Gençlerin, arkalarına bakmaksızın ülkeden uzaklaşmak istedikleri, her ne pahasına olursa kapağı bir batı ülkesine atmaya çabalamaları yadsınamaz bir gerçeklik. Sokak röportajlarında kendilerine mikrofon uzatılan gençler, bu konudaki kararlılıklarını büyük bir açıklıkla ifade ediyorlar.
Meseleye biraz daha yakından baktığımızda, kimi yoksul gençlerin bu uğurda o güne değin bin bir zorlukla elde ettikleri birikimleri heba etmeye, gidecekleri ülkede toplumun en mağdur tabakasını oluşturmaya da razı olduklarını görüyoruz.
Gerçekten de, yoksul bir aileden gelip, hele de üniversite mezunu olduktan sonra, sınırları çaresiz mülteciler gibi kaçak yollardan geçerek, bazen bu uğurda iki veya üç sınır hattını aşarak hedefledikleri ülkeye varma çabaları çok acı.
İşin daha tuhaf tarafı ise, evlatlarının bu uğurda başarılı olmaları, yani kaçak yollarla da olsa yabancı bir ülkeye ulaşmaları ailelerinin rahat bir nefes almasına yol açıyor. “Bizim oğlan/kız paçayı kurtardı” gibi bir cümleyle açıklıyorlar yaban ellere, hiçbir güvenceye sahip olmadan girişilen bu macerayı.
Yakın geçmişe kadar bu göç dalgasında genellikle Avrupa ülkeleri, özellikle de Almanya ve Fransa tercih edilirdi. Buralar ne de olsa yıllar içinde şekillenmiş birer diaspora merkezleriydi. Bu ülkelerin gettolarında dil bilmeden de yaşam sürdürmek mümkündü.
Şimdilerde ise tam tersine, kemikleşmiş diasporaları olmayan, kendi toplumundan insanlarla karşılaşma ihtimalinin daha zayıf olduğu ülkeler tercih ediliyor. Eski kuşak yabancı ülkelerde soydaşlarıyla karşılaştığında bu beraberlikten güç almak niyetindeydi. Şimdi ise aynı ülkeden geldiğin, aynı dili konuştuğun insanlar arasında kimin MİT ajanı, kimin Diyanet muhbiri, kimin hangi tarikatın hangi kolunun bir elemanı olduğunu bilmek mümkün değil.
Türkiye insanının 1963 yılında, yabancı işçi olarak kitlesel boyutta başlayan göç hareketi, başlangıçta belli bir süre çalışıp para biriktirerek geri dönmek üzerine kurgulanmıştı. İlerleyen yıllarda, bu ülkelerin sunduğu sosyal haklar cazip gelince, gidenlerin önemlice bir kısmı o ülkelerde yaşamaya başladı.
Yeni göç dalgasında ise, gidenler bir daha geri dönmemek üzere ayrılıyorlar ülkelerinden. Buna gitmek yerine ‘kaçmak’ ifadesini kullanmak daha doğru olacaktır. Bugünün kaotik ortamından kaçanlar, ülkelerinin gelecekte daha dingin, daha yaşanası bir yer olacağına dair umutlarını çoktan tükettiler. Son bir ay içinde yaşananlara baktığımızda, gençlere hak vermemek mümkün değil. 6 Şubat tarihinde başlayan depremler dizisi boyunca yaşananlar sadece depremzedelerin değil, bütün bir ülke halklarının travması haline geldi.
Deprem felaketiyle birlikte hem kamu düzeninin lime lime olmasına, hem de toplumun örgütlü kesiminin muhteşem dayanışmasına tanık olduk. Aynı anda talan, çapul yağma olayları, bunlar üzerinden üretilen yabancı veya sığınmacı nefreti birbirini tetiklediler. Kimi yerlerde güvenlik görevlileri yağmacı diye itham ettikleri insanların linç edilmesine zemin hazırladılar. Bu minvalde son duyum ise depremle ilgili olarak özel görevlendirilen bir emniyet müdürünün, görev süresi dolduğunda resmî araçla yağma ganimetini evine götürürken, meslektaşlarının ihbarıyla yakalandığı. Haberin devamında ise, suçüstü yakalanan emniyet müdürünün ifadesi alındıktan sonra adli kontrol tedbiriyle tahliye edildiği duyuruluyordu.
Yerkabuğundaki sarsıntı yetmezmiş gibi, geçtiğimiz Perşembe gününden bu yana bir de siyasi deprem yaşıyoruz. Yaklaşan seçimlerde hükümet değişimi için bel bağlanan altılı masanın bileşenlerinden İYİ Parti, tam da ortak adayın açıklanmasının beklendiği bir sırada ittifaktan ayrıldığını duyurdu.
Genel Başkanı’nın Çiller hükümeti döneminde İçişleri Bakanı olarak performansını unutmuş olanlar, o yüzden de ırkçı bir gelenekten gelen partisini ‘merkez sağ’ olarak tanımlayanlar ufak bir şok yaşasa da, yakın tarihi bilen bizler için bu kopma hayırlı bir gelişmedir. İttifakın demokratikleşme çabalarının önündeki önemli bir tıkaç devre dışı kalmıştır.
Şiddet ve zor, ülke kültürünün temel harcı haline getirildi. İktidarların bilinçli tercihi olarak bu militarist ve eril kültür ilkokul sıralarından başlanarak ilmek ilmek örülüyor.
Son olarak bölücü milliyetçiliğin Bursaspor-Amedspor maçı öncesi ve esnasında sergilediği ırkçı saldırganlık, gençlerin arkalarına bakmadan ülkeyi terk etmelerinin ne denli doğal bir tepki olduğunu gösteriyor.