İstanbul Milletvekili Erkan Baş, HDP’den TİP’e geçişin bir ‘ayrışma’ olmadığını aksine ortak mücadelenin güçlenmesi, büyümesi ve yaygınlaşması için yeni bir adım olduğunu söyledi. Baş, ‘Sokakta da Meclis’te de faşizme karşı omuz omuza mücadelemiz sürecek’ dedi
Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) İstanbul Milletvekili Erkan Baş ile Hatay Milletvekili Barış Atay, önceki gün Türkiye İşçi Partisi’ne (TİP) geçtiklerini açıkladılar. Meclis’te temsil edilen ilk sosyalist parti olan TİP geleneği de 53 yıl sonra yeniden Meclis’e girmiş oldu. Erkan Baş bu gelişme ve Türkiye’nin siyasi durumla ilgili MA’nın sorularını yanıtladı. Baş, HDP’den ayrılmalarının bir ayrışma olmadığını, mücadelenin yine ortak ve güçlü bir şekilde süreceğini belirtti.
Sizin HDP’den TİP’e geçmenizi bir ayrışma olarak değerlendiren çevreler var. Bu bir ayrışma mı, yoksa başka türlü mü ifade ediyorsunuz?
Bunu ne biz ne de HDP’li arkadaşlarımız “ayrışma” olarak nitelendiriyor ve sanıyorum kamuoyunu şaşırtan da bu. Dahası, bir “ayrışma” söz konusu olabilmesi için TİP’in HDP bileşeni olması gerekirdi ki bu da hiç söz konusu olmadı. Ancak sadece HDP ile TİP arasındaki ittifakın değil, genel olarak ittifaklar konusunun da solda çokça yanlış anlaşıldığını, bazı çevreler tarafından da bilinçli olarak manipüle edildiğini, çarpıtıldığını görüyoruz. Bize göre, öncelikle siyaseti siyasi partiler kanunuyla çerçevesi belirlenmiş sınırlar içinde kabul eden tarzı ve ittifak yaklaşımını tartışmak gerekiyor. Bunun özellikle altını çizmek istiyorum, HDP ve TİP kuşkusuz siyasi partiler kanununa göre kurulmuş partiler olmakla beraber, esas sorumlulukları yasalara değil emekçi halklara karşıdır. Bu nedenle örneğin iktidarın kendi çıkarlarına göre belirlediği “ittifak yasası” ile sınırlı bir yaklaşıma sahip değiliz. HDP de bunun çok ötesine geçen bir anlayışı pratik olarak ortaya koymuş durumda. Bugün HDP çatısı altında pek çok bileşen parti, örgüt, çevre ve birey olduğu gibi, bunun ötesine geçen bir ittifak anlayışıyla ortak mücadele zeminleri tarif edilebildiğini görmüş olduk. Bizim durumumuzun anlaşılması için öncelikle bunun bilince çıkartılması gerekiyor. Bir ittifak, güç veya eylem birliği ille siyasi partiler kanunun belirlediği eksende yürütülmek zorunda değil; devrimciler, daha geniş olarak söyleyelim, mücadeleye niyeti olanlar aynı zamanda yaratıcı olur, olmak zorundadır.
Türkiye İşçi Partisi, 53 yıl sonra Meclis’te hangi esaslar üzerinden temsil edilecek? Dünkü açıklamanızda, işaret ettiğiniz Türk ve Kürt emekçilerinin birliği meselesi bu temsiliyette nasıl bir rol oynayacak?
