“Depremleri”, yerkabuğundaki gerginliklerin sonucu ortaya çıkan kırılmalar olarak tanımlarsak, “kutuplaşma ve çatışmaları” da toplumda var olan farklı gruplar arasındaki gerginliklerin ortaya çıkardığı “sosyal depremler” olarak tanımlamamız mümkün. Dolayısıyla bu ülkeyi yöneten elitler nasıl ki deprem bilimiyle uğraşan bilim insanlarının yıllardır işaret ettikleri “deprem” olasılıklarını ciddiye alıp gerekli önlemleri almadılarsa, tıpkı onun gibi sosyal bilimlerle uğraşan birçok bilim insanının toplumdaki “kutuplaşma ve çatışmaların” yaratabileceği “sosyal depremlerle” ilgili uyarılarını da dikkate almamaktalar.
Nasıl ki Türkiye, kurulduğu coğrafya üzerindeki toprak parçalarının aralarındaki gerilim ilişkisi nedeniyle sık sık “depremlerle” sarsılan bir ülke ise, 100 yılı devirmekte olan Cumhuriyet idaresi de tıpkı oluştuğu toprakların üzerinde birbirleriyle gerilim ilişkisi yaşayan farklı insanlar (kimlikler) arasında neredeyse her 10 yılda bir “sosyal depremlerle” (darbelerle) sarsılan bir idare konumunda. (Darbelerin arkasında kimlikler arası çatışma değil askerler vardır, o nedenle de bu benzetme olmamıştır denebilir. Ama unutmamak gerekir ki askerleri hareket ettiren, siyasiler tarafından çözülmemiş kimlikler arası gerilimlerdir).
Yaşadığımız dünyanın, küreselleşmeyle birlikte ulus-devletlerin (ve de milliyetçiliklerin) aşınıp daha liberal bir dünya olacağını bekleyenler, bugün giderek artan milliyetçilikler ve savaşlara bakıp şaşırıyorlar. Oysa açık olan şudur: Küreselleşme, ulus-devletin meşruiyetini aşındırırken, bu kez ulus-devletin içinde, yine küreselleşmeyle güçlenmiş farklı kimlikler arasında gerilimleri ve mücadeleleri arttıran yeni bir etki üretmiştir. Bir bakıma, eskiden uluslar arasında oluşan güç mücadelelerine şimdi artık ulusun kendi içinde yeni mücadeleler eklenmiştir. Bunlar kendilerini ulus-devletin sahibi olarak gören kimlik (ya da kimliklerle) diğerleri arasında oluşan mücadelelerdir.
Bugün hangi ülkeye bakarsanız bakın, o ülkeyi oluşturan farklı kimlikler farklı siyasi partilerde ve STK’larda örgütlenmiş olarak birbirleriyle güç mücadelesi içindedirler. Birleşik Krallık’ın içinde, İngilizler, İskoçyalılar, Kuzey İrlandalılar ve Galliler’in Avrupa Birliği’nden ayrılma kararı bu güç mücadelesinin bir sonucudur. Benzer bir biçimde Amerika’da, Trump’ın desteklediği “Beyaz Amerikalılar” ile Siyahların, Latinoların ve diğerlerinin mücadeleleri de (her ne kadar Cumhuriyetçiler ve Demokratlar olarak siyasallaşmışlarsa da) bir diğer örnektir.
Aslında bu çerçevede en önemli örneklerden biri de Türkiye’dir. Türkiye’de iki büyük kimlik, Laikler ve Siyasal İslamcılar, kuruluştan beri öyle ya da böyle aralarında mücadele ederlerken giderek artan bir kutuplaşmanın içine girmişlerdir. Bu mücadelede aralarında küçük farklar olmasına rağmen her iki kimlik de “milliyetçi” ve “devletçi” bir siyasi duruşa sahiptir.
İlginç olan bu mücadelenin nasıl sonuçlanacağı büyük ölçüde üçüncü büyük kimlik olarak Kürtlerin nasıl davranacağı ile ilgili hale gelmiştir.
Ama bu yazıda altını çizmek istediğim asıl konu şudur: Ulus-devlet içinde kimlikler bağlamında ortaya çıkan mücadeleler nasıl evrileceklerdir?
Günümüzde içinde kendini ülkenin sahibi gören kimlikle (ya da kimliklerle) oluşan mücadelelerde hakim olan kimliğin karşısında iki temel yol vardır. Bunlardan birincisi; asimilasyon politikalarıyla milliyetçi bir konsolidasyon çabasına devam etmek, ikincisi ise; talepkâr kimliğin taleplerini yerine getirerek daha demokratik bir konsolidasyon sağlamak.
Bu ifadeyi Türkiye bağlamında ifade edecek olursak şöyle söyleyebiliriz: gerek Millet ve gerekse Cumhur ittifaklarının, birbirleriyle yarışıyor olsalar da iktidara geldikten sonra özellikle Kürtlerin ve Alevilerin talepleri konusunda nasıl bir yol izleyeceklerini henüz bilmiyoruz. Ama açık olan bir nokta varsa, o da hangi kimlik iktidara gelirse gelsin, milliyetçi değil demokrat bir konsolidasyon peşinde olmalı. Bu da Kürtlerin ve Alevilerin “grup haklarının” tanınması yönünde yeni bir tartışmayı başlatmalı.
Aksi, tıpkı yerkabuğundaki depremler gibi sosyal depremleri tetikleyebilir.