Gözlemlerimiz depremden etkilenen yurttaşların temel ihtiyaçlarının hala giderilemediği, sürecin kötü yönetildiği yönündedir. Peki bu dönemde asli görevini yapamayan iktidar ne yaptı?
Murat Ürek*
Depremin üzerinden bir aydan uzun bir zaman geçti. Yaşanan bu afete devlet kurumlarının ilk andan itibaren gerekli müdahaleyi yapmadığı/yapamadığı bugün hepimizin malumu. Aynı şekilde temel ihtiyaçların karşılanması konusunda da çok yetersiz kalındığı ortada. Öyle olmasaydı depremin 14. gününde Hatay/Defne’de yaşanan depremde can kayıpları yaşanmazdı. Çünkü ağır hasarlı olmasına rağmen insanların bu yapılarda kalmasının nedeni yeteri kadar çadırın olmamasıdır. Öyle ki bugün halen özellikle Adıyaman ve Maraş’ın köyleri ile Hatay’da çadır ihtiyacının tam olarak karşılanmadığını biliyoruz.
Çadırın yanı sıra deprem bölgelerinin büyük bir bölümünde hala gıda ve temiz suya erişimin, tuvalet ihtiyacının giderilmediğini de biliyoruz. Her ne kadar iktidar kabul etmese de sahadaki gözlemlerimiz, depremden etkilenen yurttaşların temel ihtiyaçlarının hala giderilemediği, sürecin kötü yönetildiği yönündedir.
Peki bu dönemde asli görevini yapamayan iktidar ne yaptı? İktidar bu dönemde temel olarak 2 şey yaptı:
- Ben yapamadıysam başkası da yapamasın!
Etkili ve gerekli müdahaleyi yapma sorumluluğunu yerine getirmeyen iktidar; depremin ilk anından itibaren depremzede halkın yardımına koşan sivil toplum kurumları (STK) ve siyasi partilerin yürüttükleri çalışmalara engel olmaktadır. Örneğin Pazarcık’ta depremden sonraki ilk müdahaleyi diğer şehirlerden gelen halk ve STK’ler yapmış, AFAD bu ilçeye depremin ancak dördüncü günü ve çok az sayıda personelle gelebilmiştir. Deprem bölgesine geç gelen devlet kurumları halka destek sunan bu STK’lere ise ilçe sağlık müdürlüğü ve kolluk kuvvetleri marifetiyle zorluk çıkarmaya başlamıştır. Öyle ki bugün birçok STK kendi kurumlarını temsil eden isim ve işaretlerle depremzedelere yardımcı olamamaktadır. Ya kendi amblemlerini sökerek çalışıp, yardım malzemelerini de el altından halka ulaştırabiliyorlar ya da bu yardımları zorunlu olarak AFAD’a vermektedirler. Aksi halde toplanan bu yardımlara AFAD el koymakta, bu da STK’lerin ulaştığı ancak AFAD’ın ulaşamadığı depremzedelere gerekli temel yardımın ulaştırılabilmesinde büyük sorunlar yaratmaktadır.
Her şeye rağmen dayanışmalarını sürdürmeye çalışan STK’ler bu süreçte engellenmekle de kalınmıyor tabi. Büyük çaba ve emeklerle oluşturdukları koordinasyon alanları AFAD ve kolluk tarafından boşaltılmak isteniyor. Bunun son örneği Hatay/Defne’de Kamu Emekçileri Sendikası Konfederasyonu (KESK), Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES), Türk Tabiple Birliği (TTB), Türkiye İşçi Partisi (TİP), HALKEVLERİ gibi kuruluşların yemek-sağlık-konaklama-veterinerlik hizmeti verdiği Sevgi Parkı’na, Kızılay’ın yerleşeceği gerekçesiyle boşaltılmak istenmesiydi. Yine hatırlanacağı üzere Pazarcık’ta HDP’nin yardımları topladığı Deprem Kriz Merkezi’ne kayyum atanmıştı. Oysaki o ana kadar bölgede ve özellikle çevre köylere en etkili ve hızlı yardımı götüren, gerekli desteği sağlayan bu koordinasyon merkeziydi. Ancak iktidar buna izin vermemiş, önce kayyum atamış, daha sonra da buraya toplanan yardım malzemeleri alınıp başka bir yere taşınmıştır.
Bu anlattıklarımızdan da anlaşılacağı üzere iktidar deprem sürecinde gerekli müdahaleyi yapmadığı gibi başka kurum ve partilerin de yapmasına izin vermek istememektedir. Kendi yapmamış veya yapamamış ise başkası da yapamasın istemiştir.
- Yapamadıklarımıza dair kimse konuşmasın: Yalanlama ve tehdit
Tehdit deyince muhtemelen herkesin aklına Cumhurbaşkanı’nın depremin 2. günü yaptığı açıklama gelecektir. Deprem bölgesinde 3 ay süreyle OHAL ilan edileceğini açıkladığı konuşmasında Erdoğan, deprem bölgesine ve devlet kurumlarının gerekli müdahaleyi yapamadıklarına ilişkin yapılan paylaşımları hedef almış, “Günü geldiğinde tuttuğumuz defteri açacağız”, “Savcılarımız, insanlık dışı yöntemlerle kaos çıkarmaya tevessül edenleri belirleyip gereken işlemleri yapıyor” diyerek açıkça halkı tehdit etmiştir. Bu açıklamanın hemen sonrasında da birçok sosyal medya kullanıcısı paylaşımları nedeniyle gözaltına alınmış veya ifadeye çağrılmıştır.
Yalanlama ve tehdide ilişkin en çarpıcı örnek ise muhtemelen Hatay’da yaşanan içme suyu sorunu ve buna ilişkin yapılan valilik açıklamasıdır. Bilindiği üzere 3 Mart günü Hatay’da suya erişim sorununa dikkat çekmek için ‘#HataydaSuYok’ etiketi gündemde birinci sırayı almıştı. Hatay Büyükşehir Belediyesi de “Acil içme suyu problemi ne yazık ki artarak sürmektedir” açıklamasıyla soruna dikkat çekmişti. 4 Mart günü ise Hatay Valiliği konuya ilişkin bir açıklama yapmış ve deprem sebebiyle meydana gelen şebeke arızalarının giderildiğini, şebeke suyunun kullanılmasında herhangi bir sorun bulunmadığını, sosyal medyada yapılan paylaşımların ‘kara propaganda’ olduğunu ve bunu yapanlar hakkında gerekli cezai işlemlerin yapılacağını belirtmiştir. Valilik binlerce insanın ve Hatay Belediyesi’nin dile getirdiği bu konuyu hem yalanlamış hem de cezai işlemle tehdit etmiştir. Yani iktidar, deprem sonrası kendi eksikliğini; medya, yargı ve kolluk aracılığı ile örtmeye çalışmıştır. Depremzede halka çare olamayan iktidar, yaklaşan seçimleri de düşünerek kendi imajının derdine düşmüştür.
*Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD) İstanbul Şubesi Öğrenci/Stajyer Komisyonu üyesi