İçinden geçtiğimiz süreç düşünülünce herkes durduğu yerden gelecek tasavvurları ve bunlara bağlı hayaller kuruyor. Ancak bazı tasavvur ve tahayyüller oldukça düşündürücü ve kaygı verici durumda. Bu tür zamanlar aynı zamanda ideolojik flulaşmayı ve kafa karışıklığını ile birlikte birbirine benzeşmeyi ama en çok da mücadele kesimlerinin egemenler karşısında yenilgisini bir stratejik halkaya bağlar.
Bugün içinden geçilen süreçte devlet-halk çelişkisinin keskin bir hal aldığı, emek-sermaye çelişkisinin her yandan işçi direnişleri ile artık taşınmaz bir boyut kazandığı, erkek devlet egemenliğinin kadın düşmanlığının öfke patlamalarına zemin hazırladığı, politik İslamcı ideolojinin her yandan çürümüşlüğünün teşhir olduğu bir zeminde egemenler arası çekişmenin arenası olan seçimler imdada yetişti. Yetişmek ne kelime bir sel gibi önüne geçeni yıkan bir tek cephe yarattı. Ya faşist şeften yanasın ya da berikinden yanasın politik ve ideolojik tazyiki sele çevirdi. Bu öyle bir sel ki üçüncü cephe, yol vb. diyenler bile o söylemi unutmuş, seli durdurmayı bırakalım selin sularını köpürtmeye, büyütmeye yarayacak emek ve özgürlük mücadelesini sakatlayacak yönelim ve söylemleri üretiyorlar. Bir de buna kendi saman alevi parlaklığı ile kitle rüzgarını arkasına alan popülist solcuların teşviki ile işler iyice flulaştı, karıştı, hayaller gerçekle ters yüz edildi. Kurtarıcı bulundu ve emeğin, özgürlüğün, mücadelenin seyri egemenlerin tahterevallisine bağlandı ve Kemal Kılıçdaroğlu bir kurtarıcı, nefes aldırıcı, umacı haline getirildi. Peki, gerçek ne söylüyor? Bunu anlamak için biraz tarihe bakmak ve şimdi ile kıyaslamak yeter de artar. Ancak bu dönemlerin etkisi kimi özneler için yok oluşa sürüklerken kimisi için de iflah olmaz bir duruma, varoluşa sürüklüyor.
Belki de bugünkü politik İslamcı diktatörlüğün öykündüğü 2. Abdülhamit devri uygulamaları, tasfiyeci saldırganlığına karşı Jön Türklerin merkezde durduğu Ermenilerin ve o dönemki liberaller ve sosyalistlerin ittifak yaptığı bir zaman aralığı var. 1902’de Jön Türk kongresini yaparak bu ittifakı stratejik bir birliğe çeviren Abdülhamit karşıtları eylem ve güç birliğini de bağlamışlardır. Ancak daha o zaman İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne çevrilecek Jön Türk hareketinin devlet kutsallığı üzerinden Türkçülük ve İttihad-ı İslamcılık anlayışı ittifaktakileri rahatsız etse de ‘Şu Abdülhamit’ten kurtulalım da ne olursa olsun’ diyorlardı. Sonraki aşamada Hınçak örgütü ayrılırken Taşnak örgütü 1913 yılına kadar İTC ile seçimlere bile birlikte girmiştir. Ancak hayal edilen şeyin gerçeği önce 1909 Adana’da binlerce Ermeni’nin öldürülmesinde, sonra gazetecilerin faili meçhulleri, 24 Nisan’da Ermeni aydınların ölüme sürgün edilmeleri ve en nihayetinde Ermeni soykırımı ile Batı Ermeni halkı bir yok oluşa sürüklenmiştir.
Bir diğeri 1921-22 yıllarında Mustafa Kemal’in Anadolu’da ve Mezopotamya’daki topraklarını kurtarmak ama esasta devleti kurtarmak için Kürt beyleri ve şeyhleriyle yaptığı ittifaktır. Bu ittifakın zemininde duran şey ise kimi vaatler ve Mart 1922 tarihli Kürdistan otonomi belgesidir. Daha Lozan imzalanır imzalanmaz, savaş bitirmiş ve ‘devlet’ kurtarılınca ittifak yok sayılmıştır. 1924 Anayasası ile bunlar tamamen yok sayılmıştır. Aslında bu ittifakın hiç gerçek bir zemini olmadığı M. Kemal ve devletinin 1921’de isyan olarak saldırdığı Koçgiri ve Milli Aşireti’ne operasyonlarda görünür. Bu tarihten sonra da 1937 Dersim tedip ve tenkil harekâtına kadar Kürdistan’daki her halk hareketini beka sorunu görüp tedip ve tenkile yönelmiştir.
