Bir yıl geçti aradan ama Avrupa Birliği (AB) toplu olarak veya en güçlü devletlerinden Almanya ya da Fransa tek başına veya ikili biçimde bu savaşı durduramadı
M. Şehmus Güzel
24 Şubat 2023’ten bugüne bir yıl geçti. Rusya’nın saldırısıyla başlayan silahlı ve kanlı hesaplaşma Avrupa’da, Afrika’da, Amerika’larda, Asya’da ve dünyada jeopolitik değişimlere yol açtı, ekonomide etkili oldu.
Ekonomide şimdilik bir örnekle yetiniyorum: petrol ve gaz fiyatlarının yükseltilmesi ve bunun neredeyse tüm ürünlerin fiyatının artmasına ve sabit gelirlilerin satın alma güçünün düşmesine neden olması.
Ülkesini terketmek ve komşu ülkelere sığınmak zorunda kalan sekiz milyon kadar Ukranyalının sığındıkları ülkelerdeki toplumsal yapılarda ne tür değişikliklere yol açacağı, ne tür sorunlarla karşılaştığı ve karşılacağı da dikkatle gözlenmeyi hak ediyor. Ne tür yeni ve/veya eski sorunlarla yoğrulmuş toplumsal yapılarda sığınanların konumu, davranışları ve geleceği özel bir biçimde incelenmeyi hak ediyor.
ABD öncülüğünde NATO destekli “Hür Batı” neredeyse ve en azından görünürde bir “bütün” biçiminde Rusya Federasyonu’na karşı dikildi. Batı, en başta ABD ve Birleşik Krallık (İngiltere), Ukranya’yı hacmi ve çeşitliliği gittikçe artan silahlarla ve mali yardımlarla destekliyor.
Rusya’ya « yaptırım » niyetine, Avrupa Birliği üyesi devletler Rusya ile yıllardan beri süregelen hesaplı petrol ve ucuz gaz bağımlılığına son vermek zorunda kaldı. Örneğin Almanya Federal Cumhuriyeti ucuza aldığı rus gazı yerine daha pahalı amerikan gazı almaya başladı. Almanya Fransa’nın aracılığıyla Cezayir’den de gaz alıyor.
Almanya ve birkaç Avrupa devleti için ucuz rus gazı dönemi şimdilik sona ermiş gibi. Böylece « almanya malı » ürünlerin fiyatı biraz pahalılandı. Almanya bu işten kârlı çıkmıyor. Gerhard Schröder ve Angela Merkel’in epey ugraşarak inşa ettiği « Alman-Rus dostluğu » askıya alındı, petrol ve gaz « kanalları » kapatıldı. Şimdilik? Kalıcı mı? Zaman gösterecek.
Bu açıdan bakınca şimdilik kârlı çıkan ABD ve ABD ürünleri.
Rusya da kârlı çıkıyor. Çünkü Avrupalılar almayınca Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC) ve Hindistan Birliği başta birçok başka ve yoğun nüfus sahibi devlete satıyor : Petrol ve gaz fiyatı göreceli olarak artsa bile Rusya yakın dostlarına hesaplı fatura çıkarıyor. Ucuza satıyor. Ama yine de her zamankinden daha çok para kazanıyor: Avrupa ve Rusya resmi rakamları bunu ispatlıyor. Kimi uzman « Rusya savaşını böyle finanse ediyor » sonucuna ulaşıyor.
« Olası bir Rus saldırısından » çekinen Finlandiya ve İsveç NATO’ya üye olmaya karar verdiler. Aylardır NATO kapısında beklemeyi sürdürüyorlar. Tarihi olarak genellikle devletlerarası kapışmalarda « nötr » kalmayı tercih eden, savaş karşıtı bu iki devletin NATO üyesi olunca neler kazanacağı henüz bilinmiyor. Ama silahlanma, savunma, istihbarat, iç ve dış güvenlik ve benzeri konularda ABD’ye bağımlılıkları biraz daha artacak. Kârlı çıkan kim ?
Asıl önemli nokta, burada bilhassa vurgulamak istediğim nokta şudur: Bir yıl geçti aradan ama Avrupa Birliği (AB) toplu olarak veya en güçlü devletlerinden Almanya ya da Fransa tek başına veya ikili biçimde bu savaşı durduramadı.
Avrupa devletleri sırası gelince tek başlarına birer türkü söylüyor, iyi birer nutuk atıyorlar ama savaş da sürüyor. İşte en son ve en basit örneği : Savaşın birinci yılı doluyor vesilesiyle AB üyesi devletlerin en önemlilerinin temsilcileri sırayla ve tek tek Kiev’i ziyaret ettiler. Zelenski ile el sıkıştılar. Yeni silahlar vaat ettiler ama savaş sürüyor.
