Geçen hafta Altılı Masa’da, M. Akşener’in yarattığı türbülansı hep beraber heyecanla izledik. Akşener, her ne kadar K. Kılıçdaroğlu’nun adaylığına karşı olmak üzerinden masayı dağıtma görüntüsü verdiyse de, esas meselenin Kürt alerjisiyle alakalı olduğunu biliyoruz. Türk egemen siyasetinin psikolojik hastalık derecesinde içinden çıkamadığı “Kürt fobisi” bütün hal ve hareketlerine yön veriyor. Dış politika, siyasi-ekonomik kararlar, Anayasa-kanunlar, seçimler, eğitim, kültür vb. gibi hayatın her alanındaki uygulamalarda “Kürt fobisi” başköşede oturuyor. ABD-NATO ile ilişkilerindeki gerilim, AB sürecinden kopuş, Suriye savaşına dâhil oluş ve hatta deprem bölgesinde TSK’nın kurtarma faaliyetlerine katılmaması… bu olayların hepsi Kürt karşıtlığı üzerinden kurgulanıyor.
Akşener-İYİP’in dizginleri ele geçirme hamlesinin boşa çıkmasının ardından, K. Kılıçdaroğlu, güçlen(diril)miş Cumhurbaşkanı adayı olarak kitlelerin önüne çıktı. HDP ve Emek Özgürlük İttifakı’nın ilkeli-politik duruşu Altılı Masa’nın adayının kim olacağını da dolaylı olarak belirledi. Adaylık açıklamasının hemen ardından K. Kılıçdaroğlu’nun HDP’yi ziyaret edeceğini beyan etmesi, HDP desteğini alacağı varsayılan Kılıçdaroğlu’nun “kazanacak aday” olduğu kanaatini pekiştirdi. HDP, makam-mevki üzerine herhangi bir talep öne sürmeyeceğini ama demokrasinin önünün açılması konusunda HDP’nin ilkesel duruşunun net olduğunu açıkladı. Makam-mevki pazarlığından uzak olmak her ne kadar “talep öne sürmemek” gibi lanse edilse de, HDP’nin talebi “kırıntı değil, demokrasi istiyoruz” anlamına geliyor. Altılı Masa ve Kılıçdaroğlu’nun, iktidara geldiğinde köklü bir değişim yaşanmayacağını bugünden öngörebiliyoruz. Emek Özgürlük İttifakı’nın ve büyük kitlelerin demokrasi talebi, bir “beklenti” olmaktan ziyade örgütlü mücadele kararlığı içerdiği ölçüde hem seçim sonucuna yansıyacak, hem de seçim sonrasında sokak baskısı olarak etkisini gösterecek.
Altılı Masa kurulurken, Akşener-İYİP kliğinin “HDP olmasın, Kürt anasını görmesin” şartını koyduğunu biliyoruz. 15 Temmuz kontrollü darbe girişimi sonrası kurulan Saray Rejimi’nin yine Kürtlere karşı topyekûn savaş anlaşması sonucunda kurulduğu herkesin bildiği bir “sır”. AKP-MHP’yi geçmişte birbirlerine düşman eden, bugün Cumhur İttifakı adı altında birleşmesine vesile olan “Kürt fobisi”, hem birleştirici, hem de ayrıştırıcı temel faktör. Düzen partilerine sürekli kalp krizi geçirten Kürt sorunu, sol-sosyalist parti ve örgütlerde de, enternasyonalist hatta tutarlı olma ya da sosyal-şovenizm batağına saplanma “seçeneği” sunuyor. Kürt halkının ulusal-kültürel taleplerine karşı konumlanan siyasetlerin, faşizm ve yoksulluk üreten “eko-sistemin” toksik birer öğesi olmaktan öte bir işleve asla sahip olamadıklarına yıllardır şahit oluyoruz.
Uzun yıllardır faşizme varan baskıcı politik koşullara hapsolmanın temel iki sebebi var; Emekçilerin örgütsüzlüğü ve Kürt sorununun çözümsüzlüğü. Emekçilerin örgütsüzlüğü yoksulluğun-yolsuzluğun, neo-liberal ekonomik sömürünün önünü açarken, Kürt sorunun çözümsüzlüğü ise şovenizmi, militarizmi güçlendiriyor. Saray Rejimi’nin yarattığı ekonomik-siyasal çöküntü ve Altılı Masa’nın bugün ve gelecekte yaşayacağı krizler emekçilere ve Kürt halkına sırtlarını dönmüş olmalarıyla alakalı. Bu nedenle; RTE yeniden seçilmeyi başarabilse bile büyük çöküşten kaçamayacak, K. Kılıçdaroğlu ise kazansa da düzen sınırlarına hapsolduğu sürece RTE’nin pratiğini tekrar etmekten kurtulamayacaktır.
S. Demirtaş’ın, “Sayın Akşener, şunu bilin ki biz Kürt’üz. Biz Kürt halkı olarak; kimlik, dil, kültür, sanat ve tarih sahibiyiz. Davamızda haklıyız, bu hiçbir zaman unutulmasın” sözünün yakıcılığını kavrayamayan, emekçilerin örgütlü gücünün demokratik kazanımların garantisi olduğunu görmezden gelen, kadınların erkekler tarafından katledilmesini “vaka-i adiye”den gören, doğanın talanına karşı ekoloji mücadelesinin önemini kavramayan siyaset biçimine Saray Rejimlerinin kılavuzluk edeceği ve burunlarının krizden hiç çıkamayacağını söylemek bir “kehanet” olmasa gerek.
Kriz ve çöküşten kurtulmanın gerçek demokratlar için formülü gayet açık; Sınıfsal, ulusal, cinsel sömürü politikalarının karşısında durmak ve afetlerin felakete dönüşmemesi için ekolojik dengeyi savunmak. İşte bu nedenle, Emek ve Özgürlük İttifakı seçimde alternatif olmaktan öte, gerçek çözümün adresi olarak daha da önem kazanıyor. Hiçbir şeyi değiştirmeden bir kişiyi değiştirme çabasında olanlar ile sistemi kökünden değiştirmek isteyenlerin çatışması seçimden sonra yeni bir boyut kazanacak. Şimdiden hazırlıklı olmak gerek.