İktidar, tarım alanlarını betonlaştırma planını depreme çözüm olarak sunuyor. Oysa Mereş merkezli depremde büyük yıkım yaşanmasının ana nedenlerinden biri tarım arazilerine yapılan binalar
Yusuf Gürsucu
Türkiye’yi bir A.Ş. gibi yöneten sermaye hükümeti AKP, çıkardığı birçok yasa, yönetmelik ve uygulamalarla üretim dışına ittiği köylüleri kentlere göçe zorlarken, göç edenler kentlerde sermayenin ihtiyaç duyduğu ucuz ve yedek emek gücü haline getirildiler. Tüm bu süreçte tarımsal alanlarda azalma ve üretimlerde ciddi kayıplar ortaya çıkarken, en temel gıda ihtiyaçları bile ithalata bağlandı. Büyük bir gıda krizinin eşiğinde olan Türkiye’de mevcut iktidarın politikaları üretimleri darbelerken, Mereş depremleri sonucunda Türkiye’nin bitkisel üretiminin yüzde 20’sine yakın bir paya sahip olan bölgede tarımsal üretim sürdürülemez noktada. Böylesi büyük bir kayıp ise açlığa yol açabilecek boyutta gıda krizinin ortaya çıkabileceğine işaret ederken, inşaatta olduğu gibi tarımda da küçük çiftçiliği yok etme planlarının devrede olduğunu belirtmek gerekiyor.
5 bin köy 2,5 milyon çiftçi
Depremi etkileyen 10 ilde kayıtlı 270 bin çiftçi ve bir o kadar da kayıt yaptıramayan çiftçinin olması bölgenin ağırlıklı olarak tarımsal üretimlere dayalı bir ekonomiye sahip olduğunu göstermektedir. Türkiye’de toplam tarım arazilerinin yüzde 16.2’sine yani 35,8 milyon dekarlık tarıım arazilerine sahip olan bölgedeki arazilerin 11 milyon dekarı Riha’da, 5.8 milyon dekarı Amed’de, 5 milyon dekarı Adana’da, 3.6 milyon dekarı Mereş’te, 3.5 milyon dekarı Dîlok’ta ve 2,4 milyon dekarı da Hatay’da bulunuyor. Bu arazilerin 25.6 milyon dekarında tahıl ve bitkisel üretimler yapılırken, Türkiye’de toplam üretimin yaklaşık yüzde 20’si depremde zarar gören 10 il coğrafyasında gerçekleştiriliyor. Bölgede 5 bin köy ve 2,5 milyon yurttaş tarımsal üretimin içinde yer alıyor. Yaşanan deprem sonucunda özellikle köylerdeki yıkımlara yönelik destek ve yardımların ulaştırılmaması sonucu birçok çiftçi yaşamını yitirirken, evleri ise mezarları oldu.
Gıda krizi tetiklenebilir
Onbinlerce insanın yaşamını yitirdiği depreme seyirci kalan iktidar, ülkeyi açlığa sürüklüyor. Deprem bölgesinde darbe alan tarımsal üretim sonucunda gıda krizi kapıya dayandı
Bölgede büyük bir göç yaşanırken, kırsal alanlarda deprem sonrası yaşayan üreticilerin büyük bir bölümünün göç etme olasılığı yüksek. Ayrıca üretim koşullarının zorlaşması ve evlerinin yıkılması, bazı tarlaların göçmesi sonucu bölgedeki üretim kapasitesinin ciddi oranda düşmesi bekleniyor. Çok sayıda üyesini depremde yitiren Ziraat Mühendisleri Odası’nın (ZMO) Genel Başkanı B. Remzi Suiçmez, yaptığı yazılı basın açıklamasında, depremin tarımın yapıldığı kırsal alanlara verdiği zararın boyutlarının tam olarak belli olmadığını ve bu durumun gıda krizini tetikleyebileceğini belirtti. Depremin meydana geldiği kentlerin tarım için önemli bir saha olduğuna dikkat çeken Suiçmez, 10 ilde Türkiye’deki toplam hayvan varlığının yüzde 15’inin bulunduğunu hatırlattı.