Yeni silahlar gelince savaşta yeni bir askeri tırmanma safhası daha yaşanacak. 21, 22, 23 ve 24 Şubat’ta tarafların, öncelikle ABD ve Rusya temsilcilerinin söyledikleri bunu gösteriyor. Putin nükleer bombaları yine anımsattı.
Buna « ölçülü tırmanma » ismini takanlar var ama tırmanma sadece çatışmalarda ortaya çıkmayacak. Büyük olasılıkla ve maalesef daha çok çocuk, daha çok kadın, daha çok erkek öldürülecek. Daha çok köy, kasaba, kent yerle bir edilecek.
AB veya AB devletlerinden biri ya da ikisi barışı getiremeyince, soruna çare bulamayınca bir kez daha yaşlı Avrupa’nın dertlerini çözmek üzere ABD müdahele etti. Öteden beri Rusya karşıtı her başkaldırıyı destekleyen ABD izlediği klasikleşmiş tırmanma politikasını (Vietnam’ı unutmamalı) yeniden gündeme soktu. Hele savaşçı Ukranya ordusunun ve baş komutanı Zelenski’nin « kahramanlığını » da görünce. ABD artık aracısı apaçık savaşkan bir devlete Avrupa’da Rusya’ya karşı kendi savaşını yaptırıyor. ABD elini cebine atıyor ve her seferinde birkaç milyar çıkarıyor, savaşın, kimi uzmanın, Fransız ordusunun kimi emekli generalinin vurguladığı gibi tırmanarak sürmesini sağlıyor. Bugün Ukranya devleti bütçesini/kasasını ABD vergi ödeyenleri/vatandaşları dolduruyor. Ukranya devleti memurlarının maaşlarını ABD ödüyor…
Evet yineliyorum Avrupa’nın altından kalkmak beçerisini gösteremediği bir derdini yine bizzat ABD çözmeye kalkıyor. Elbette kendi çıkarlarını da koruyarak. Ustalığı ise bunu « Ukranya’yı kurtarmak », « demokrasi, özgürlük ve eşitlik » için yaptığını ileri sürmesi ve binbir yolla, bilhassa medyalarıyla, milyonlarca insanı buna inandırmaya çalışması. Bu yöntem yürüyor. Dahası da var:
Emmaunel Macron’un « autonomie stratégique » (« özerk strateji »), « défense européenne » (« avrupai savunma ») veya « souveraineté européenne » (« avrupai eğemenlik ») adlarını taktığı tamamen « farfara » « reformlara » artık herkes katıla katıla gülüyor. Az da olsa ağlayanlar da var.
Macron NATO içinde kalmak ama ABD’siz bir savunma mekanizması yaratmak için çok nutuk attı. Dinleyenleri ise kahkaha. Macron’un niyeti, aramızda kalsın, « ABD ödemeleri yapsın, ben nutuk atayım, müttefiklerimiz Fransız malı silah, tank, top, uçak, denizaltı vs satın alsın, barış aklına esince gelir » gibi garip bir yol. Çıkmaz sokak.
Tarih ve olan-bitenler ise ABD’siz NATO mümkün değil diyor. Bütün silahlarını ABD’den satın alan Polonyalılar ile Lituanya başta Baltık devletleri Macron’u hiçbir zaman ciddiye almadılar. Ve bugün onlar haklı çıktılar. Macron’un müsamere havasında attığı komik ve temelsiz nutukları geçersiz kaldı.
ABD « yaşlı Avrupa’dan » elini ve ayağını çekmek istiyor. Afganistan’ı bildiğimiz biçimde terkeden ABD’nin yöneticilerinin o günlerde Ukranya temsilcilerine « savaşmak için » Avrupa’ya bir tek ABD askerini bile göndermeyeceğini söylediklerini anımsatmak isterim. Rusya saldırısı başlayınca, Zelenski’ye bir uçak gönderip ABD’ye sığınması önerisini de yine ABD yaptı. O gün de bugün de ABD için öncelik Asya’da. Tayvan’da. ÇHC ile derinlemesine ekonomik ve ticari rekabette birinciliği yitirmemekte.
Geçen bu son bir yılda ABD, Avrupa için Polonya ve Ukranya ile belki kendi adına savaşacak mücadeleci ve kahraman bir bulduğunu umuyor. Elini cebine atması, hatta elini cebinden hiç çıkarmaması bundan. Sonrasını görüyoruz ve göreceğiz. Bu satırları yazdığım 24 ve 25 Şubat 2023’te, saldırının birinci yıldönümünde, ABD’nin iki milyar dolarlık yeni bir askeri yardım daha yapmaya karar verdiği ekranlara yansıdı. Ha gayret !
