Yaratıcı yıkım: Avusturyalı ekonomist Joseph Schumpeter’in bu kavramı ortaya attığından beri ekonomistler kapitalist sistemi artık klasik piyasa dengesi yerine dengesizlik üzerinden okuyorlar. Geçmişte savaş, kriz, yıkım ve kaos halleri, üretici güçleri tahrip ederek ekonominin dengesini bozan ve insanlığın ilerleme sürecine darbe vuran süreçler olarak olumsuzlanıyordu. Schumpeter ise, 2. Dünya Savaşı’nın en şiddetli yıllarında yıkımın inovasyonu zorunlu hale getirdiğini ve böylelikle teknolojiyi, ekonomiyi ve sosyolojiyi dönüştürerek ileri taşıyan süreçleri yarattığını öne sürdü. Savaş sonrası gelişmeler Schumpeter’in haklı çıkaracaktı: Dünya kapitalizminin altın çağı başladı; yeniden inşa ve yeniden sanayileşme ihtiyacından kalkınma, piyasada canlanma ve refah devleti gibi önemli sonuçlar alındı.
Bu kadarıyla objektif bir tespit olarak kabullenilebilecek olan yaratıcı yıkım tezi, Şikago okulunun katkılarıyla ABD merkezli bir ekonomi-politik strateji haline geldiğinde; artık yıkım, felaket ve kaos yaratmanın kapitalizmin kurucu ön-koşulu olduğu kanaati dünya siyasetinde belirleyici olmaya başladı. Naomi Klein’a göre Şili’de 1971 Pinochet darbesi, 1990’da Sovyetler Birliği’nin ilgası ve 2003’te Irak işgali gibi küresel vakalarda Pinochet’nin, Yeltsin’in ya da Bush’un şahsi ya da arkalarındaki güçlerle birlikte ortak ve öncelikli amacı, düzenin ve barışın yeniden tesisi değil şok ve kaostu.
Klein’ın tezi, 12 Eylül 1980 darbesini hazırlayan koşulların veya 7 Haziran 2015 seçimleri ardından yaşanan olağanüstü terör halinin hayatın doğal akışından çok ‘şok doktrini’ üzerinden izahının mümkün olduğunu gösterecektir. Şok tedavisinin hedefi, ekonomik/siyasal kriz ve yıkımın ötesinde, toplumun muhakeme yeteneği ve eleştirel düşünme kapasitesini ortadan kaldırmaktır. Böylelikle silinerek sıfırlanan dimağlar üzerine belli mesajlar yazılarak adeta hipnotik telkin mümkün hale gelecektir. Yeniden inşa ve onun zorunlu içeriği olarak inovasyon, bu vakalar bağlamında neo-liberal kapitalizm ve İslamcı otoriter rejim olgularında görülür.
Klein’a göre, darbe, işgal ve savaşlar gibi insan ürünü felaketler kadar doğal afetler de kapitalizm için büyük fırsatlar doğuran yaratıcı yıkım vakalarıdır. 2005’te Katrina kasırgasının New Orleans’ı vurmasından birkaç saat sonra durumu maksimum kâra dönüştürmek için planlar yapıldığını aktarır: “Yalağa burunlarını ilk sokanlar inşaat ve güvenlik şirketleri oldu”. Acıyı hafifletmek ve New Orleans’ı yeniden inşa etmek için halkın vergilerinden tahsis edilen paranın çoğu, vergi muafiyeti ve teşviklerle beslenen müteahhit ve taşeron firmaların cebine aktı. Genel bir ekonomik canlanma yaşandığı doğruydu ama New Orleans halkının refahında hatta yerel istihdamda bile herhangi bir artış görülmedi.
6 Şubat depremlerinden bu yana Kızılay’ın Ahbap’a çadır satarak 96 milyon TL gelir elde etmesi üzerine şimdi de Afad’ın depremzedelere 85 ila 95 bin TL karşılığında konteyner satışlarına başlaması gibi toplum ahlakını zedeleyici fiillerin bizzat kamu kurumları eliyle icrası, ancak büyük bir şok içinde silinen dimağlara yapılan telkinlerle meşrulaştırılabilir. Bu arada, tamamen davet usulüyle enkaz kaldırma ihalelerinin yapılarak çalışmaların başlatıldığı görülüyor. Deprem koşullarında Rekabetçi ihalelerin mümkün olmadığı deprem koşulları altında AKP yandaşı taşeronlara büyük fırsatlar doğuyor. Ama kazanç fırsatları bunlardan ibaret değil.
Yunanistan’ın eski maliye bakanı Yanis Varoufakis, enflasyonist kriz içindeki ekonomik felaket üzerine gelen Maraş depreminin Türkiye tarihinde görülmemiş büyüklükte devasa bir ekonomik maliyeti olacağını kabullenmekle birlikte, bundan sonra ülkenin komple çöküşü değil ‘yaratıcı yıkım yasası’ gereği bir yeniden canlanma sürecinin beklenmesi gerektiğini vurguluyor. Keynesian büyük toplam talep kuralı gereği, doğal afetler kapitalizmin motor gücüdür: “Depremler kapitalizm için Allahın lütfudur. Kapitalizm afetlere muhtaçtır ve doğal afetler olmazsa, hayvani güdülerini devreye sokarak savaş yoluyla afet yaratır.” Varoufakis’e göre bundan sonra gelecek olan yeniden inşa süreci, Erdoğan’ın çevresindeki müteahhitlere büyük bir yeniden doğuş fırsatı sunacaktır.
Şehircilik Bakanı Murat Kurum, afet bölgesinde 450 bin adet konut yapılacağını açıkladı. Bu yapılaşmanın gerektirdiği altyapı harcamaları, çöken okul, hastane ve diğer kamu yapılarının yeniden inşası, depremden büyük hasar gören otoyolların ve havaalanlarının onarımı gibi işlerle birleştiğinde büyük bir mali tablo ortaya çıkıyor. Bunlara, İstanbul başta olmak üzere deprem riski altındaki şehirlerde kentsel dönüşüm ve yenileme projeleri de eklendiğinde, Eser Karakaş’ın ifadesiyle “cumhuriyet tarihinin en büyük kamu harcama paketi açılıyor”.
Bu koşullar altında girilecek seçimler, iki farklı şekilde rekabete sahne olabilir. Birincisi, ‘felaket kapitalizmi’ çerçevesinde yürüyecek bir rekabettir. Bir şekilde sağlanması kaçınılmaz olan yardım ve yeniden inşa fonlarının Cumhur İttifakı mı yoksa Millet İttifakı tarafından mı yönetileceği; hangi tarafın yandaş müteahhit ve taşeronlarının bu kaynaklar üzerine çökeceği üzerine bir yarıştır. Bu durumda yurttaşların vereceği oyun değeri oldukça düşük olacaktır. Ama muhalefet eğer, şok doktrini ve felaket kapitalizmi ötesi bir kolektif yeniden kuruluş tahayyülü oluşturur ve kamu kaynaklarına çökme yerine ortak değerleri yaraları sarmak ve öncelikle bölge halkının refahını sağlamak gibi amaçlara uygun kullanacak, köhnemiş yancı, yağmacı yolsuzluk zihniyetini de tarihin çöplüğüne atacak bir topyekûn yenilenme programıyla seçmenin karşısına çıkarsa, işte ancak o zaman her şey çok güzel olabilir.