Sistemin bu acımasız, liyakatsız, koordinesiz durumu deprem sonrası süreç için biz çevre ve halk sağlığı kurum ve uzmanlarını ciddi boyutta kaygılandırdığı gibi, enkaz kaldırma biçimi de toplum ve çevre sağlığı açısından kaygı vericidir
Nujiyan Yıldırım*
Bilimsel veri ve ekolojik anlayış temelli projeleri hayata geçirmekle, doğal afetlerin felaketlere dönüşmesi engellenebileceği gibi, sosyal devlet anlayışıyla, doğal afetler sonrası krizleri, oluşabilecek kayıpları, salgın hastalıkları ve bir çok yıkımı durdurmak mümkün olur.
İnsana ve doğaya saygıyı esas almayan, can değil, önce rant diyen politikalardaki ısrarın çok acı bir sonucu olan; Maraş merkezli 10’u aşkın kenti etkileyen devasa depremin neden olduğu felaketler zinciri ile karşı karşıyayız. Devletin ilgili kurumlarının kriz yönetmedeki beceriksizliklerinin neden olduğu binlerce ölümün, yüzbinleri bulan yaralanmaların, kayıpların ve nerdeyse tamamen yok olan kentlerin acılarıyla kaplanan gökyüzü, toplumsal dayanışmanın yanısıra, sistemin çürümüşlüğünün de tanığı oldu.
İmar afları, rüşvet, rant…
Türkiye’nin deprem bölgesi olduğu bilinmesine rağmen her türlü çürük yapıya (imar aflarıyla, rüşvetle) izin verilmesinin yarattığı yıkım, binlerce insanın ölümüne neden oldu. Ve deprem sonrası hayati önemde olan saatlerde arama kurtarma bir çok yıkım merkezlerinde başlatılamadığı gibi günler sonrası müdahaledeki yetersiz ve donanımsız ekiplerin gecikmesi sonucu, ölüm sayısının katlanmasına ve çok acı mağduriyetlerin yaşanmasına neden oldu. Depremden en az etkilenen merkezlerden biri olan Diyarbakır gibi bir büyükşehirde bile yıkılan 7 apartmanın enkazından 7 günde tamamlanamayan arama kurtarma çalışmaları daha fazla can kaybına neden olurken, yıkımların çok daha fazla olduğu kentlerdeki korkunç boyutu tahmin etmek zor değildir.
Hiçbir tedbir yok
Aynı şekilde depremzedelerin barınma, beslenme ve özellikle tuvaletlere ulaşım sorununun düşünülmemesi (tedbir alınmaması) da uzun vadede ciddi hastalıklara ve kayıpların çoğalmasına davetiye çıkardı.
Afet planı, programı olmayan devlet, şehirlerin altyapısının hasar görme öngörüsü ve hazırlığını da yapmamakla birlikte hasarlı olan kanalizasyon ve su sistemlerinin neden olacağı salgın hastalıklara karşı gerekli önlemleri almadığı için uzun vadede depremlerin artçıları gibi sosyal ve çevresel sorunların artçılarıyla da karşı karşıya kalabiliriz.
Hayati önemde olan günlük içme suyu ihtiyacı, özellikle afet dönemlerinde kişi başı ihtiyacın normal şartlardaki günlük ihtiyaçtan çok daha fazla olduğunun bilinmesine rağmen, günlerce binlerce insanın hem içme, hem hijyen amaçlı (el yıkama, alınan gıdaların yıkanamaması vs.) birkaç damla suya ulaşım ciddi sıkıntı oldu. Olmaya da devam etmektedir. Bulaşıcı bir çok hastalık şimdiden etkisini göstermeye başladı. Diyarbakır’daki toplanma alanları biraz daha kontrol edilebildiği için şimdiden başlayan uyuz, ishal gibi hastalıklar erken farkedilip müdahale edilmektedir. Fakat olması gereken, sağlıklı barınma (temiz su, çamaşır yıkama alanları, çöplerin sürekli toplanması vs) koşulları yaratılarak salgın hastalıklara engel olmaktır. Afet dönemlerindeki kriz yönetimlerinin temel sorunu, yetkililerin alanın uzmanlarıyla ortaklaşmama, önerilerini dikkate almama gibi bir anlayışla, günübirlik çözümlere başvurmalarından kaynaklıdır.
Kayyum mu dayanışma mı?