Sembolik anlamı olan iki konuda iki laf edelim:
26 Haziran 1963’te Batı Berlin’i ziyaret eden ABD Başkanı Kennedy, « İch bin ein Berliner » dediğinde bu cümlesiyle « etkimiz, etki alanımız Berlin’e kadar geliyor » anlamını da yüklemişti sanıyorum. Aradan geçen 60 yıl sonra yine bir ABD Başkanı, Joe Biden, Şubat 2023’te, Kiev’i ve hemen peşinden Varşova’yı ziyaret ederek, devletinin ve en birinci temsilcisi olduğunu iddia ettiği « Hür Dünya’nın » etki alanının Kiev ve Varşova’ya kadar geliştiğini vurguluyor gibi. Böylece sanki « Hür Dünya »nın yeni sınırlarını göstermiş oluyor. Bu süreç içinde coğrafyasını genişleten, kârlı çıkan kim ?
Harcanan milyarlarca dolar boşuna değil. Kiev’de ve Varşova’da da artık ABD şurubu içiliyor, köftesi yeniyor.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında benimsenen uluslararası düzen, dünyasal çaptaki paylaşım, yeniden bir zelzeleye tutulmuş durumda. Birçok siyasi aşamadan bu arada bilhassa 1989’daki ve hele 1991’deki tufandan sonra yeni bir sarsıntı içinde olduğumuz kesin. Açık.
« Soğuk Savaş » sıçak savaşa dönüştü. Daha beter biçimler alması olasılığı da var. Yazık !
Bu yeniden yapılanma sırasında Moldavya da var: Biden’in Varşova’daki nutkunu birinci sıradan izleyenler ve can kulağıyla dinleyenler arasında minik devlet Moldavya’nın cumhurbaşkanı Bayan Maia Sandu dikkatlerden kaçmadı. Evet ABD ve NATO etksinin alanı gittikçe genişliyor. Küçük büyük farketmez. AB avucunu yalayabilir. Rusya bütün ordusunu savaşa sokabilir. Avrupa’nın doğusundaki unutulmuşlar hem AB ile hem ABD ve NATO ile dans etmeyi tercih ediyorlar, edebilirler. Polonya gibi. Haydi « polska » !
‘Polska’
Bir yılllık savaş boyunca dikkat çeken, kimi açılardan « olumlu not » alan Polonya, NATO üyeleri içinde Rusya’ya karşı en radikal tavır takınan, en kışkırtıcı nutuklar atan devlet sıfatını kazandı. Sovyetler Birliği yıllarından kalan « Rus korkusu », « Rus belası » hep aynı.
Polonya Ukranya’ya silah ve araç-gereç konularında birinci derecede yardımcı oldu. Bir yıl sonra, Şubat 2023’te, bilindiği gibi Polonya Ukranya’ya savaş uçağı verilmesinden bile yana. ABD’den satın aldığı onlarca tankı bile vermeye hazır. Elbette ABD’nin onayını aldıktan sonra. 20 Şubatta Kiev’e sürpriz ziyaretinden sonra 21 Şubatta Varşova’ya geçen Joe Biden ile bu konuların konuşulduğu tahmin ediliyor… Birkaç gündür Ukranyalı asker ve subaylar Polonya’da ABD malı tankların kullanımını öğrenmek için antremandalar. Öğreniyorlar.
Polonya ile ABD ilişkileri tarihi kökenleriyle öteden beri özel olarak incelenmeyi hak ediyor.
ABD’de epey ciddi sayıda Polonya kökenli ABD yurttaşı bulunuyor. ABD devletinin polis, iç güvenlik ve benzeri önemli dallarında etkili oldukları da yazılıyor. Söyleniyor.
Şimdilik « Duvar’ın Düşürülmesi » eyleminde Polonyalı bir papanın ve Katolik Kilisesi’nin, papazlarının ve kurumlarının birincil derecedeki rollerden birini oynadıklarını anımsatayım : ABD ve istihbarat birimlerinin desteğiyle elbette. Almanya Federal Cumhuriyeti’ninkilerle de.
« Duvarın Düşürülmesi »nden hemen sonra yapılan ilk iki başkanlık seçiminde Polonya kökenli iki ABD vatandaşının aday olduklarını da unutmamalı.
Bugün bu devleti ABD’de yaşamış bir polonyalı yönetmiyor, ABD’lilere bile parmak ısırtan Polonyalı tutucular ve her şeyleriyle katolik polonyalılar yönetiyor.
