Nitekim aynı dayanışma 1999 depreminde de yaşanmış fakat zamanla ve kolaylıkla yeniden bir Yunanistan ve Ermenistan düşmanlığı politikasına çark edilmiştir
Meriç Gök
Vasilis Maltsios’a sevgiyle
6 Şubat depremleri sadece dıştan lüks görünümlü fakat gerçekte çürük çarık binaları, inşaat mevzuatına aykırı yapılmış olduğu halde her seçim öncesinde çıkarılan ‘imar affı/barışı’ adıyla vatandaşlardan para alınarak ‘yasallaştırılmış’ konutları, sözgelimi dört kat olması gereken yere on dört kat yapı izni verilerek yapılan yüksek binaları değil, aynı zamanda ‘yatay mimari’ lafının sadece kulağa hoş geldiği için kullanıldığı, kentsel dönüşüm de dâhil şehirlerin hafızasını ve kimliğini yok eden rant odaklı şehirleşme politikasını da yerle bir ederken bir şeyi daha yerle bir etti. Erdoğan’ın MHP destekli yönetiminin yıllardır izlediği ve sık sık “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur” sözüyle de ifade edilen yabancı düşmanı ideoloji ve politikasını da yerle bir etti. Büyük Felaketin hemen ardından “sahada yardım eden 88 ülkeden” biri olan Yunanistan’dan kurtarma birlikleri üstelik güpegündüz geldi. Yunan kurtarma ekipleri içlerinde dört çocuğun da olduğu çok sayıda insanı kurtarmıştı. Bunu izleyen günlerde Yunan karikatürist Soloup, depremde Yunan kurtarıcıyla depremzedeler arasında yaşanan bu insani dayanışmayı, dört dilde ‘dayanışma’ yazarak vurguladığı çizimiyle anlatıyordu. Soloup karikatüründe bir de çerçeve içinde Yunanca “dostlar hem gece, hem gündüz gelir” notunu yazmıştı. Karikatürist böylece yıllardır Yunanistan’a dönüp ülkesinin çıkarlarını koruyan bir yöneticinin değil, ancak akıl sağlığı yerinde olmayan birinin söyleyebileceği gibi bir şarkının “bir gece ansızın gelebiliriz” nakaratını tekrarlayıp duran Erdoğan’ın tehdit dolu diline de çok anlamlı bir karşılık veriyordu.
Elindeki AFAD personeli sayısı, bekçi sayısının ancak üçte biri kadar olan ve üstelik bu personeli de ilk iki gün deprem bölgesine ulaştır(a)mayan ve Erdoğan kabinesinin kuşkusuz en tutarsız ve en ‘yabancı düşmanı’ bakanı olan Soylu, depremin hemen akabinde, şimdiye kadar ‒ Taliban Afganistan’ı hariç ‒ sürekli hakaret ettiği yabancı ülkelere yardım çağrısı yapacaktı. Dışişleri bakanlığı yıllardır kapalı tuttuğu Ermenistan sınır kapısını birden açacaktı ‒ tabii ki yardım gelmesi için… Her ne kadar özellikle depremin ilk günlerde Soylu’nun AFAD elemanları, yurt dışından (örneğin Hollanda, Almanya) gelen kimi çadırlara ve yardım malzemelerine ‘AFAD’ etiketi yapıştırmakla mesai yapmış olsalar da Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu deprem sırasında gösterilen yabancı desteğine, Ankara’da yabancı ülkelerin büyükelçilerini davet ettiği bir toplantıda teşekkür ederken aslında daha çok bu ülkelerle yıllardır kırıp döktükleri ilişkileri, deprem vesilesiyle bir parça olsa da onarmak için çaba gösteriyordu.
Türkiye resmi politika envanterinde konjonktüre göre öne çıkan veya geriye itilen hasım millet veya devlet ile hasım yabancı siyasal çevre, örgüt ve hareketler vardır. Deprem sırasında Türkiye ile dayanışma gösteren bu ülkelerin, bir süre için de olsa “hasım ülke” statüsünden çıkarıldığı görülüyor‒ ne zamana kadar; şimdilik belli değil.
