Depremin üzerinden 26 gün geçmesine rağmen depremzedelerin başta barınma, beslenme, sağlık olmak üzere birçok ihtiyacı tam olarak karşılanmadı. Bu ihtiyaçları karşılamakla sorumlu olan Kızılay ‘ahbaplarıyla’ çadır, barbunya ticaretiyle meşgul.
Ticaretlerinden; arta kalan çadır ve barbunya gibi yardım malzemelerini depremzedelere de verirler herhalde. Ülkeyi bir anonim şirketi gibi yöneteceğini söyleyen iradenin kurumları da önce ticaret sonra hizmet düsturuyla hareket ediyorlar.
Deprem bölgesine dayanışmaya gidip gelen gönüllülerin ağzında çıkan ilk kelime “çok kötü, çok kötü” ve devamında sahadaki dayanışmanın güzelliğini anlatırlarken, şimdiye kadar ‘baba’ ve ‘reis’ rolünde toplumu vergilerle haraca bağlayıp sömüren siyasal iktidarın ve devletin sahada olmadıklarını anlatıyorlardı. Aslında bu durum sahadaki dayanışma pratikleri toplumun ‘babasız’ ‘reissiz’ de kendi kendine yettiğini göstermesi açısından önemli işaretler veriyor.
Sahada görülen iki felaket vardı. Biri doğal felaket, ikincisi ise siyasal iktidarın yarattığı felaketti. İnsanları öldüren, dahası kahreden ise doğal felaketten ziyade siyasal felaketti.
Bu nedenle haklı olarak depremin ilk günlerinden itibaren önce yardım çığlığı olarak, sonrasında hesap sormak refleksiyle toplum bir ağızdan ‘devlet nerede’ diye bağırmaya başladı.
Sahi neredeydi bu devlet?
“Şalvarı şaltak Osmanlı
eğeri kaltak Osmanlı
ekende yok biçende yok
yiyende ortak Osmanlı”
Bu dörtlükte söylendiği gibi toplumun yanında olmayan ama toplumdan haraç gibi vergi alan devlet/siyasal irade neredeydi?
2000 ve 2022 yılları arasında çıkarılma amacı Marmara depreminin ekonomik kayıplarını gidermek olan halk arasında ‘deprem vergisi’ olarak adlandırılan kanun uyarınca 88 milyar 298 milyon TL “deprem vergisini toplayan” devlet/siyasal irade neredeydi?
1948 yılından bu yana 9’u AKP döneminde olmak üzere toplamda 22 defa imar affı yasası çıkaran devlet/siyasal irade neredeydi?*
İmara uygun olmayan yerleri imara açan, siyasetin gücünü veya paranın gücünü arkasına alan müteahhitlere imar planları dışında emsal veren, kat sayısını artıran belediye başkan ve meclis üyeleri dahil devlet/siyasal irade neredeydi?
Başta TMMOB olmak üzere meslek odalarını devre dışı bırakarak ‘yapı denetim firmalarını’ denetimsiz bırakan devlet/siyasal irade neredeydi?
‘Devlet enkaz altında kaldı’ gibi değerlendirmeler yapılsa da tüm çıplaklığıyla enkaz altında kalan insanlardı ve devlet de insanları enkaz altında yalnız bırakmıştı.
Siyasal irade, toplumun “devlet nerede” refleksine ve tepkisine ilk cevabı; depremin olduğu bazı illere 48 saatlik giriş çıkış yasağı koymak, halkın gönderdiği yardım TIR’larına el koymak ve Kürtlerin yardım malzemelerini topladığı depolarına kayyum atamak oldu. Hatta enkaz altındakilerin yardım çığlıklarını duyurdukları sosyal medya ağlarını kesmek oldu. Yani ilk refleksi yasaklarla kendini hissettirerek toplumun dayanışma ağlarını öncelikle kesmek oldu.
Sonrasında da suçüstü yakalanma halinden dikkatleri dağıtmak için ‘müteahhitleri’ günah keçisi olarak toplumun önüne atmak oldu. Müteahhitler tabii ki günahsız değillerdi. Ama bu suçu tek başlarına işlememişlerdi. Suçlular zincirinde bir halkaydılar sadece. Böylelikle depremin esas sorumluları olan ‘depremin siyasi ayaklarını’ sorumluluktan kaçırmak istediler.
Ancak toplum ikna olmuyordu. Siyasal felaketin sorumlularının belli olmasını ve hesap vermelerini istiyordu. O nedenle ‘devlet nerede’ sorusunu sormaya devam ettiler.
Bunun üzerine siyasal irade gerçek kimliğine bürünerek; kendi sorumluluğu altında yapılan işlerin eksikliğini/yanlışlığını örtmek için ‘devlet nerede’ diyenlere kaba ve nobran bir üslupla ‘hain, şerefsiz, ahlâksız, adi, namussuz’ diye hakaretler edip, ‘bunları not ediyoruz’ diyerek aba altında yine sopayı gösterdi.
Bu tehditler siyasal iradenin hacmi küçük ama etkisi büyük ortağı tarafından Elbistan’da da devam etti.
Ancak halkın vereceği en son canı kalmıştı. Onu da doğal depremin, siyasal enkazı altında kaybedince korku duvarları da yıkılmıştı. Toplum bu kez futbol tribünlerinden de gerçek sorumlulara “hükümet istifa” diye seslenmeye başladı. Bu seslenme dalga dalga ülkenin statlarına da yayılmaya başladı. Siyasal irade bu sese kulak vermek yerine önce ‘futbola siyaset bulaştırmayın’ diyerek halktan görünmeye çalıştı, sonrasında ise taraftara rağmen ‘futbolun içindeki siyasi aparatları/yöneticileri’ aracılığıyla ‘devletimizin yanındayız’ diye açıklamalar yaptırıldı.
Hakaretlere toplumsal tepki gelince bu sefer iktidarın fotoromanı; “bize mesaimizi böldürmesinler, mesaimizi böldürmek isterlerse rahat böleriz, hodri meydan” diyerek halkı tehdit etmeye başladı.
Ancak toplum ısrarla “devlet nerede” diye sormaya devam ediyordu. Cevap vermeyenleri de hesap vermeye davet ederek ‘hükümet istifa’ demeye ısrarla başlamıştı artık.
Bu sefer iktidarı elinde tutmak için her yolu kullanmaktan çekinmeyen popülist/otokratik lider “güya” eksikliğini kabul eden bir üslupla “ilk birkaç gün istediğimiz çalışmaları yürütemedik, helallik istiyorum” diyerek toplumun tepkisini dindirmek istedi. Devamında da “Kayıpları telafi edecek kudretteyiz, sizden bir yıllık süre istiyorum” diyerek hesap vermek yerine arsızca ve yüzsüzce oy istemeyi de ihmal etmedi. Ama toplum bunları “Kandırıldık, Rabbim bizi affetsin” pratiklerini bildiğinden ‘helallik’ istemeyi samimi bulmuyor.
Bu nedenle toplum ısrarla “Devlet nerede’ diye sormaya devam edecek. Ve siyasi iradenin kirli ortaklarının meydan okumasına 14 Mayıs’ta cevap verecektir.
Sahi; ahlaksız, namussuz, adi, hain denilenlerden neden helallik istenir ki?
*(http://www.mimarlikdergisi.com/index.cfm?sayfa=mimarlik&DergiSayi=417&RecID=4520)