Süreç içinde ve hele Rusya’nın Ukranya’ya saldırısından sonra, Polonya ordusunu her alanda güçlendirdi: ABD malı tank, top, mermi, silah ve uçak satın aldı. Asker sayısını artırdı. Bugün AB içinde en güçlü üçüncü orduya sahip 38 milyonluk Polonya kısa süre içinde « Avrupa’nın birinci ordusuna sahip olmak için » çabalıyor. Böyle giderse mümkün. Bu ordunun herşeyi amerikan malı. Polonya NATO üyesi ve ülkedeki ABD üsleriyle övünüyor.
Polonya Ukranya’yı terketmek zorunda kalan yüz binlerce kadın, çocuk ve yaşlıya 500 kilometrelik Ukranya-Polonya sınırının bütün kapılarını açtı. Resmi ziyaretler için yurtdışına çıkacak Ukranyalı yöneticilere, en başta Volodimir Zelenski’ye de kapılarını açtı. ABD üsleri pardon NATO üsleri ve olanakları bu amaçlarla kullanıldı.
Polonya bölgesel küçük bir askeri güç olmak yolunda emin adımlarla yürüyor. Artık Almanya ile kimi konuda daha açık bir biçimde tartışmaktan çekinmiyor. Almanya’nın nazi rejimi sırasında yaptıklarına ilişkin dosyaları açmaktan da çekinmiyor.
Defalarca Almanya’nın yardım konusunda teredütlü davranmasını, alman yapımı leopar tankların/panzerlerin Ukranya’ya verilmesi konusunda bir türlü evet dememesini, geçiktirmesini de yerdi. Yeni başbakan Olaf Scholz da eleştirilerden payını aldı.
Polonya AB’nin « ağırlığını » bir parça Orta Avrupa’ya çekti. Zelenski bile, büyük ihtimalle Polonya’ya güvenerek, Ukranya AB’ye ve NATO’ya alınmazsa Orta Avrupa’da « yeni tür bir ortaklık kurulabilir » dedi. Dolaylı bir biçimde bile olsa ABD’ye daha yakın, AB’den ayrı bir birlik ve NATO ve bilhassa ABD şemsiyesi altında ama kendi başına istediğini yapabilecek bir oluşumun « müjdesini » verdi. Uluslarası düzeyde henüz tanınmışlığı olmayan, informel bir yapı olarak « Groupe de 9 états de l’OTAN d’Europe Centrale et de l’Est », kısaca groupe des « neuf de Bucarest »/« Bükreş 9’lusu » ((Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Estonya, Lettonya, Litvanya, Macaristan, Polonya, Romanya et Slovakya), savaşın birinci yılının anılması vesilesiyle 22 Şubat 2023’te Varşova’da toplandı. Bu yapının, müjdesi verilen oluşumun çekirdeği olacağı sanılıyor. Kimi şimdiden « Yeni Avrupa’nın doğuşu » müjdesini veriyor. Bir anlamda NATO-bis’e ve Orta ve Doğu Avrupa Birliği’ne doğru gidiliyor.
Polonya bu ortamda 14 leopard-2 panzerin « iki veya üç haftaya kadar » Ukranya’ya teslim edileceğini de duyurdu.
Ukranya’nın 11-12 Temmuz 2023’te Vilnius’te yapılacak NATO zirvesine davetli olduğu ve Ukranya’nın « savaş biter bitmez NATO’ya alınacağı » da açıklandı.
Birkaç hafta önce, « Biz savaşıyoruz böylece zaten NATO üyesiyiz » diyen ve bir kez daha uluslararası ilişkiler ve birlikler konusunda ayrıntılı ve derinlemesine bilgisinin sınırlı olduğunu sergileyen Zelenski « Avrupalı dostlarının » şaşırmasına bile yol açtı.
Bayan Ursula von der Leyen hariç.
AB Konseyi Başkanı Ursula von der Leyen katıksız savaş yanlısı. NATO’nun mermi üretiminde geçikmesi üzerine AB üyelerinin topluca işe el atmasını dile getirdi. Avrupalıların Covid 19’a karşı aşı üretiminde ortaklaşmaları, birlikte çalışmaları, birlikte satın almaları örneğini vererek Ukranya için de biraraya gelip mermi üretmelerini istedi. Baltayı taşa vurdu : Aşı can kurtarmak içindi Bayan von der Leyen daha çok ölüm için daha çok mermi istiyor. Yazık !
Rusya yalnız mı?
