99 depremi sonrası AKP iktidarıyla birlikte rant ekonomisi uygulamaya konurken, inşaat şirketleri havuzu oluşturuldu. Bugün de iktidar Mereş depremini inşaat rantına bağlamak ve İstanbul’u da bu yağmaya eklemek niyetinde
Yusuf Gürsucu / İstanbul
Türkiye’de kapitalistleşme sürecinde kentlerin planlanarak gelişmesi yerine rantın planlanması ile genişlemesi sonucu sağlıksız ve tehlikeli yapılarla dolu kentler ortaya çıkarıldı. Hisseli ifraz ile başlatılan tarım arazilerinin bölünerek arsaya dönüştürülmesiyle birlikte kentler yağma alanına çevrildi. 1960’larda başlatılan uygulamayla tüm kentlerde ve özellikle metropollerdeki tarım arazileri kentlerin en önemli yerleşim alanlarına dönüştü. 12 Eylül darbesi sonrası iktidara gelen Özal’ın çıkardığı 2981 sayılı İmar İslah Yasası ile hisseli ifraz alanlarında plan yapma yetkisi dönemin rantiyeci yerel yönetimlerine verildi. Merkezi yönetim ve ana belediyeler devreden çıkarılarak, plansız bir süreçle apartmanlarla ve apartman altı işyerleri ile dar sokaklardan oluşan şehirler ortaya çıktı.
12 Eylül’le rant büyüdü
12 Eylül sonrası büyük bir rant alanı yaratılırken arsa simsarlarıyla kol kola girmiş müteahhitler peydahlanmaya başladı. Kırsalın giderek yoksullaştırılmasının da yarattığı ortamda kentlere doğru büyük göçler yaşandı. Çıkarılan yasa ile ifraz edilmiş arsalarda apartmanlaşma vaat ediliyordu. Kentlerin merkezi bölgelerinde yüksek yapılar yoğunlaşırken yap-satçılık gelişti. Bu süreçte parsellerin küçülmesi adeta teşvik edilirken kıyılarda ise kıyı işgalleri turizm imarları ile yaygınlaştı. Öte yandan büyük kentler ve metropollerde tarım arazileri çıkarılan yasa ve yönetmeliklerle sanayi bölgeleri olarak adeta istila edildi.
Depremler rantın kaldıracı
Yaşanılan bu süreçlerin ardından özellikle 99 depremi sonrası kentsel dönüşüm iddiasıyla yeni rantsal amaçlı işgal süreçlerinin önü tamamen açıldı. Tüm kentler ve özelde İstanbul gibi büyük şehirler şantiyeye dönüşmeye başladı. AKP iktidarı inşaatçılık üzerinden kendi çeperinde topladığı ve 5’li çete olarak anılan şirketlerle birlikte birçok şirketle kol kola girerek, ülkenin ekonomi politikasını rantsal büyümeye taşıyarak ülkenin her yerinde yollar, köprüler, şehir hastaneleri, havalimanları, gökdelenler ve AVM’ler inşa ediyordu. 99 depremini bir kaldıraç olarak değerlendiren iktidar kentsel dönüşüm iddiasıyla birçok yurttaşı mülksüzleştirirken, birçok yurttaşı da bankalara borçlandırdı ve tüm kamusal gelir ve kamusal araziler ile işletmeler sermaye kesimine taşındı.
İhanet aralıksız sürüyor
AKP’li Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan İstanbul ile ilgili yaptığı bir açıklamada, “40 kat, 100 kat binalar yapmak sizi medeni yapmıyor… Biz bu şehrin kıymetini bilmedik, biz bu şehre ihanet ettik, hâlâ da ihanet ediyoruz. Ben de bundan sorumluyum” sözleri hiçbir anlam içermezken, bu sözlerin arka planında Boğaziçi Kanunu’nu değiştirmeye soyunarak Boğaziçi’nde yatay olarak yeni bir yapılaşma hedefiyle adım atılıyordu. Bu bağlamda Boğaziçi Üniversistesi arazisine göz koyulduğu iddiaları öne sürüldü. Kayyum niteliğinde rektör atamalarıyla üniversite zayıflatılmaya çalışıldı. Ancak tüm baskılara rağmen henüz bu amaca ulaşılamadı. 2017’de İstanbul’a ihanet ettik sözleriyle günah çıkardığı günlerde Fikirtepe’de gökdelenlerin yükseldiği bir kentsel dönüşüme daha imza atılması ise ikiyüzlüğü ortaya koyuyordu.
Bilim devre dışı
Mereş’te yaşanan depremlerin ardından, 99 depremi sonrası ortaya konan yağma politikaları sürdürülmeye çalışılırken, kapalı kapılar ardında TOKİ eliyle şirketlere alelacele verilen inşaatlar başlatıldı. Yine aynı anlayış meraların, ormanların ve tarım arazilerinin işgaline soyundu. Bilim insanlarını, jeologları, ziraatçıları, ormancıları, iklim bilimcilerini, mimarları ve tarihçileri elinin tersiyle kenara iten iktidar, tek adam uygulamasıyla soyunduğu inşaatlarla, halkın ihtiyaçları değil şirketler için rant alanları yaratmayı amaçladığı anlaşılabiliyor. Mereş depremini de sermaye çıkarı için kullanacağı anlaşılan iktidar, yakın gelecekte iklim sorunlarıyla iç içe gelişen gıda krizine yol açacak olan tarımsal üretim sıkıntılarını hiç umursamadan rantın peşine düştü.