TİP ile HDP iki dost partidir. Sokakta da Meclis’te de dayanışmamız, faşizme karşı omuz omuza mücadelemiz sürecek. Türk ve Kürt emekçilerinin, ilericilerinin ortak mücadelesiyle ülkemizi Saray rejiminden kurtaracağız. TİP, esas olarak devrim ve sosyalizm kavgasının, yüzlerce yıllık eşitlik, özgürlük ve adalet mücadelesinin daha özel olarak da ülkemizi baskı ve esaret altına alan Saray faşizminin karşısında işçi sınıfının, emekçi halkların, yoksulların sesi ve örgütlü gücü olma iddiasıyla siyasal alanda yerini almak için yola çıktı. Açık söylemek gerekirse kuruluş çalışmalarına başladığımız sırada Meclis’te de temsil edilmek öncelikli olarak önümüze koyduğumuz bir görev veya hedef değildi. Daha çok toplumsal muhalefetin ihtiyaç duyduğu canlı, diri ve enerjik bir gücün eksikliğini gidermek üzere tartışmalar yürütüyor, işçi sınıfının devrimci müdahalesinin yol ve yöntemleri üzerine kafa yoruyorduk. Bununla birlikte, TİP’in yeniden parlamentoda temsil edilmesini de bu ilkelerin daha görünür biçimde ve daha güçlü ifade edilmesi için bir olanak olarak görüyoruz elbette. HDP’nin teklifini ciddiyetle değerlendirmemizin nedenlerinden birisi buydu. Bu vesileyle bizim HDP listelerinden aday olmamız ile HDP’yi destekleme kararımız arasında doğrudan bir bağ olmadığını da ifade etmek isterim, yani biz adaylık gündeme gelmemiş olsaydı da HDP’yi destekleme kararı almıştık ve bunu ilan da etmiştik. Uzattım ama bir anlamı var, şunu söylemek istiyorum: Bizim için Türk ve Kürt halklarının mücadele birliği, seçim veya parlamento süreçleriyle sınırlı bir yaklaşım değil; tam tersine, ülkemizde ezilenlerin, emekçilerin mücadelesinin en önemli başlıklarından birisi. Nitekim bugün yeniden siyaset alanındaki yerini alan TİP, düzenlediği “Doğu Mitingleri” ile sosyalistlerin, belki de ilk defa Kürt sorununu tüm ülke sathında açık bir biçimde tartıştırmasıyla hatırlanan, 12 Mart faşizminin ardından 4. Kongre’de almış olduğu “Kürt halkı” kararı gerekçe gösterilerek kapatılan bir parti. Bu birliğin sağlanamadığı koşullarda hayalini kurduğumuz, uğruna sayısız yoldaşımızı yitirdiğimiz eşitlik, özgürlük, adalet ve barışın egemen olacağı sosyalizme ulaşma şansımız yok. Özellikle ülkemizin batısında Kürt sorununu kullanarak yükseltilen şoven-faşist dalganın kırılması, Türk emekçilerin kaderlerinin Kürt kardeşleriyle ortak olduğunu görmesi ve deyim yerindeyse barışın emekçi diliyle, emekçi Türkçesi ile de konuşulup, talep ve mücadele konusu haline getirmesi konusunda TİP’in özel bir sorumluluğu olduğunu düşündüğümüzü ekleyebiliriz.
Sürekli bir ortak mücadeleye vurgu yapıyorsunuz, bu ortak mücadelenin sınırları ne olmalıdır?
AKP iktidarının en önemli başarısı kendi ittifak zincirlerini dönemin koşullarına göre kurup bozarken, karşısındaki güçleri alabildiğince yalnızlaştırmak. Bu değişen ittifak/ karşıtlık eksenlerinde AKP’nin temel paradigması ise hiç değişmedi ve bugün tamamen egemen hale geldi. Bu da “yeni rejim” inşası. Çok eski bir savaş taktiğini, hepimizin bildiği “kendi cepheni mümkün olduğu kadar genişlet, yanına alamadığını tarafsızlaştır ve karşıtını yalnızlaştır” şeklindeki basit denklemi AKP iyi uyguladı yani. Ancak bu ortaklaşmada sınırı, farklı mücadele başlıklarının özgüllüklerinden çizmek gerek sanırım. Ortak mücadele yürütmeye girişirken farklı sorunların farklı özgül yanlarını yok saymamak gerek. Örneğin, HDP kendisini esas olarak “radikal demokrasi” hattına yerleştirmiş ve bunun gereklerine uygun bir mücadele sürdürüyor; kendi programı, hedefleri, örgütlenme anlayışı ekseninde yürüyor. Diğer yandan, örneğin TİP’in belirgin bir devrim ve sosyalizm anlayışı, bu anlayışın somutlandığı bir programı, bu programa uygun bir örgütlenme ve mücadele yaklaşımı var. Saray rejimine karşı mücadelede ortak hedefler ve talepler çerçevesinde mücadele etmenin mümkün olduğu konularda herkesin ayrı ve kendi kulvarına daralmış bir mücadele yürütmesi ne kadar yanlışsa; siyasal öznelerin farklılaştığı ve ayrıştığı hedefler ve talepler konusunda birbirlerinden bağımsız olarak hareket etmeleri de o kadar doğru.