Gıda fiyatlarında artış
Suiçmez, depremde köylerdeki yıkımdan dolayı ciddi miktarda tarımda kullanılan traktör ve benzeri araç-gereçlerin de hasar gördüğünü, yine pek çok hayvan kaybının da yaşandığını söyledi. Bölgede tarımla uğraşan kesimin genellikle yaşlı nüfus olduğuna dikkati çeken Suiçmez, “Onların vefatı halinde üretime kim devam edecek? Hayvanlar konusunda bakanlık bazı şeyler yapmış ama son derece yetersiz. Orada dayanıklı ahırların yeniden yapılması lazımdı. Somut ve hızlı adımlar atılması lazım. Yoksa mart ayında traktör, mazot, gübre, tohum, ilaç bunlarda ciddi sıkıntılar olur. Bu da bitkisel üretimi olumsuz etkiler” dedi. Bölgede mısır, pamuk, kayısı, buğday, arpa, yer fıstığı, kırmızı biber gibi pek çok ürünün yetiştiğini söyleyen Suiçmez, “Bölgeden yeterli ürün gelmemesi de gıda fiyatlarındaki artışın gelecek aylarda daha da tetiklenmesine neden olabilir” diye belirtti.
Köylerde yıkım çok fazla
Türkiye Çiftçiler Birliği Başkanı Münür Ballı ise yaptığı açıklamada, “İnsanlar şehirlere yoğunlaştı ama aslında köylerdeki yıkım daha fazla. Kahramanmaraş’ın gittiğim köylerinden birinde 52 kişi ölmüştü. Bu insanların hepsi tarımda üreticiydi. Akaryakıt sıkıntısı dışında ekipmanları da büyük zarar görmüş” dedi. Tüm Süt, Et ve Damızlık Sığır Yetiştiricileri Derneği’nden (TÜSEDAD) Sencer Solakoğlu ise başta yem tedariğindeki sıkıntı ve genel zararlarından dolayı birçok üreticinin hayvanlarına bakamayacak durumda olduğunu söyledi. Solakoğlu, Türkiye genelinde zaten mevcutta bir üretim sıkıntısı olduğunu ve depremin bu duruma olumsuz etkisinin olacağını ifade etti. Independent Türkçe’ye konuşan ZMO Adana Şube Başkanı Feyzullah Korkut ise, “Depremin yoğun olarak yaşandığı bölgelerde ister istemez kırsaldan şehirlere doğru bir göç var ve bu üretimi etkileyecek. Depremde birçok hayvancılık tesisi, ahırlar yıkıldı” tespitleri bölgede tarımsal üretimin büyük bir yara aldığını ortaya koyarken, devlet kurumları ise birçok köye halen adım atmış değil.
Örgütlü kötülüğün iktidarı
Ormanların ve meraların deprem konutları için ortadan kaldırılma kararı, bölgede yoğun olarak yapılan hayvancılığa, depremin yarattığı yıkımla birlikte büyük zarar verecek. Örgütlü kötülüğün hüküm sürdüğü Türkiye’de depremden rant devşirme adımları hızla atılırken, Kalyon Holding’in başkanlığını yaptığı GYODER ve TOKİ ortaklığına ihalesiz verilen deprem konutları için inşa adımları atıldı. Diğer yandan iktidarın hazırlığını yaptığı tarım politikalarına yönelik mecliste bekleyen torba yasanın yürürlüğe sokulma hazırlığı sürerken, deprem koşullarının bu yağma sürecinin hızlandırılması amacıyla kullanılacağını söylemek için çok fazla neden var.
Araziler emirle toplulaştırılıyor
Kapitalizmin neoliberal politikalarının bir parçası olan bütünleşik büyük arazilerde mono kültürel GDO’lu ve hibrit tohumlarla yapılan üretimlerin bir parçası Türkiye’de örülmek isteniyor. Sudan’da 850 bin hektar arazi kiralayan iktidar Venezuella’da da benzer bir süreç için adım atarken, Türkiye’de tarım üretimlerini baltalamaktadır. Buralara sermaye kesimlerini davet edip endüstriyel üretimleri örgütleyerek, üretilenleri ülkeye ithal ürün olarak taşınıp yurttaşlara pazarlama hazırlıklarını uzun süredir yapmaktalar. Bunun yanında arazilerin bütünleşik kullanımı gerekçesiyle zorunlu arazi toplulaştırılmasına giden iktidar beraberinde sözleşmeli tarımı zorunlu kılma çalışmasını yürütüyor.