Her adım rantı gösteriyor
AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, deprem sonrası partisinin Merkez Yönetim Kurulu toplantısına Kalyon İnşaat’ın patronunu da davet etmiş olması dikkat çekiciydi. Erdoğan’ın, toplantıya katılan Cemal Kalyoncu’ya yardımda bulunması ve deprem bölgesindeki konteyner kent ve konutların inşasında aktif rol alması için davette bulunduğu öğrenildi. Bu davet sonrası Kalyoncu, TV’lerde yapılan ortak yayına bağlanarak yüklü bağışta bulundu. Bir süre sonra da kapalı kapılar ardında Kalyon’un başını çektiği bir grup müteahhite deprem bölgesinde 1796 adet deprem konutu ihalesiz olarak verildi. Tüm yaşananlar depremdeki yıkımın ranta bağlandığını işaretlerini ortaya koyuyordu.
İktidarın kirli basını
Mereş depremi sonrası, iktidarın kirli basınında abartılarak yer verilen haberlerde işyerlerine girilip güya soygun yapıldığı ve güvenlik sorunu oluştuğu gibi iddialar eşliğinde OHAL ilan edildi. Hemen ardından ‘OHAL Kapsamında Yerleşme ve Yapılaşmaya İlişkin Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’ yayınlandı. Bilimsel hiçbir dayanağı bulunmayan kararname ile meralar ve ormanlar katledilerek yerine deprem konutları inşası başlatıldı. Çıkarılan kararname ile tek adam modeli işletilmeye devam edilirken, yine bilim ve bilim insanları devre dışı bırakılarak ranta ve yağmaya dönüşen bir sürece başlandığı ortaya konuldu. Kararnamede, 4342 sayılı Mera Kanunu ile 6831 sayılı Orman Kanunu’nun ek 16. maddesinde belirtilen alanların yerleşime açılacağı ve belirlenen alanlarda vasıfların Çevre Bakanlığı eliyle resen değiştirilebilecek olması atılan adımın bir yağma adımı olduğunu ve büyük bir doğa yağmasının da beraberinde gelişeceğini gösteriyordu.
Afet Fonu!
Tüm bu süreç yaşanırken iktidar ‘Afet Yeniden İmar Fonu’ kurulacağını duyurdu. Bağış, yardım ve hibelerin bu fonda bir araya getirileceği ve afet bölgesinin imarı için kaynağın yönetilmesi ve aktarılması fonla sağlanacağı iddia edildi. Afet bölgesinin altyapı ve üstyapı çalışmalarının bu fondan karşılanacağı, bütçede fona özel bir ödenek ayrılacağı ve diğer fonlardan aktarım yapılabileceği açıklamalarda yer alırken, fonun yönetim kurulunun ilgili Bakanlardan oluşacağı vurgulandı. Kurulmak istenen fon teklifinin Meclis’e gelmesi beklenirken, fonun Meclisin denetimi dışında olması sürecin bir yağma süreci olacağını gösterdi. Öte yandan İstanbul merkezli büyük bir depremin yaşanacağına yönelik öngörüleri de kullanarak ranta bağlama sevdasına düşen iktidar, rantsal amaçla gündeme getirilen Kanal İstanbul hayaline ve Anadolu yakasında kamusal alanlara çökme hazırlıklarına girişti.
İktidar İstanbul’u istiyor
Çevre Bakanı Kurum, İstanbul’da riskli olduğu tespit edilen 1 milyon 500 bin konutun şehrin iki yakasında belirlenen rezerv alanlara taşınacağını açıkladı. Söz konusu alanların neresi olacağına ilişkin bilgi verilmedi ancak bakanlığın, Cumhurbaşkanlığı kararıyla ilan ettiği rezerv alanı, planlanan Kanal İstanbul ve çevresini kapsıyordu. Bakanın Anadolu Yakası’ndan söz ederken, işgal edilecek alanların askeri alanlar olduğu iddia edilirken, Kurum’un, “Bu çalışmaları 780 bin kilometrekare vatan toprağı içinde eş zamanlı yürüteceğiz” sözleri yaratılmak istenen rantın büyüklüğünün işaretiydi. Temelsiz ve uygulamaktan uzak olan bu hedefler duyurulurken, halka umut vaat edip gelecek seçimleri kazanma hayalini canlı tutma gayreti olarak göze çarpıyordu.
İstanbul rezerv alanları!