Ortak mücadele, ortak yaşam için nasıl bir politik hat izleyeceksiniz?
Biz birleşik mücadeleye inanan, bunu gerekli gören bir partiyiz ve politik hattımızı da elbette buna göre kurguluyoruz. Mevcut iktidarı saray rejimi diye adlandırmamızın nedeni cumhuriyetin temel değerlerini yerle bir edip yerine kendi tek adam rejimini inşa etmesidir. Ama bu iktidar, kendi rejimini fiilen inşa etse de toplumun bütününü 16 yıllık çabasına karşın ele geçiremedi. Karşısında boyun eğdiremediği ülkenin en az yarısına denk gelen cumhuriyetçiler, laikler, ilericiler, sosyalistler, devrimciler var. Türkiye İşçi Partisi, bu kitleleri Saray rejiminde cisimleşen saltanata karşı bir “cumhuriyet” fikri etrafında bir araya getirmeyi hedefliyor. Ama burada kast ettiğimiz eski cumhuriyet değil, Türkiye’de geçmişteki cumhuriyete geri dönmeyi önüne koyan herhangi bir yaklaşımın ilerici sayılabileceğine inanmıyoruz. Buna rağmen bir cumhuriyet fikrinden ve mücadelesinden söz ediyor olmamızın gerekçesi, tüm iktidarın bir tek adamda toplandığı saltanat koşullarında yürütülecek her mücadelenin, ister istemez bir cumhuriyet kavrayışına dayanmak zorunda olmasıdır. Diğer bir deyişle, bugün Türkiye’de yürütülen mücadele, konu ne olursa olsun, egemenliğin tek adamda mı yoksa halkta mı olacağı sorusunu getirip önümüze koyuyor. Bu da bizim cumhuriyet kavrayışını geliştirmemizin ve geriye değil, ileriye dönük bir siyasal kavgaya dönüştürmemizin zorunlu olduğunu anlamına geliyor. Türkiye’de saray rejiminin yıkılması, ancak ve ancak egemenliğin tek adamdan halka geçmesini savunan; eşitlik, özgürlük, kardeşlik ve adalet hedeflerini mücadelenin merkezine koyan; uzlaşmacılığı kesin olarak reddetmek anlamındaki bir devrimci tarzı hayata geçiren ortak mücadele zeminlerinin yaratılmasıyla mümkündür. Türkiye’nin ilerici birikimi, Saray rejimi karşısında böylesi bir cepheleşme pratiğini ortaya koyacak enerjiye ve birikime sahiptir. Ortak mücadelede omuz omuza vermesi gereken ilerici kesimlerle “Devrimci Cumhuriyet Cephesi”nde bir araya gelip Saray rejimini yıkmak politik hattımızın temelidir diyebilirim.
HDP ile gerçekleştirdiğiniz ittifak süreci sizin için nasıl bir deneyim oldu, bu deneyim ortak mücadele açısından neler kazandırdı?
Son derece önemli kazanımları olan bir süreç yaşadık. Bu vesileyle hem seçim öncesinde hem de sonrasında TİP’deki kurucu görevlerimizi yerine getirmemizde bizi daima destekleyen, yoldaşlık hukukunu gözeten, yeri geldiğinde eleştirilere göğüs geren HDP’deki yoldaşlarımıza teşekkür ediyorum. Öte yandan henüz kuruluş aşamasındaki bir partinin, ülke çapında siyasal mücadeleye girmiş olmasının getirdiği önemli bir deneyim elde ettiğimizi de söyleyebilirim. Çok farklı duyarlılıkları olan geniş kesimlerle temas etmenin muazzam öğretici bir yanı var. Birkaç kentin birkaç ilçesine, hatta mahallesine sıkışan siyasal çalışma ölçeğini çok çok aşan görev ve sorumlulukların devrimci bir yaklaşımla ele alındığında ne kadar geliştirici olabildiğini gördük. Deyim yerindeyse, bizim mahallede çok uzun yıllara yayılan milliyetçi-şoven etkinin, AKP eliyle derinleştirilen düşmanlık politikasının doğru bir dil, doğru bir tarzla yenilmesinin o kadar da zor olmadığını deneyimlediğimiz önemli örnekler yaşadık.