Rusya halkları Rus ordusunun « faşizme karşı » savaştığına inanıyor. İktidardan bağımsız kamuoyu araştırma kurumlarının Şubat 2023’teki son kamuoyu yoklamaları, bir yıl sonra bile, anketi yanıtlayanların hâlâ üçte ikisinin Rusya Federasyonu Başkanı Vladimir Putin’i desteklediğini gösteriyor. İktidara yakın kurumların ve/veya şirketlerin yaptığı kamuoyu yoklamalarında bu oran yüzde 82’yi buluyor.
Kamuoyu yoklamaları geri kalanın savaşa ve iktidara karşı olmadığını ama bu konuyu umursamadığını, duymak ve görmek te istemediğini, bunun için gösteri ve yürüyüş te yapmayacağını ortaya koyuyor.
Rusya halkları azla geçinmeye, her zaman ve her yerde ordusunu desteklemeye, bugünkü « yurtsever savaşı » kazanması için çocuklarının yanında olmaya alışkın. O zaman Putin ve yönetimi Ukranya’daki « özel askeri operasyonunu » ve « Birleşmiş Batı’ya » karşı « siyasi savaşını » sürdürebiliyor.
Resmi haberler ve seçme görüntüler sayesinde Rusya halkları Batı’nın, NATO’nun, ABD’nin Rusya’ya saldırdığına ve Rusya’yı yok etmeye çalıştığına inanıyor.
Rusyalılara göre yapılan savaş yurdu korumaya yönelik, o nedenle « yurtsever » niteliğini hak ediyor. İkinci dünya savaşında olduğu gibi.
Batı medyalarının sürekli bir biçimde yazmasına, göstermesine, ilan etmesine rağmen Rusya Federasyonu yalnız değil. Putin « izole edilmiş » değil. BM’lerdeki oylamalarda birkaç kez gördük :
Afrikalı devletlerin pek çoğu oylamaya katılmadılar. Oylamaya katılanlardan birçoğu Rusya’ya karşı oy kullanmadılar, çekimser kalmayı tercih ettiler. Kimiyse red oyu kullandı.
Bu konudaki son örneği 23 Şubat 2023’te BM Genel Kurulu’nun Ukranya konusunda özel olarak yaptığı toplantı sonunda düzenlenen « genel/global, adil ve kalıcı bir barış » kararına ilişkin oylamada gördük :
BM’in toplam 193 üyesinden onüçü oylamaya katılmadı. Aralarında birkaç Afrika devleti bulunuyor. Fransız kimi uzman oylamaya katılmamanın çekimser kalmakla bir tutulması gerektiğini ileri sürüyor.
Oylamaya katılan 180 üyeden yedisi Rusya’yı destekledi ve Ukranya lehine kararı redetti: Rusya en başta doğal olarak, sonra Belarus, Suriye, Kuzey Kore, Mali, Nikaragua, Eritre.
Katılanların 32’si çekimser kaldı, en başta ÇHC ile Hindistan Birliği dikkat çekiyor.
Karar taslağı 60 devlet tarafından sunulmuştu. Kararı kabul edenlerin sayısı 141’de kaldı.
Bu oylama sonuçlarını Ekim 2022’de BM’in düzenlediği « Rusya’nın Ukranya’nın doğusunda işgal ettiği vilayetleri topraklarına katmasının tanınmaması » konusundaki oylama sonuçları ile kıyaslayınca durumun pek değişmediğini çıkarsıyoruz. Ekim 2022’de kararı kabul edenlerin sayısı 143’tü. Bu kez 141. Kararı rededenlerin sayısı ise Ekim 2022’deki beş üyeden Şubat 2023’te yedi üyeye çıktı. Bu çok önemli mi ? Son bir yıl içinde Rusya’nın Afrika devletlerine yönelik « diplomatik hücumunu », askeri yardımını ve bunların kısmen başarıyla devam ettiğini göstermesi açısından önemli. Geçen yıl içinde Rusya Dışişleri Bakanı günlerce süren Afrika seferiyle epey olumlu not almıştı. Rusya’nın petrol, doğal gaz ve tahıl konularında « dost devletlere » cömert davranması da etkili oldu elbette. Buğday kıtlığı çeken yoksul devletler için Rusya yardımı bir nimet.
Rusya’nın Afrika’da birçok devletle çok iyi ilişkileri bulunduğu biliniyor, bu oylama sonuçları bunu bir kez daha doğruladı. Son yıllarda ve hele geçen yıl Burkina Fasso, Mali ve birkaç devlette daha, gösteri ve yürüyüşlerle Rusya’ya halk desteği verilmesi, fransız ordusu elemanlarına karşı askeri konvoylarının önünü kesmeye kadar giden protestolar düzenlenmesi, açıkca Fransa’nın dışlanması da bu bağlamda değerlendirilebilir.
