır. Bu rejim değişmedikçe kapitalist sistem devlet ve siyaset desteği ile yürürlükte oldukça yaşamı yok edişe sürükleyen ve giderek faşist ve kapitalist yapılanması tamamlanan bu rejimle daha nice facialar yaşayacağımız açıktır.
60’lı yıllarda Fırat ve Dicle’nin sularını hapsederek, barajlayarak başlattıkları Mezopotamya havzasını ele geçirme hamlesi, Ortadoğu halklarını tahakküm altına alma stratejileri; havzada yaşayan halkları susuzluğa, geçimlik yaşamından kopmaya, toprakları tuzlanmaya mahkûm etti. 2000’li yılların başında bu tahakküm sürecine yenileri eklendi. Suların sermaye birikimine sokulma süreci başlatıldı, güvenlik gerekçesi ile başlatılan barajlar setlerine ülkenin her yerindeki derelerinin, yer altı sularının kullanımı şirketlere verilerek binlercesi eklendi. Sonrasını biliyorsunuz; enerji, maden, inşaat şirketleri ile birlikte suyun daha önce özgür aktığı havza ele geçirildi. Geçimlik yaşamdan evinden barkından kopartılan halklar şirketlerin işletmelerinde, madenlerinde, şantiyelerinde, mevsimlik tarım alanlarında ölüme, güvencesizliğe mahkûm edildi.
Depremin yaşandığı bölgeyle bugün aşırı yağışın olacağı belirtilen haritanın aynı olması tesadüf değil. Bu bölgede sel beklenmesi de olası yıkımların yaşanması da olağanüstü değil. Depremin ve aşırı yağışın yaşandığı bölgede barajların, maden işletmelerinin, bölgeye el koyan inşaat şirketlerinin depremin sonuçlarına, yağışın sonuçlarına katkısını ve bunu yaratan siyasi kararları görmemek gerçeği inkardır.
Bu facialarda halkları yaşamdan, yaşadıkları tüm değerlerden koparanlara, şu an yaşamını sokakta geçirenler, sel sularında yüzen çadırda yaşayan halklar kararını açıkça söylüyor: İstifa edin, evinize kapanın ve insan içine çıkmayın bir daha.
Bizler depremde yaşadıklarımızı birlikte onardığımız gibi birbirimize tutunur, yaşamı yeniden kurarız. Yaşamı birlikte özgürleştiririz.