Kürt siyaseti ile dayanışma görevdir Peki, bundan sonra HDP ve Kürt siyasetiyle ilişkileriniz hangi esaslar üzerinden yürüyecek?
Bizim için temel yaklaşım her zaman işçilerin, emekçilerin haklarını gözetmek. O nedenle öncelikli olarak işçilerin, emekçilerin, gençlerin, kadınların, tüm ezilenlerin çıkarı neyi gerektiriyorsa onu esas alan bir mücadele yoldaşlığı üzerinden HDP ve Kürt siyasetiyle ilişkilerimizi yürüteceğiz. Bununla birlikte rejimin şovenist bir dille milliyetçiliği körüklediğini, Kürt halkına uyguladığı baskıları, milyonlarca yurttaşın meşru temsilcileri olan HDP’li milletvekillerini açıktan tehdit ettiğini, tutukladığını görüyoruz, biliyoruz. Böyle bir ortamda Kürt halkıyla ve siyasi temsilcileriyle dayanışmayı da bir görev ve sorumluluk sayıyoruz. Bundan önce olduğu gibi bundan sonra da halklar arasında düşmanlık yaratacak her türlü girişimin karşısında kararlı biçimde duracağız. Aslında bu söylediklerimi dostluk ve dayanışma kavramlarıyla netleştirebiliriz.
TİP ile HDP iki dost partidir. Sokakta da Meclis’te de dayanışmamız, faşizme karşı omuz omuza mücadelemiz sürecek. Türk ve Kürt emekçilerinin, ilericilerinin ortak mücadelesiyle ülkemizi Saray rejiminden kurtaracağız. Bir önceki sorunuzda iyi niyetliler için bir şeyler söylemiştim. Şimdi, madem yeri geldi, izin verirseniz bir iki çift lafımız da bu durumu fırsat olarak görüp HDP’ye ve Türkiye sosyalist hareketine öfkelerini dile dökenler için edelim. Bir kesim sözde solun, sosyalist güçlerin “Kürtlerin kuyruğuna takıldığı” yönündeki söylemleri; bir kesim Kürtlerin de “Kürtler neden sol güçlerle bir oluyor, Kürt oylarıyla komünistleri Meclis’e sokuyor” gibi yaklaşımları kesin olarak yanlıştır. Bu sözlerin sahipleri, iktidar karşısındaki mücadeleyi ve hatta Kürt sorununun çözüm diyalektiğini kavrayamamışlardır. Aslında soru basit, faşizm bir “kötülük ittifakı” olarak gelişir ve toplumu cendereye alarak kurumsallaşırken, onun karşısında olan toplumsal ve siyasal güçlerin ilişkilenmelerini engellemek, bu güçleri bir araya gelemez hale getirmek için harcanan çaba kime hizmet eder?
Bu açıdan kimler Kürtlerle Türkiyeli sosyalist güçlerin ortaklaşmasına ve ortak mücadelesine karşıtlık geliştiriyorsa, bundan rahatsız oluyorsa, onlar objektif olarak AKP’nin isteği doğrultusunda hareket ediyorlardır. Bu açıdan, niyetleri ne olursa olsun bazı çevrelerin “Kürtlerin sırtından bunları Meclis’e taşıyorlar” sözlerini ve yaklaşımlarını aynı zamanda Kürt karşıtlığı olarak da gördüğümüzü söylememiz gerekiyor. Biz iktidarın HDP nezdinde Kürtlere “Sizin bu ülkede yeriniz yok” dediği, yani “Boyun eğmez, teslim olmazsanız size ve partinize yaşam hakkı yok” dediği bir dönemden geçtiğimizi görüyoruz. Aşağı yukarı 7 Haziran seçimlerinden bu yana bu eksende sistematik, çok yönlü ve artık süreklileşmiş bir kararlılıkla saldırıldığını görüyoruz. İkirciksiz biçimde bunun karşısında duracağımızı, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da bu sorumlulukla hareket etmekte kararlı olduğumuzu da bir kez daha paylaşmak isterim.
Hayri Demir/Ankara-MA