Maraş’ta 6 Şubat 2023’te gerçekleşen 7.7 ve 7.6’lık iki büyük depremden sonra esasında 13 ili etkileyen (Maraş, Adıyaman, Malatya, Hatay, Adana, Antep, Osmaniye, Kilis, Urfa, Diyarbakır illeri ile bizzat gördüğümüz şekli ile Elazığ, Batman ve Bingöl) deprem bölgesine taziye ve dayanışma ziyaretleri gerçekleştirip durumun vahametini yerinde gördüm. İnsanların yaşadığı ağır travmaları ve acıyı hissetmeye çalıştım. Belki biz de aynı travmanın etkisindeyiz ve bunu fark etmiyor olabiliriz. Ama her türlü olumsuzluğa rağmen halkların inanılmaz dayanışmasına tanık oldum. Siyasi iktidarın her türlü kutuplaştırıcı politikalarına rağmen toplumsal dayanışmanın esasında ne kadar güçlü olduğunu ve her zaman umut vadeden kazanımımız olduğunu gördüm. Elbetteki toplumsal dayanışmayı örgütleyen siyasi ve toplumsal muhalefetin varlığı hepimizin güvencesidir.
Maraş depremleri ve akabindeki Hatay depremlerinde (20 Şubat 2023 6,4 ve 5,8) Türkiye’deki tek kişi yönetimine dayalı otoriter başkanlık modelinin çöktüğünü ve Türkiye’de yerinden yönetim ilkesine dayalı ademi merkeziyetçiliğe geçişin kaçınılmaz olduğunu gözlemledim ve bu konuda hem yazılar yazdım hem beyanatlarda bulundum. Bu yazımda deprem coğrafyasında yaşamamız nedeni ile ana hatları ile haklarımızın ne olduğunu ve gelecek depremlere nasıl hazırlanmamız gerektiğine değinmek istiyorum.
Deprem gerçekliği insan olarak hepimizin ekonomik, sosyal ve kültürel haklarımızı bir kez daha hatırlattı. Elbetteki kişisel ve siyasal haklarımız olduğunu da unutmadan. Deprem nedeni ile ihmal veya olası kast nedeni ile önlenebilir ölümleri önlemeyen sorumluluk silsilesinde bulunan herkes hakkında etkili soruşturmalar açılıp bunların kovuşturulmaya dönüştürülmesi gerekir. Sorun sadece müteahhitleri gözaltına alıp tutuklamakla geçiştirilemez. Denetim görevini yapmayan kişiler, göz yuman yerel ve genel siyasetçiler ile bakanlık makamında görev yapanların unutulmaması gerekir. Ayrıca deprem olduktan sonra ilk 48 saatte arama ve kurtarma faaliyetleri ile sağ kalanlara barınma ve beslenme imkânı sağlamayan hükümet yetkilileri ile onların emrindeki bürokratların özel olarak ayrıca soruşturulması gerekmektedir.
Deprem bize şu gerçeği hatırlattı. İnsan olarak barınma ve beslenme hakkımız vardır. Bir insan hakkı olarak güvenli, temiz, sağlıklı ve sürdürülebilir çevrede yaşama hakkımız vardır. BM Ekonomik Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi’nin 11. maddesinde genel olarak hayat standardı hakkı denen ancak içeriğinde herkesin yeterli beslenme ve barınma hakkını da içeren kapsamlı bir hak tanımı yapılmıştır. Türkiye’de bu hakkın gereğinin yerine getirilmesi noktasında inanılmaz olumsuzluklar olduğunu yaşadığımız depremler bize göstermiştir. Sığınağımız olan evimizin başımıza nasıl yıkıldığını çok acı olarak tecrübe ettik. Yıkılan evlerimizden sağ çıktığımızda ise günlerce asgari beslenme koşullarından mahrum kaldığımızı gördük. Yaşam hakkının kutsallığı yanında günlerce enkaz altından kurtarılmayı bekledik. Enkazdan yaralı kurtarılan ya da çıkan kişilerin sağlığa erişimlerinde yaşanan sorun nedeni ile çok fazla ölüm gerçekleştiğini gördük. Esasında haklarımız için örgütlenmesi gereken devletin tam aksine sadece belirli bir çıkar grubunun veya belirli bir zümrenin çıkarlarını korumak için örgütlendiği ve bunu devam ettirmek için de sadece otorite uyguladığı gerçeğini gördük. Hep söyleriz ya son 8 yıldır Anayasasız bir şekilde yönetiliyoruz. Halbuki Anayasa haklarımızı güvence altına almak için vardır. Haklarımız yoksa Anayasa yoktur. O halde nasıl bir durum ile karşı karşıyayız. Herkesin oturup bunu düşünmesi gerekir.
BM Genel Kurulu’nun 28 Temmuz 2022 tarihinde kabul ettiği, “bir insan hakkı olarak güvenli, temiz, sağlıklı ve sürdürebilir çevre hakkı bildirisi” önemli bir gelişme ve oldukça ileri haklar tanımlamaktadır. Artık hiç kimse tıpkı barış hakkı gibi çevre hakkını da tartışamayacaktır. Çevre hakkı bir insan hakkıdır. Hepimizin bunu yüksek sesle talep etmek hakkı vardır ve öyle yapmalıyız. Türkiye’deki siyasal iktidarın rant uğruna doğal çevremizi nasıl tahrip ettiğini her gün gözlemliyoruz. Deprem gerçekliği bunu bir kez daha ortaya koydu. Cumhurbaşkanının depremzedelere konut yapmak için 23 Şubat 2023’te çıkardığı Deprem OHAL KHK’sındaki düzenlemeler çevre hakkını doğrudan doğruya tehdit eden düzenlemelerdir. Depreme dirençli konut yapayım derken işin kolayına kaçıp doğal çevremizi tahrip etmeye izin verilmemelidir. Bu konu aceleye getirilmeden konunun uzmanları ile çevre hakkına zarar vermeden depreme dirençli konut yapılarak rahatlıkla çözülebilir. Ancak iktidarın acelesi var. Niye? Tekrar seçimi kazanmak istiyor. Ne hakla? Bütün bunlardan sonra istifa etmesi gerekenler yeniden seçilmek için inanılmaz manevralar yapıyorlarsa toplumda ciddi bir ahlak erozyonu olduğunu tartışmamız gerekmez mi?
Deprem gerçekliği karşısında şu acı tavsiyeleri yeniden yapma ihtiyacı duyuyorum. 2020’deki İzmir depreminden sonra İHD’den doğru naçizane bir deprem raporu hazırlamıştık. O raporda olası depremlere hazırlık için önemli tavsiyeleri sıraladıktan sonra bölgesel düzeyde konteynırların depolanmasını tavsiye etmiştik. Bilim insanlarının açıklamalarına göre önümüzdeki bir iki yıl içerisinde çok sayıda büyük deprem ile karşılaşabiliriz. O halde şimdiden olası depremin yaşanacağı yerlerde depreme dirençsiz binaların boşaltılmasını, bu insanların konutları yapılıncaya kadar konteynır kentlere taşınmasını, bunun için de acilen onlarca konteynır üretecek fabrikanın faaliyete geçirilip neredeyse bütün kentlerde konteynır alanları inşa etmeyi öneriyorum. Çok geç olmadan!