Bu alandaki en son ve en sert örneği Burkina Fasso’da Rusya yanlısı darbeci subaylar verdiler : Fransız askerlerinin en geç 25 Şubat 2023’te ülkeyi terketmesini emrettiler ve emir uygulamaya konuldu, fransız askerleri ülkeyi terketme işini 23 Şubat 2023’te sonlandırdı : Bugün Burkina Fasso’da tek bir fransız askeri bile yok. (Bu konularda Rusya-Ukranya, 24 Şubat 2022, 4 : 35 başlıklı ekitap.ayorum.com’da ücretsiz sunduğumuz ekitabımda biraz daha bilgi bulunabilir.)
Afrika’da eski sömürgeci devletlere ve genel olarak bütün Batı’ya karşı ciddi bir muhalefet ve nefret dalgası yükseliyor. Bu gelişmede Rusya’nın ve ekonomik alanda yaptığı türlü çeşitli yatırımlarıyla dikkat çeken Çin Halk Cumhuriyeti’nin (ÇHC) etkili rolleri inkar edilemez.
Benzer bir gelişme Güney Amerika’da da yaşanıyor.
Asya kıtasında Rusya’yı destekleyen devletler arasında başta ÇHC’ni, hemen sonra Hindistan Birliği’ni ve bu birliğin federe devletlerini, geçmişte Soyvet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) bünyesinde yer almış olan Orta Asya devletlerini saymalı : Kimi, Kazakistan gibi, mesafeli davransa da.
Kuzey Kore’yi de unutmayalım.
İran İslami Cumhuriyeti’ni de eklemeli.
İran’ı Ortadoğu devletlerinden Suriye, kısmen Suudi Arabistan, Mısır, Katar, Libya ile birlikte de anabiliriz sanıyorum.
Türkiye Cumhuriyeti gibi savaşın iki tarafındakilerle iyi ilişkilerini sürdürenler de var. Türkiye’nin kısa bir süre için arabulucu rölünü oynadığını da unutmamalıyız.
ÇHC Avrupa ve ABD ile sıkı ve epey geniş hacimli karşılıklı alış-verişini, ticaretini gözardı etmeden Rusya’yı sanki yarım ağızla destekliyor. Ama bilinmeyen yollardan belki yardım da yapıyordur. 19 Şubat 2023’te ABD Dışişleri Bakanı’nın ÇHC’ni « Rusya’ya silah verecek » diye suçlaması ve buna ÇHC’nin « rivayettir » yanıtı bu vesileyle anılabilir.
Daha açık bir biçimde ÇHC Dışişleri Bakanı Wang Li 17-19 Şubat 2023’teki Münih Güvenlik Konferansı vesilesiyle geldiği Almanya’da Ukranya-Rusya savaşı için bir « Barış Planı » yaptıklarını ve bunu 24 Şubatta takdim edeceklerini belirtti. Hemen sonra Wang Li Putin’le görüştü. Zelenski es geçildi. ÇHC sanki Zelenski’yi ciddiye almıyor. Söylendiği gibi « Barış Planı » 24 Şubatta açıklandı : Barış Planı « Bir an önce görüşmelere başlanmalı », « nükleer silah asla kullanılmamalı » gibi iyimser ve her savaş olasılığında ve savaşta herkesin işine yarayabilecek genel ilkeler içeriyor.
Bununla ve benzeri girişimlerle ÇHC Rusya ve Ukranya arasında arabulucu veya hakem rolü oynayabilir mi sorusu akla takılıyor. Önümüzdeki günlerde durum belli olur.
Bu durum karşısında Rusya’nın « tek başına » olduğunu ileri sürmek bir parça abartma olur. Avrupa’da neredeyse kayıtsız şartsız destekcisi Belarus’u, Sırbistan’ı da listeye eklersek Rusya’ya karşı olmayanların, Rusya’nın öteden beri iyi ilişkileri olan birçok devletin varlığı ortaya çıkıyor. Fransız ordusundan emekli bir generalin birkaç gün önce bir televizyondaki tartışmada söylediği şu cümle çarpıcı : « Rusya yalnız değil, bugün dünya nüfusunun yüzde yetmişbeşini bünyesinde toplayan devletlerin desteğine sahip. »
Bağımsız uzmanlar da aynı kanıda. BM’deki oylamada katılmayanları, katılıp çekimser kalanları red oyu verenlerle bir kümede, « Rusya yanlısı » takımda, toplayan uzmanlar Rusya’nın hiç te tek başına bırakılmış olmadığı sonucunu çıkarıyorlar. Hele Kuzey Kore, İran gibi devletlerden gelen her türlü ve askeri yardımı da bilinince.