200 dekarın yoksa çiftçi değilsin
Atılan tüm adımlar küçük çiftçiliğin ortadan kaldırılmasına hizmet ederken sadece sermaye çıkarları gözetilmektedir. Örneğin ABD’de yaklaşık 1000 hektar, Avrupa’da ise 500 hektardan küçük tarım arazileri “ekonomik” olmadıkları gerekçesiyle tarımsal desteklerden faydalanamıyor. Tekelleşme sürecinde tarım üretiminin merkezileşerek büyümesi, endüstriyel üretimler için büyük bir pazar oluşumuna zemin hazırlarken, kapitalist neo liberal tarımsal programı Türkiye’de de hayata geçiriliyor. Türkiye’de bu bağlamda yasa ve yönetmelikler çıkaran iktidar, susuz tarım için ortalama 200-300 dekar, sulu tarım için 80-150 dekar, bahçeler için 10-20 dekar ve seralar içinse 3 dekar ekonomik ölçütler belirledi.
Sermaye çıkarı korunacak
İktidarın tarım alanlarına yapılaşma kararı, tarımı yok ederken, sermayeye deprem enkazı üzerinden yeni yağma alanları açıyor. Küçük çitfçilik de torba kanunlarla ortadan kaldırılıyor
Yeni çıkarılmak istenen ve Meclis gündeminde bulunan torba yasa ile bu ekonomik ölçekliği yürürlüğe sokarak küçük çiftçiliğe verilen destekleri ortadan kaldırmayı amaçlıyorlar. Deprem nedeniyle tarımdan uzaklaşmak zorunda kalan küçük aile çiftçiliğini yok etme adımları hızlandırılarak, arazilerin belli ellerde toplanıp sermayenin hizmetine sunulma süreci hızla işletiliyor. Bugüne kadar yaptıkları ve yeni yapılan hazırlıkların tamamı; tarımın sermaye elinde ve endüstriyel ölçeklerde yapılmasına yönelik uygulamaları gösterirken, depremin yarattığı koşullardan yararlanarak hedefledikleri politikaları hızla devreye almak isteyecekleri ve sermayenin çıkarlarını koruyacakları muhakkak.
Tarımsal çöküş planlı
Tarım ve Orman Bakanlığı tarımı desteklemek iddiasıyla 4 başlıktan oluşan eylem planını Meclis’ten geçirmek için koşulların oluşmasını bekliyor. Plana göre, çiftçiler ne ekeceğini belirledikten sonra üretime geçmeden bakanlıktan izin alarak üretim yapacağı ürünü bildirecek ve izin çıkarsa toprağa dönecek. Eğer izin çıkmazsa çiftçiye ne ekeceği bakanlık tarafından dikte edilecek. Meclis’te bekleyen yasa ile çay, toprak koruma ve arazi kullanımı ile su ve mera kanunların da değişikliğe gidilecek olması ise tarımda çöküşün planlı bir biçimde uygulamaya sokulmak istendiğini gösteriyor.
Kuraklık üretimleri vuracak
Depremin etkilediği 10 il coğrafyasında 203 adet irili ufaklı baraj ve HES’ler var ve planlananlarla birlikte bu sayının 300’lere ulaştırılması amaçlanıyor. Kürt coğrafyasında büyük baraj sayısı ise yüzleri aştı. Göletler ve HES’lerle birlikte bu sayı binlere ulaşırken, sular doğadan ve çiftçiden çalışanarak ticari meta haline getirildi. Her akarsu üzerine baraj ve HES inşa edilirken, öte yandan kuraklığın ortaya çıkması su politikalarının bir parçası olarak derinleşiyor. Kürt coğrafyasında yaşayan çiftçiler barajlara hapsedilen sulardan yararlanması olanaksız hale getirilerek yeraltı suyuna mahkum edildiler. Yeraltı suyuna erişmek içinse bölgede elektrik dağıtımı yapan başta DEDAŞ ve diğer şirketler halkı soyguna tabi tutarak tarımsal üretimlerden çiftçileri uzaklaştırırlarken, yeraltı suları ise yağış azlığı nedeniyle ulaşılamayacak derinliklere kaçmaya başladı.