2019 ve 2020 yıllarında da Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle ‘Plan Değişikliği Açıklama Raporu‘nda İstanbul için rezerv alanlar açıklanmıştı. Belirlenen rezerv alan Kanal İstanbul çevresini gösteriyordu. Rezerv plan, 2021 yılı Mart ayında Cumhurbaşkanlığı’nca çıkarılan kararname ile duyurulurken, hemen ardından 2 kararname daha çıkarılarak Rezerv alanın yeni yerleşim alanı olarak kullanılmak üzere, Toplu Konut İdaresi Başkanlığının (TOKİ) veya Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nca belirlenen alanlar olarak tanımlandı. Bu adımlarla Kanal İstanbul ısrarını deprem korkusuna yaslanarak sürdürecekleri anlaşılırken, ranttan vazgeçmeyeceklerini gösteriyorlardı.
İBB devre dışı bırakılmak isteniyor
Bakan Kurum yaptığı açıklamada, Erdoğan’ın önümüzdeki günlerde önemli projelerini açıklayacağını söyleyerek, “Marmara Bölgesi’ne ilişkin kentsel dönüşüm hedefimizi, oluşturulacak yeni rezerv alanlardaki uydu kentlerimizle birlikte ilave nüfus getirmeden, örneğin İstanbul’da dönüşmesi gereken 1,5 milyon bağımsız bölüm var. Bunlardan acilen dönüşmesi gereken 300 bininin dönüşmesi için şu an İstanbul’da sadece bakanlığımızın devam ettirdiği 94 bin bağımsız bölümden oluşan projelerimiz var. O riskli 1,5 milyon konutu dönüştüreceğimiz rezerv alanları var. Şehrin içindeki 1,5 milyon riskli binayı belirlediğimiz iki rezerv alana, hem Avrupa hem Anadolu yakasına taşıyacağız” diye belirtti. Bu açıklama İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni (İBB) devre dışı bırakacaklarına işaret ederken, diğer yandan İBB’nin bu bağlamda hazırlık toplantıları başladı.
‘Deprem Bilim Üst Kurulu’
İBB tarafından oluşturulan İstanbul Deprem Bilim Kurulu Şubat ortasında İSKİ yerleşkesi içerisindeki AKOM’da bir toplantı gerçekleştirildi. Toplantıya çok sayıda bilim insanı ile İBB bürokratları katıldı. İBB 1 Mart tarihinde yaptığı çağrıda ise ‘Deprem Bilim Üst Kurulu’nun önerileri, tespitleri ve çözüm yolları doğrultusunda başlattığı seferberlik planınını duyurdu. Toplantıda konuşan İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, “Biz, bugün itibariyle İBB olarak inisiyatif alıyoruz, düzen değiştiriyoruz. İBB, 2019 Haziran’ından bugüne, ‘imar-rant-siyaset’ düzeninin bütünüyle dışındadır. Deprem dirençli İstanbul için, seferberlik başlatıyoruz” dedi. İmamoğlu yaptığı konuşmada, “İstanbul ve Marmara Deprem Konseyi’nin kurulması, İBB deprem bütçesinin revizyonunun yapılması ve buna destek sunulması, İstanbul’un depreme dirençli hale getirilmesi için mevzuat çalışmalarının hızlıca sonuçlanması” gibi noktalara dikkat çekti.
‘İstanbul’a özel yasa çıkarılmalı’
İmamoğlu konuşmasının devamında ise şunları söyledi: “Yapı güçlendirme konusuna ilişkin yasal düzenleme için, merkezi yönetimle iş birliği ve finans desteği sağlanması, Hızlı tarama yönteminin, mevzuata konarak yaygınlaştırılması, Boş konutların kullandırılması programına ilişkin yasal ve yönetsel düzenlemelerin hayata geçirilmesi, Deprem sonrası toplanma ve geçici barınma alanlarının tam donanımlı bir şekilde fiziki altyapılarının geliştirilmesi için merkezi yönetim ile eşgüdüm haline gelinmesi, İstanbul’un iletişim, elektrik, enerji gibi tüm altyapı sistemlerini depreme dirençli hale getirmek için ilgili aktörlerle ortak çalışacak ortamın sağlanması, İstanbul özelinde yasa çalışmasının yapılması.”
İBB ile iktidarın hedefi farklı
İBB ile iktidarın ortaya koyduğu hedefler ve çözümlerde bir paralellik oluşmaması ise İBB’nin çözüm önerilerinin birçoğunu boşa düşürür nitelikte. Bakanlığın rantsal amaçla hazırlığına giriştiği 1,5 milyon konut inşası ile İstanbul’da yeni yerleşim alanlarının açılmasının amaçlandığı iddia edilirken, kentsel dönüşümün yerinde ve halkın katılımıyla yapılması gündemlerinde bile yok. Tam bir yağma projesi olan Kanal İstanbul’u bu girişimle yeniden canlandırmak isteyen iktidar, bölgede el değiştirmiş on binlerce dekar arazinin yeni sahiplerine verdiği sözleri de yaşama geçirmek istiyor. Kanal İstanbul güzergâhında, 2014-2018 yılları arasında toplamda 26.7 milyon metrekare arazi el değiştirdi. Arazilerde en büyük alana sahip ilk 10 şahıs/şirketten 3 tanesi ise Körfez ülkelerinden kişi ve şirketler olurken, bu satışların Kanal İstanbul’un duyurulduğu 2015 yılından sonra yapılmış kanalın bir rant ve yağma planı olduğunu göstermeye yetiyor.