Faşizan AKP iktidarının ceza mühimmatında ünlü ‘dezenformasyon’ yasasının dışında, son zamanlarda kâh bir pop sanatçısına kâh bir biliminsanına, “muhalif” olarak nitelenen televizyon kanallarındaki bir TV programcısına veya bir gazetenin köşe yazarına hatta bir sosyal medya kullanıcısına karşı sıklıkla başvurulan ünlü bir TCK maddesi daha var: TCK 216. Ancak son yıllarda “halkı kin ve düşmanlığa tahrik ve aşağılama”yı cezalandıran böyle bir maddeye gerçekten ihtiyaç olduğunu herhalde en çok mevcut rejimin temsilcisi sayılabilecek kişilerin sözleri gösteriyordur. Bunun sadece son bir örneğiyle yetinelim: Bilindiği gibi Bursa’da oynanan Bursaspor-Amedspor maçında Türkiye faşist hareketi değişmeyen rezervi Kürt düşmanlığını bir kez daha kusmuştur. Bursaspor-Amedspor maçında gerek maç sırasında, saha içinde yapılan fiili saldırılar ve tribünlerde açılan malum görseller, gerek maç öncesi ve sonrası stadyum dışında yaşanan linç girişimleri henüz kamuoyunda tartışılırken Bahçeli’nin yaptığı Kürt düşmanı açıklamalar ve ardından bunca tepkiye rağmen bir MHP heyetinin Bursaspor’u Bahçeli adına ziyaret etmesinin de bu madde kapsamında olduğu açıktır‒ hal böyleyken bu olaylardan tutuklu yargılanan tek bir sanık yoktur.
Evet, Büyük felaket, son yıllarda ülkeye yapılan sığınmacı akını nedeniyle ve demografi argümanıyla da harmanlanarak daha bir hararetle dile getirilen, içi kof olmakla birlikte yaşamda bir hayli etkili olan bir yabancı düşmanlığının ne kadar yersiz olduğunu ortaya koymuştur. Bununla birlikte toplumda bu sorunun kalıcı çözümü için yapılması gereken pek çok şey var. Sadece depremde ortaya konan uluslararası dayanışmanın tek başına bu milliyetçilik hastalığını sonlandırmaya yeteceğini düşünmek saflık olur. Nitekim aynı dayanışma 1999 depreminde de yaşanmış fakat zamanla ve kolaylıkla yeniden bir Yunanistan ve Ermenistan düşmanlığı politikasına çark edilmiştir. Bu nedenle her şeyden önce nefret suçlarına kaynaklık eden mülteci/sığınmacı düşmanlığı dâhil, her türlü nefret ideolojisiyle çok yönlü ve fasılasız mücadele edilmelidir. Okul eğitiminin ilk yıllarından itibaren çocukların bu konularda eğitimine önem verilerek her türlü ayrımcı ve ötekileştirici zihniyete karşı bilinçli ve duyarlı yetişmeleri sağlanmalıdır. Nefret söylemlerine başta görsel ve yazılı medyada olmak üzere her türden sosyal medya mecralarında kesinlikle göz yumulmamalı; ilgili kurumlar bu konuda görev ve sorumluluklarını eksiksiz yerine getirmelidir. Nefret suçlarına yol açabilecek türden nefret söylemlerinin yayılmasında, bu tür söylemler kimden gelirse gelsin, bunlar kendini ne kadar vatan ve devlet-sever gösterirse göstersin, bu kişilere gerçekten caydırıcı olabilecek cezalar getirilmelidir. Öte yandan her türlü nefret suçunun önlenmesi için başta devlet/kamu görevlileri olmak üzere tüm toplumun nefret ideolojileri ve söylemleri konusunda eğitilmesi gerekmektedir. Böyle bir eğitimin verilebilmesinin de önünde sonunda bu faşizan iktidardan kurtulup gerçekten özgürlükçü ve demokratik bir siyasal iktidarın kurulmasına bağlı olduğu açıktır.
Katolik Portekiz’deki en önemli dini bayramlardan biri olan “Azizler Yortusu”nda 1 Kasım 1755 tarihinde meydana gelen ve cemaat dolu otuz kilisenin de yerle bir olduğu ve kimi kaynaklara göre yaklaşık elli bin insanın öldüğü Lizbon depremi, teodise sorusunu yeniden gündeme getirir: Tanrı acı çekilmesine neden izin veriyor? Çeşitli yönleriyle bu büyük felaket Aydınlanma çağının Voltaire, Rousseau, Immanuel Kant, J. W. Goethe ve H. v. Kleist gibi birçok felsefeci, düşünür ve yazarı tarafından teodise sorununun farklı açılardan ele alınmasına vesile olur. Umarım ve dilerim ki 2023 depremleri ardından gelecek süreç, lime lime yıkılmakta, dağılmakta ve çürümekte olan bu ekoloji, emek, kadın, Kürt ve özgürlük düşmanı sömürü, yağma ve talan düzeninin ve devlet aygıtının restorasyonuyla sınırlı kalmaz; bu büyük felaket on binlerce insanın, kendilerine konut diye satılmış olan tabutlarıyla birlikte bir gece kendilerini ansızın yerin altında bularak hayatlarının sonlanmadığı, başta gerçek yaşama hakkı ve güvenliği olmak üzere tüm hak ve özgürlüklerinin güvence altında olduğu bir toplumun inşa sürecine de vesile olur.