Devletçi partiler ve seçmenleri arasındaki geleneksel ilişkilerde aşınmalar baş göstermektedir. Denge toplum lehine, sermaye düzeni aleyhine bozulmaktadır
Akşener’in Altılı Masa’dan ayrılması ve somurtkan yüz ifadesiyle geri dönüp oturması bir oldu. Baş döndürücü yetmiş iki saatlik zaman dilimini birçok açıdan değerlendirmek mümkün. Masa’nın altılısının altı benzemez olduğu, en önemli benzerliklerinin iktidar karşıtlığı olduğu biliniyordu. Altılı’nın her birinin kendi ajandası var ve Erdoğan sonrası bu ajandaların bir bir açılacağını görmek için kâhin olmaya gerek yok. Ancak Meral Akşener’in son çıkışı ve sonrası yaşananlar, halkın da kendi ajandası olduğunu bir kez daha gösterdi. Halk, depremle birlikte biriken öfkesinin ve iktidardan hesap sorma iradesinin önüne geçecek hiçbir siyasi hesabı kabul etmeyeceğini net bir şekilde ifade etti. Bir yönüyle de masayı devletlû siyasetlerle sınırlı tutmak isteyen anlayışa karşı “Sorun sizin değil, benim beka sorunum” dedi.
Toplumun rejim karşısındaki bu özgürlük ısrarı, nesnel olarak temel belirleyen konumdadır. Akşener hadisesi, bu durumun anlaşılması bağlamında hayırlı da olmuştur. Halk, kendisine yabancılaşmış, dar çıkarlarını önceleyen geleneksel siyasetlere “No pasaran!” demiştir. Artık sahne halkındır, onun tek adam rejimi karşısındaki demokrasi ve özgürlük inadınındır. Toplumdaki bu değişim ısrarı, sistem partilerini de belirleyecek, yönlendirecek düzeye erişmiştir. An itibariyle belirleyen toplumun özgürlük iradesi, belirlenen ise devletçi siyasetlerdir. Topluma yabancılaşma kapasitesiyle dejenere olmuş sistem partileri karşısında halk, kurucu iradesiyle öne çıkmaktadır.
Toplumun devletle ve kendi iç ilişkilerini yeniden kurma iradesinin bugünlere taşınmasında en önemli pay sahibi de Kürdistan ve Türkiye’de on yıllardır seyreden demokratik, devrimci mücadeledir. Bu mücadele, deprem günlerinin de gösterdiği üzere yozlaşmış ve krizli sistem gerçeği karşısında halkın demokrasi ve özgürlük arayışıyla buluşmaya en yakın kurucu siyasi iradedir. Akşenergillerin korkusunun kaynağı da halkın ve devrimci hareketlerin bu tarihsel buluşma potansiyelidir. Akşener’i tekrar masaya oturtan da bu korkudur. Bugüne kadar devletçi partiler eliyle denetim altında tutulmak istenen toplumun, iktidar karşıtlığı motivasyonunun ve depremle biriktirdiği öfkesinin, sistemi kökten değiştirecek iradeye kavuşması kâbuslarıdır. Özellikle depremde iktidara yönelik kabaran toplum güvensizliği ve öfkesi, sol değerlerle yüklü özgürlükçü yeni siyasal seçenekleri mümkün kılmaktadır. Bu seçeneklerin dönüştürücü gücü de devrimci öznelerle halkın değişim isteğinin yollarının kesişmesinden ileri gelmektedir. Devletin Ehli Alevi projesiyle kurucu partinin başında yıllarca tutulan Kılıçdaroğlu’nun -günün sonunda ne olacağı ayrı bir tartışma konusu olmakla birlikte- an itibariyle Piro’ya dönüşmesinde devrimci hareketlerin tazyikinin ve toplumdaki değişim ısrarının bu kritik rolü görülmelidir. O nedenle “Tarihi direnenler yazar” sözü, boşuna söylenmiş bir söz değildir.
İşte direnenlerin bu dönüştürücülük gücünün farkında olsa gerek ki Akşener, tekrar masaya dönerek -bundan sonra ne kadar mümkün bilinmez ama- güçlü bir İyi Parti’yle yeni siyasal ve toplumsal ittifak ihtimallerini engelleme, bozma rolünü devlet adına tekrardan üstlenmiştir. Özetle Altılı Masa’da kendisine biçilen truva atı rolünü yeniden devralmıştır. Halkların değişim ısrarıyla devletçi statüko arasındaki çelişkinin derinleşmesi, İyi Parti’nin bu rolü tekrardan üstlenmesini zorunlu kılmıştır. Tek adam rejimine karşı yıllar içerisinde biriken toplumsal demokrasi ve özgürlük mücadelesi, rejimi aşan sistemi kökten sorgulayan bir karaktere bürünmektedir. Devlet ve toplum, devletçi partiler ve seçmenleri arasındaki geleneksel ilişkilerde aşınmalar baş göstermektedir. Denge toplum lehine, sermaye düzeni aleyhine bozulmaktadır. Bozulan bu denge, toplumsal muhalefet için olanaklar kadar riskler de yüklemektedir. Altılı’nın Akşener krizinin yaşandığı saatlerde, Bursaspor tribünlerinde doksanlı yıllarda Kürdistan’daki özel savaşa gönderme yapan fotoğrafların boy göstermesi, önümüzdeki dönemin olası risklerinin işaretini vermektedir.
Bu riskleri minimize, olanaklarımızı maksimize etmenin yolunu, dün bir kez daha 8 Mart alanlarında yasını, öfkesini patriyarkal kapitalist yıkıma karşı isyana dönüştüren on binler gösterdi. Yükselen bu toplumsal öfkenin, isyanın örgütlenmesi için üçüncü kutbun toplumsal politikasını yeni araçlar, yeni ittifaklar, yeni yöntemler, yeni sözlerle yeniden ve yeniden kurmak zorundayız. Toplumsal ve siyasal ittifakların bu bağlamda güçlenmesine, kalıcılaşmasına odaklanmak, yükselen iktidar ve sağcılık karşıtı toplumsal rüzgârı arkasına almak, başta HDK, HDP, Emek ve Özgürlük İttifakı olmak üzere toplumsal muhalefetin en temel ve en ivedi görevlerindendir.