‘Eduardo Galeano’nun ‘Yürüyen Kelimeler’ isimli kitabı, Bülent Kale çevirisi ile Sel Yayıncılık’tan çıktı. Editörlüğünü Işık Ergüden’in yaptığı kitap, Latin Amerika’nın bilinç örgüsünü oluşturan efsaneler ve anekdotlarla örülü.
Uruguaylı yazar Eduardo Galeano’nun “Yürüyen Kelimeler” adlı kitabı Sel Yayıncılık etiketi ile çıktı. Bülent Kale’nin çevirmenliğini yaptığı kitabın editörlüğünü Işık Ergüden üstlenmiş. Yazarın bu kitabı, Latin Amerika’nın bilinç örgüsünü oluşturan düşler, efsaneler ve anekdotlarla örülü. Tanıtımında kitap için Galeano’nun bu eserinde Latin Amerika’ın kültürel belleğinden beslendiği belirtiliyor. “Mitolojiye ve kutsal değerlere temas ederek, sıradanlıkla olağandışılık, insanlarla hayvanlar, gökyüzüyle yeryüzü, yaşamla ölüm, dile gelenle gelemeyen arasına çekilmiş bariyerleri kaldırıyor” deniliyor.
Galeano ise kitabın hemen girişinde “Bu Kitaba Açılan Pencere” başlığı ile kitabın oluşum aşamasını şöyle özetliyor: “Kırık dökük bir masa, sürekli hareket eden kurşundan ya da ahşaptan bir sürü yıpranmış baskı harfi, belki de Gutenberg’den kalma bir matbaa: Burası José Francisco Borges’in Kuzeydoğu Brezilya’nın iç kesimlerinde, Bezerros köyündeki atölyesi. Hava mürekkep kokuyor, ahşap kokuyor. Yeni bitirilmiş ıslak baskılar tellere asılmış kururken, üst üste yığılmış ahşap plakalar sıranın kendilerine gelmesini bekliyor. Ahşaba işlenmiş yüzüyle Borges tek kelime etmeden bana bakıyor. Televizyon çağının ortasında, Borges hâlâ eski cordel geleneğini sürdüren bir sanatçı. Küçük kitapçıklarda efsaneler ve yaşanmış olaylar anlatıyor. Dizeleri kendi yazıyor, çizimleri yapıyor, basıyor, sonra bunları omzuna atıp pazarlarda satıyor, köy köy dolaşıp insanların ve hayaletlerin kahramanlıklarını tekrar tekrar anlatıyor. Ben Borges’in atölyesine birlikte çalışmayı önermek için geldim. Projemi açıkladım: Onun çizimleri, gravür sanatı ve benim kelimelerim. O susuyor, ben konuştukça konuşuyorum, sürekli açıklıyorum. Tek kelime etmiyor. Bu böyle sürüp gidiyor. Ta ki ben birden farkına varıncaya kadar: Benim kelimelerimin müziği yoktu. Kırık bir flütü üfleyip duruyordum. Daha doğmamış olan ne açıklanabilir ne de anlaşılır; ancak hareket ettikçe hissedilir, ele gelir. Bunun üzerine, açıklamayı bırakıp anlatıyorum. Ona yazmak istediğim tutku ve korkuların hikâyelerini anlatıyorum; yollardan derlediğim sesleri, yürürayak daldığım gündüz düşlerini, çıldırtan gerçekleri ve gerçekleşen çılgınlıkları, rastladığım ‘ya da bana rastlayan’ yürüyen kelimeleri anlatıyorum. Ona hikâyeler anlatıyorum; bu kitap doğuyor.”
KÜLTÜR SERVİSİ