90’lı yılların karanlık dönemleriydi. Beyaz Toroslar, çete yapılanmaları, Hizbullah, JİTEM unsurları, korucular ve tek merkezden yönetilen birçok karanlık yapı ortalıkta cirit atıyordu. İnsanlar kaçırılıyor, katlediliyor, gazete binaları bombalanıyordu. Gözaltında işkence ve ölümler rutinleşmişti. Susurluk’ta yaşanan kazada bütün pislik ortaya saçıldı. Devlet, mafya, siyaset üçgenindeki derin yapılanma toplum tarafından suçüstü yakalandı.
Katledilecek Kürt iş insanlarının listesini oluşturan, gizli ibareli fermanlar çıkararak gazete binalarını bombalatan Çiller bu pislikleri “Devlet için kurşun atan da kurşun yiyen de şereflidir” sözleriyle savunuyordu. Mehmet Ağar, olayları incelemek için kurulan Meclis Araştırma Komisyonu’na göğsünü gere gere “bin operasyon yaptıklarını” anlatıyordu. Bu operasyonlar sonucunda 17 binden fazla failli belli insan katledildi, sayısız insan kaybedildi, 40 bin köy yakılıp yıkıldı, toplu mezar haritaları ortaya çıktı, IŞİDvari yöntemlerle sayısız suç işlendi. Susurluk sonrasında toplum ayaklandı, yüzleşme istiyordu; hakikatlerin ortaya çıkarılması, devletin bu pislikten arınması talebiyle yıllarca ışık yakma eylemleri gerçekleştirdi. Siyasi dengeler değişiyordu ama eski sistemin unsurları yani devletin “iyi çocukları” korumaya alınmıştı. Bir süre geri çekildiler ya da çektirildiler, ihtiyaç duyulduğunda yeniden kendilerine verilen görevleri yerine getirmeleri için. Kimi zaman yeraltına indiler kimi zaman tekmili birden fotoğraf vererek, görüntü çektirerek varlıklarını ilan ettiler. Öyle bir vesayet oluşturdular ki “vesayeti yendiğini” ilan eden iktidarın can damarlarına kadar yerleştiler, yüzde 0,5’lik oy oranlarıyla iktidarı kendilerinin yönettiğini açık bir şekilde ilan ettiler. Parti kurdular, siyaset yaptılar, silahlandılar, çeteleri organize ettiler, kara para akladılar, uyuşturucu trafiğini yönettiler. İktidar sahipleri değiştikçe yeni roller üstlendiler, marinalara çöktüler, iktidar adına toplumu, akademisyenleri, muhalifleri tehdit ettiler. Yeri geldiğinde iktidar sahiplerine de devlet içinde nelere kadir olduklarını hatırlattılar. Gerektiğinde cinayetler işlediler. Hatta öyle bir noktaya geldiler ki Yunan mitolojisindeki Kronos gibi kendilerine hizmet etmediğini düşündükleri Sinan Ateş gibi kendi öz evlatlarını yemeye başladılar. Dünya değişti, bölgesel dengeler değişti, konjonktür değişti ama devletin derin yapılanmasındaki isimler ve rolleri hiç değişmedi. Üstelik çekirdekten yetiştirdikleri yeni elemanlarını da sahaya sürdüler. Onlar her koşulda operasyoncuydu ve her kritik dönemde “sırtlarında devletin elinin” güveniyle rollerini “başarıyla” yerine getirdiler.
2015 yılından beri Türkiye, tarihinin en kritik dönemlerinden birini yaşıyor. Ama artık bu süreç tamamlanmak üzere ve keskin bir dönüşüm kaçınılmaz hale geldi. Savaşın, yoksulluğun, açlığın, felaketlerin, kadersizliğin, baskı rejiminin kıskacında kıvranan toplum değişim istiyor, koşullar değişimi dayatıyor. Dipten gelen bu değişim dalgası hiç bu kadar güçlü hissedilmemişti iktidar kulelerinde. Herkes değişimin gücünün, yakınlığının, kaçınılmazlığının farkında. İşte bu kritik dönemde devletin derin yapılarının, bin operasyoncularının, “iyi çocuklarının” tekmili birden zuhur ettiler. Kendilerine ait ne kadar sembol varsa kendileri adına suç işlemiş ne kadar aktör varsa hepsini alıp sahaya indiler. Beyaz Toroslarla geldiler, Yeşil’in maskeleriyle geldiler, ittifak halinde geldiler, aynı anda bütün düğmelere bastılar. Değişimin kaçınılmaz olduğunun farkındalar. Ama tıpkı Arap Baharı’nda olduğu gibi, tıpkı dünyadaki pek çok değişim sürecinde olduğu gibi, tıpkı Rojava’ya yönelik saldırılarında olduğu gibi bu değişimi rotasından saptırmaya çalışıyorlar. O yüzden bu kadar organize bu kadar ittifak halinde ve hepsi birden ortaya çıktı. Amedspor maçında ortaya çıkan görüntü sadece Amedspor’a yönelik düşmanlığın değil, aynı zamanda bu ittifak halinin göstergesidir. Bu görüntü Mehmet Ağar’ın dile getirdiği bin operasyonunun 1001’inci ayağıdır.
Operasyoncular sadece tribünlerde değil, aynı zamanda Ankara’da boy gösteriyor. Ağar’ın suç ortakları muhalefetin aday belirleme sürecine müdahale ediyor. Çok düşük halk desteğine rağmen “Başbakan ben olacağım, cumhurbaşkanını ben belirleyeceğim, rejimi ben inşa edeceğim” özgüveni boşuna değil. Ülküdaşları Bahçeli, Doğu Perinçek, Süleyman Soylu yüzde 5’lik oyları ile iktidarı yönetebiliyorlarsa onun yeni iktidarı yönetmek için ne eksiği olabilir? Son bir haftada yaşanan baş döndürücü trafikte ortaya çıkan sonuçlar kimseyi yanıltmasın, kimse de rehavete kapılmasın. Operasyoncular yenilmiş, geri çekilmiş ve iddialarından vazgeçmiş değil. 1001’inci operasyon halen devam ediyor ve maalesef farklı hamlelerle de devam edecek. Operasyonun asıl amacı da dipten gelen demokratik değişim dalgasına müdahale etmek, yenilgiye uğrayan faşizmi formatlayarak yaşatmaktır.
Bunu başarmalarının tek yolu Cumhuriyet’in ret ve inkâr kodlarını sürdürmektir. Kürtsüz, Alevisiz, eşitsiz, kadınları ve emekçileri sömüren rejimin yüzyıl sonra vardığı nokta katı bir faşizmdir. İkinci yüzyılında da Kürtlerin, Alevilerin, kadınların, ezilenlerin dışlandığı, sömürülmeye devam ettiği Cumhuriyet’in varacağı sonuç aynıdır. Operasyoncular, derin yapılar, suç örgütleri de ancak böyle bir rejimde varlıklarını sürdüreceklerini biliyorlar.