Kadim uygarlıkların ve halkların coğrafyasında farklı insan gerçekliklerinin ayrıştırılması, karşıtlaştırılması ve çatıştırılması üzerine kurulu tahakküm ve gasp biçiminin yarattığı yoksulluk, sefalet ve yoğun gerilim atmosferinde, uzun yıllardır geliyorum diyen ve hiçbir tedbirin alınmaması ya da alınmak istenmemesi neticesinde adeta soykırıma dönüşen depremler felaketiyle on binlerce insanımızı yitirdik. Sevdiklerini ve her şeyini kaybeden milyonlarca insanımız ise büyük acılar sarmalında çırpınmaya devam etmekte.
Halklar, sivil toplum örgütleri seferber olmuşsa da hayatta kalanların en temel ihtiyaçları hâlâ yeterli düzeyde karşılanamamış olup ne AFAD’ın ne de Kızılay’ın olanakları seferber edilmiştir. Dahası, bu kurumların nasıl yağma, çıkar ve rant kapısına çevrildiği deşifre olmuştur. Depremlerin üzerinden bir ay geçmesine rağmen hâlâ enkaz altında cenazeler vardır, kayıplar vardır, insanlar acıyla yakınlarını aramakta, hiç değilse bir mezar taşlarının olması için feryat etmektedirler.
Yıkım büyük, sonuçları korkunç boyutlardadır. Tarihin derinliklerinden süzülüp gelen kadim kentler ve kültürler neredeyse haritadan silinmiş durumdadırlar. Bu kentlerimizin, kasaba ve köylerimizin tarihsel-toplumsal-kültürel gerçeklikleri gözetilerek yeniden inşa edilmeleri, yaraların sarılması gerekmektedir. Tek tip iktidar alanı yaratmaya odaklı zihniyet, politika ve pratikleriyle sabıkalı muktedirlerin bu deprem yıkımlarını da demografik yapıyı değiştirme yönünde değerlendirecekleri görülebilmektedir. Yıkımın ağırlıkla Kürt, Arap ve Alevi yerleşimlerinde gerçekleşmesi sonrası ilk üç gün adeta müdahalesizlik hali, sonrasında ulaştırılan acil ihtiyaçların dahi yetersiz düzeylerde kalması, yeniden inşa biçimine dair yapılan açıklamalar kuşku ve endişeleri derinleştirmektedir.
Deprem bölgesinde yaşamın yeniden yeşertilebilmesi için halkların örgütlülük biçim ve düzeylerini çok farklı bir düzeye taşıması gerekmektedir. Ülkenin dört bir yanından her halktan gençliğimiz örgütlü bir seferberlikle inşa faaliyetlerinde doğrudan yer almalı, dayanışma derinleştirilmeli, kısa, orta ve uzun vadeli planlamalara gidilmelidir. Halklarımızın ödediği vergilerle oluşan hazine soyut bir devletin değil, tüm halkımızın parasıdır ve mücadelemizin bir ayağı da hükümetler üzerinde ciddi bir baskı oluşturarak yeniden inşanın yerel toplumsal-kültürel gerçekliklerin gözetilerek gerçekleştirilmesi yönünde olmak zorundadır. Bu zorlu mücadeleyi başaramazsak demografik değişim kaçınılamaz biçimde dayatılacaktır.
Felaket sonrası gerek deprem bölgelerinden gerekse ülkenin dört bir yanından iktidara yükselen tepkilerin stadyumlardan da ifade edilmesiyle düğmeye basılmış, Amedspor-Bursaspor karşılaşmasında örgütlü faşist çeteleri harekete geçirilmiş, Amedsporlu futbolcu ve taraftarlar linç edilmiş, şovenizm Kürt düşmanlığı üzerinden tırmandırılmak, gündem değiştirilmek istenmiştir. Bu ülkenin insanları binlerce yıldan bu yana birlikte yaşamaktadır, her biri bu toprakların gerçekliğidir, milyonlarcası karşılıklı evliliklerle akrabadır, dosttur. Onlar Türk, Kürt, Arap, Rum, Çerkes, Laz, Gürcü, Arnavut, Boşnak, Pomak’tır. Müslüman, Hıristiyan, Êzidî, Sünni, Alevi’dirler. Tamamı insan ve bu toprakların sahibidirler. Birlikteliklerine, dostluklarına örgütlü kötülük eliyle müdahale edilmediği sürece bir halel gelmemiş, ortak yaşam yaralanmamıştır.
Türklük ve İslam adına hareket ettiklerini ileri sürenler Türklüğü de İslam’ı da hakikatinden kopararak saltanatları için sadece araçsallaştırmak istemektedirler. Türklük ve Sünni İslam aidiyetiyle yaşayan on milyonlarca insanımızı yoksulluğa, işsizliğe, sefalete mahkûm edenler, dünden bugüne on binlercesini iş cinayetleriyle katledenler, göç yollarına düşürenler, emeklerine el koyanlar, kâr hırsıyla yaşam alanları ve olanaklarına el koyarak tekellere peşkeş çekip topraklarını zehirleyenler, ormanlarını yok edenler, sahillerini yağmalayanlar, nehirlerini-derelerini yok edenler, kadınlarını iktisadi-kültürel-siyasal alandan olabildiğince dışlayıp yoksuldan yoksul kılarak eril zihniyetin pençesine mahkûm edenler, çocuklarını eğitim ve sağlıklı beslenme haklarından mahrum eden, afetlerde ölümlere mahkûm eden siz muktedirler ve maşaları; siz nasıl, hangi Türklüğü, hangi Sünni İslam’ı sahipleniyor ve nasıl yücelttiğinizi iddia ediyorsunuz?
Her etnikten, her inançtan bizler bu ülkenin insanlarıyız, bu toprakların sahibi-sakiniyiz ve asla ama asla düşman değiliz! Düşmanlaştıran, boğuşturan, ayrıştıran zihniyet ve politikalarınız karşısında; biz barıştıran, buluşturan, ortaklaştıran, birlikte üretip hakça paylaşan, birbirini ve doğamızı gözeten, cinsiyetçiliği reddeden zihniyet ve politikaların sahibiyiz! Her dilden, her inançtan hak diyenleriz, hak duranlarız… Birlikte ve barış içinde yaşamak için demokratik cumhuriyet diyenleriz ve biz kazanacağız!
Aşk ile…