Öte yandan BM oylamalarında veya başka vesilelerle Rusya’ya karşı olduklarını açıklamaktan çekinmeyen birçok devlette farklı sesler de duyuluyor. Son günlerdekilerden İtalya örneğini verebilirim:
Berlusconi, « Ukranya’daki kaosun sorumlusu Zelenski’dir » dedi. « Başbelası birçok eylemin sorumluluğunu da taşıyor. Bu bayın davranışını çok çok olumsuz biçimde değerlendiriyorum. » diye ekledi. Berlusconi’nin Putin’in yakın dostu olduğu biliniyor ama yine de iktidardaki koalisyon hükümetinin ortağı olarak 86 yaşındaki Berlusconi’in başbakanı aşırı sağçı bayana ve hükümetine çalım atması az şey değil. İtalyanca gazeteler ve televizyonlar birkaç gün bu konuları işlediler. Başbakan bayan birkaç gün sonra Kiev’e gitmekten çekinmedi. Berlusconi ile başbakanının arası açldı mı? Sanmıyorum. Çünkü herbiri kendi rölünü oynadı.
Aklıma gelmişken yazayım: Brezilya Başkanı Lula’ya Zelenski’den lütfen söz etmeyiniz, fena halde sinirlenebilir. « Ne yapmak istiyor bu küçük adam » deyiverir…
Ukranya halkının özgürlük mücadelesi destekleniyor ama Zelenski’ye ilk günlerde ilk aylarda gösterilen yakın ilginin, güvenin kısmen azaldığı, hakkında değişik iddialar ileri sürüldüğü de artık ortada. Kimi « silah tüccarlarıyla içli-dışlı bir siyasetçi » iddiasını ileri sürmekten bile çekinmiyor.
‘Haydutlar’
« Batı »nın yıllar önceden bu yana « Haydut Devletler » veya diplomatik açıdan pek zarif olmayan değişik, türlü çeşitli ama benzeri sıfatlarla yerden yere vurduğu devletler (isimleri ve sayıları zaman zaman değişse de hangi devletlerin hedefe alındıkları biliniyor) « Batı »nın olası saldırısını beklerken kendi aralarında işbirliğini ihmal etmediler. Kuzey Kore’nin atom bombasına sahip olma serüveni epey öğretici ve bu açıdan izlenmeyi hak ediyor.
Her devlet olası bir saldırıdan korunmak için artık mutlaka atom bombasına sahip olması gerektiğine inanıyor. Son yetmişbeş-seksen yılın asıl ve belirleyici olaylarından biri de budur.
Dahası hiçbir devlet başkanı, diktatör veya « demokrat », ama bilhassa « diktatör » diye anılanlar, Kaddafi’nin nasıl öldürüldüğünü veya Saddam’ın nasıl « idam edildiğini » unutmayacaklar kanısındayım. Libya liderinin başkenti terketmesinden itibaren havadan izlenmesi ve akıl almaz bir vahşetle linç edilmesi hafızalarda kalıcı gibi.
Saddam ve Kaddafi hakiki bir yargılamadan ve hukuki açıdan eleştirilemeyecek duruşmalardan sonra cezalandırılsaydı daha yerinde olurdu : Bu iki devlet adamının, bilhassa Kaddafi’nin, « Batı » devlet yöneticileriyle ne tür içli dışlı olduğunu öğrenmek belki mümkün olurdu. İyi de olurdu. Ama bu artık mümkün değil. Çünkü her ikisi de dünya kadar sırla yok edildiler. Bir gün belki bir arşivde belgeler ortaya çıkar ama çok geç olduktan sonra işe yarayamazlar.
Bunlar ve daha bir dizi nedenle « Batı »nın suçlu konumuna koyduğu devletlerin kendi aralarında biraraya gelip, sorunlarını çözmeye çalışmaları, dertlerine kendi kendilerine çare aramaları, « Batılı » devletlere karşı ortaklaşa karşı durmaları kaçınılmazlaşıyor. Bu serüvenler bitmez.
Hakiki, uluslararası, kıtalararası bir barışa herkesin, hepimizin ihtiyacı olduğu ise çok açık.
Ukran-ya
« Barış Planı » yapanlar sadece Çinliler değil. Söylenenlere ve kimi bilgilere göre Zelenski de kendi « Barış Planı »nı hazırlamış, o da zamanı gelince açıklayacakmış. Bekliyoruz.
Barışın gelmesi bizim de umudumuz.