Kısır döngü
Meteorolojik verilerin tutulmaya başladığı 1930 yılından bu yana sıcaklık artışlarında ve kuraklıkta rekorlar kırılıyor. Bulunduğumuz coğrafyada, yağışın en çok yaşandığı aralık ve ocak aylarında ortaya çıkan kuraklık, şubat ayı ortalarından itibaren yeniden yaşanmaya başlandı. Meteorolojik öngörüler, 2023 yılı mart sonuna kadar toprağı doyuracak bir yağışın olmayacağı yönünde. Birçok bölgede barajlarda suyun çok düşük seviyerlerde olması büyük bir su ve gıda krizinin habercisi olarak öne çıkıyor. Kar yağışının yetersiz oluşması ise yeraltı sularını kaybetmeye doğru sürüklenmemize neden olacak önemli bir olumsuzluk. Yağışların yeterli olmaması kuraklığa yol açarken, kuraklık ve ormansızlaşma ise yağışların oluşmamasını tetikliyor. Böylesi bir kısır döngünün ise daha büyük kuraklıkları ortaya çıkaracağı bir gerçek.
Yeraltı suları tükeniyor
Türkiye’de her yıl binlerce hektar orman varlığı yok edilirken, iktidarın kesilen-yakılan daha doğrusu katledilen ağaçların yerine misliyle fidan dikiyoruz açıklamaları ise hiçbir anlam içermiyor. Türkiye’de doğa yağması dünya ortalamasının çok üzerinde. Türkiye, yarı kurak bir iklime sahip olan bir coğrafyada yer alıyor. Buna karşın Türkiye’de su havzaları adeta yok edilirken, yeraltı suları ise son 20 yılda bazı bölgelerde 5-10 metrelerden 400-500 metrelere gerilemiş durumda. Buna karşın iktidar 48 ilde 100 adet yeraltı barajı etti ve bu sayıyı arttırmaya soyunurken, yeraltını da yerüstü gibi yok etme sürecini başlatmış durumda. Tüm bunlar Türkiye coğrafyasını yaz kuraklığından kış kuraklığına taşırken, kar yağışlarının oluşmaması ise kötü bir geleceğe sürüklenildiğini gösteriyor.
Su var ama Kürde yok!
GAP bölgesi olarak nitelenen Kürt coğrafyasında yapılan devasa barajlardaki sulara rağmen çiftçiler kuru tarım yapmaya itiliyor. Riha, Merdîn, Amed ve Êlih’de yaşanan kuraklık ve susuzluk nedeniyle bazı bölgelerde ürün rekoltesinde kayıplar yüzde 90’lara ulaşırken, susuz tarım yapan ya da yapmak zorunda bırakılan çiftçiler, tarlalarındaki ürünleri zarar etme kaygısıyla toplama gereği bile duymuyorlar. Bölgede devasa büyüklükteki barajlar inşa edilirken milyonlarca dekar tarım arazisinin sulanacağını iddia eden iktidar, su birlikleri üzerinden istedikleri bölgeye su verirken, yüzbinlerce dekar alana sular halen taşınmış bile değil. Merdîn ve Êlih illeri yanında depremin vurduğu Riha, Amed, Dîlok ve Mereş’te giderek artan ve can yakıcı boyutlara ulaşan kuraklık yaşanırken, bölgede yüzde 70’lere varan yağış azlığı artarak devam ediyor. Tüm bu gelişmeler iklim değişimine bağlanırken, bölgesel anlamda kuraklığa neden olan onlarca büyük barajın bu sürece etkisi görmezden geliniyor.