Bundan sonra 1974’ten başlayarak seçimlerde Karaoğlan’a, 1983 seçimlerinde ANAP’a verilen ve en son ‘Yetmez Ama Evet’ ile kendini gösteren arayışlar ve ittifaklar oldu. Bütün bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Ancak soru şu yine mi dejavu yaşanacak, her seferinde aynısı olmaz ama tarih bir tekerrürler toplamı değil gibi itirazlar çoğaltılabilir. Pekâlâ, öyle de ele alınabilir ama biz Marksistler için temel düsturdan gidersek yani somut durumun somut ve son tahliline bakarsak manzara-i umuminin bütün berraklığıyla ortaya konulduğunu görürüz. Kılıçdaroğlu’nun herkese mavi boncuk dağıtım tüllerini kaldırdığımızda uzun bir süredir ittifaklar ve onun arayışlarının gerçeği ortaya çıkar. Neydi bu arayışlar? Uluslararası sermayenin ikna edilmesiydi, bunun için ABD ve AB ile İngiltere’de kimi meşhur enstitülerden, burjuva temsilcilerinin toplantılarına kadar uluslararası tekellerin yağma ve ucuz hammadde düzenini sürdürme ve ona hukuki güvence vereceğini ilan etti. Hatta onların temsilcilerine kendi ekonomi programını sundurdu. Neydi o program? Sermaye düzenini güvenceleyen, doğa yağmasını, taşeron ve esnek çalıştırma sistemini sürdüren bir programdı. Diğer yandan da 2015’ten bu yanan ittifakları dokuyup durdu, ama en esasta MHP ile onun türevi İYİP yer değişikliği ile başka bir arayışa yönelmedi, yerini sağlamlaştırma ve kendini güçlendirme hattına girdi. Altı burjuva örgütten müteşekkil bir masa kurdular.
Masada kimler mi var?
90’lı yıllarda faili meçhullerin ve asit kuyularının temsilcilerinden, Mehmet Ağar’ın yetiştirdiği Meral Akşener, İstanbul Sözleşmesi’ne erkek egemen düzeni ve ideolojiyi sarsıyor diyen ve Türkiye’deki politik İslamcılığın esas kökü ve sürdürücülerinden, Sivas Katliamı’nın muhataplarından Temel Karamollaoğlu, AKP iktidarının bugünkü politik şekillenişinde Saadet Partisi kadar kurucu olmayan ama icracı olan uluslararası sermayenin temsilcisi Ali Babacan, Kürt kentlerinde tarihi yok eden, Toledo yapacağız diyerek özyönetim direnişlerinde Kürt kentlerini yıkan ve bodrumlarda vahşice insanları katleden, 1 Mayıs 2015 ila 1 Kasım 2015 tarihleri arsındaki kitle katliamlarının sorumlularından Ahmet Davutoğlu var. Şimdi bu ittifak ve bileşenleri Kılıçdaroğlu seli içindeki kayalar, taşlar değil sadece. Aynı zamanda devletin bekasının koruyucuları, politik İslamcı erkek düzeninin kollayıcısı, uluslararası sermayenin yağma ve sömürü düzenin sözcüsü, taşeron ve esnek çalışmanın hamileri, faili belli cinayetlerin temsilcisi, ırkçılığın körükleyicisi bu masanın emekçileri ve ezilenlerin mücadelesini boğmak dışında bir şansı var mı? Ha unutmadan, Kılıçdaroğlu ekibinin her kritik anda özellikle de halkın isyan ettiği anda ‘devleti kurtarmayı’ görev addedip Yenikapı ruhunu beka olarak gören burjuva egemenliğinin her türden egemenliği önündeki engele düşman olan karakteri de işin cabası. Şimdi hayallerden sıyrılıp gerçeğe dönmeli ve kendi geleceğimizi burjuvazinin atına asla yedeklememeliyiz. Özgürlük ve eşitlik ancak mücadele ve bu rejimden, onun sermaye düzeninden kopuşla ve onu yıkmakla mümkün.