Tam bir yıl ve bir gün önce Ukranya’ya saldıran Rusya, kimi uzmanın aktardığına göre, « istihbarat bilgilerine dayanarak çok zayıf ve deneyimsiz Ukranya ordusuna karşı iki yüz kadar tankla Ukranya’ya girip, iki-üç günde Kiev’e ulaşıp iktidarın alınacağını » sanmışmış. Ama hiçte öyle olmamışmış. Belki.
Bugün Ukranyalıların öz vatanlarını işgalden kurtarmak için işe dört elle sarıldıkalrı ortada. Zelenski ve çevresine ilişkin bilgileri yukarıda adını andığım ekitabımda kısmen aktarıyorum, yinelemeyeceğim. Burada Ukranyalılara ilişkin birkaç noktaya değinmek istiyorum :
Ukranyalılar Direniş’te gösterdikleri göreceli başarıyla izleyenleri şaşırttılar. Olumlu yönde.
Direniş bir yıl sonra da sürüyor. Yüz bin civarındaki belki daha çok sayıdaki ölüye, yüzbinlerce yaralıya, yıkılmış, kimi yerde yerle bir edilmiş köy, kasaba ve kentlerden oluşan bir ülkeye rağmen.
Genel olarak kendi dertlerine bizzat çare bulmalarıyla, devletten hiçbir şey istememeleriyle, devletten ve yerel yönetimlerden özerk olmalarıyla ünlü Ukranyalılar bu özelliklerini savaşta da gösterdiler.
Daha ilk günden itibaren:
Silah yok mu ? Her yurttaş bir molotof kokteyl yaratıcısı rölünü oynadı. Bir-iki arkadaş birlikte kısa sürede yüz kokteyl hazırladı…
Elektrikler mi kesildi ? Bütün mahallenin kadınları hep birden mum üretmeye başladılar. Yüzlerce mum aydınlattı köyleri, kasaabları ve kentleri.
Yenecek bir şey kalmadı mı ? İyi yemek yapan birkaç kişi, iki kemik üç patates dört baş soğanla karın doyurmanın yollarını buldular. Birkaç kadın ve yaşlı erkek biraraya gelip herkese yetecek kadar yemek yaptılar. Pirinç pilavı, mercimek çorbası en başta. Çok önceden hazırlanmış reçeller, turşular, konserveler ve kaçak tütün kardeşçe ve eşit eşite paylaşıldı. Varolanlar ortaklaşa üretti, ortaklaşa paylaştı. Mütevazi olanaklarıyla « aşevi » kurdular. Kantin açtılar. Kimse aç kalmasın diye yaşlı, evinden çıkamayan yalnızlara ekmek ve yemek taşındı.
Ukranyalılar bir halk, bir ulus olduklarını ispat ettiler.
Zor günlerde alay etmeyi unutmadılar : Macron’la veya Putin’le, ya da ikisiyle birden. Son günlerde Putin’in Eylül 2022’den beri telefona çıkmaması nedeniyle Macron’un « hastalandığı » konusunda fıkralar anlatıyorlarmış. Mizahın güçü göz ardı edilmemeli.
Ukranyalılar ülkeleri ve özgürlükleri için birlikte mücadele ettiler : Kasaba ve kentlerde yerel ve bölgesel savunma takımları kurdular. Evet işin başında kendi olanaklarıyla birlikte mücadele ettiler.
Özgür yaşamaya tutkunların, özgür yaşamayı sürdürmek isteyenlerin yurdunun ellerinden alınamayacağını gösterdiler. Nasılıyla. Disiplin ve yurtseverlikle.
Rakip televizyon kanalları birleşti, olanaklarını ve haberleri paylaştı, ortaklaşa çalıştı, yurttaşların haberleri düzenli biçimde izlemesini sağladı.
Gazeteciler bürolarında yatıp kalkmaya başladı. Daha önce yaşamak için çalışan gazeteciler artık çalışmak için yaşıyorlar.
Bizdeki « İMECE » terimini anımsatan « TOLOKA » yeniden gündeme girdi : Yakılan, yıkılan evler, ahırlar ve dükkanlar ortaklaşa el emeği, alın teri ve göz nuruyla yeniden inşaya başlandı. Kimi odun, kereste, çiemnto taşıdı… Kimi kiremit…
Çatışmalar dizisi maalesef sürecek gibi.
Sürdükçe, askeri tırmanma yükseltildikçe savaş ne tür jeopolitik oluşumlara yol açacak? Kim kimin elinden tutacak? Kim kimle yürüyecek?
Bu savaştan daha ne tür sonuçlar çıkarılabilir?
İki komşu ve uzun yıllar, çok uzun yıllar birlikte yaşamış iki devletin savaşı « Batı » ile dünyanın geri kalan coğrafyalarının genel ve tümden savaşına yol açabilir mi?