Geçmişten günümüze OHAL yönetimlerinin ve kayyum politikalarının mağduru olan bölge halkının toplumsal hafızasındaki kimsesizlik kaygısı, depremin ilk saatlerinden itibaren dayanışma refleksini de harekete geçirdi. Türkiye’nin her tarafındaki doğal afetlere karşı bölge ayrımını yapmadığı bir dayanışma kültürüne sahip olduğu bilinen Kürt halkı, 6 Şubat depremlerinin ilk saatlerinden itibaren de aynı duyarlılık ve örgütlenme ile hem arama kurtarma, hem barınma vs temel ihtiyaçları karşılama çabasında bulundu. Özellikle depremin yıkıcılığını, ağır ve acı kayıplarını, etkilerini yaşayan bir kent olan Diyarbakır STK’leri, esnafı ve her kesimden insanların desteği ile hem kendi yaralarını sarmaya, yardımlaşmaya çalışırken, hem de koordineli bir şekilde deprem bölgesinin en ücra köşelerindeki depremzedelere ulaşma ve yardım çabalarını da unutmadılar. Hem gelişmiş bir dayanışma kültürüne tanıklık, hem de bireysel duyarlılıkların sağladığı ilk yardım dokunuşları ve depremzedelerin acil ihtiyaçlarını karşılayan sivil dayanışmanın gücü, insanlık adına anlamlı olduğu kadar daha güzel bir dünya için de umut verici oldu. Fakat böylesi devasa iki büyük depremin yarattığı hasar çok boyutlu olduğu gibi çözüm yolları da çok boyutlu olmalıdır. Diyarbakır gibi büyükşehir olan bir kentin seçilmişlerinin görevden alındığı ve kayyum yönetiminde olan yerel yönetimlerinin insanlık adına kıymetli olan böylesi bir dayanışma potansiyelini görmek istememesi, ortaklaşmaması, siyasi rant kaygılarının, insan hayatından daha çok önemsendiğini göstermektedir. Elbetteki kentin ilgili meslek odalarının deprem öncesi kayyumların rant ve betonarme temelli proje ve çalışmalarına karşı, doğa ve insandan yana olan duyarlıkları, deprem sonrası süreçte de devam edeceği gibi, devlet politikalarının deprem sonrası da bilimden, doğadan ve insandan yana projelerin hayata geçmesi için sürecin takipçisi olmaya devam edecektir. Deprem krizini doğru yönetemeyen, hayat kurtarmada sınıfta kalan sistem, deprem sonrası sürece de kentin dinamiklerini, ilgili uzman ve meslek odalarını katmak istemediği, kurulan çadır alanlarından anlaşılmaktadır. Doğal afetlerinin her türlüsünün beklendiği bir dönemde ve kış şartlarında Dicle Nehri kenarına kurulan çadırlarla ilgili itirazlara verilen, ‘su kenarı çadırlardaki yangın tehlikesini önler’ ve ‘zaten yakında havalar ısınacak’ gibi yanıtlar bilimden, ekolojik ve psikososyal kaygılardan çok uzaktır.
Depremzedeler için çadırların kurulduğu bu alanın çevresel şartları özellikle çocuklar için çok zor ve tehlikelidir. Atıkların çevrede oluşturacağı kirlilik, nehir suyunun daha çok kirlenmesine, insanlar için ise daha çok salgın hastalıklara neden olacaktır.
Halk sağlığı sorunu
Devletin öncelikli politikaları depremzedeler için sağlıklı yaşam koşullarını yaratmaktır. Bu olağanüstü şartlar için ancak ilgili tüm kesimlerin koordinesi ve sosyal sorumluluk projelerinin katılımıyla, depremzedeler için hayati çözümler bulunabileceği gibi, uzun vadedeki salgın hastalıklara ve sosyal, ekonomik krizlere engel olunabilinir. Depremzedeleri bekleyen çok zor döneme girmiş bulunmaktayız. Yakınlarını ve evlerini kaybetmenin ruhsal çöküntüsünü yaşayan depremzedeleri bekleyen ciddi ekonomik ve sosyal sorunlar var. Yaşam alanları ve çözüm yolları sosyal ve çevresel faktörler dikkate alınarak, sürdürülebilinir çözümler üretilmelidir. Önceliklerine göre sorunlar tespit edilerek çözümler üretilmediği takdirde ülke olarak ciddi sosyal, ekonomik ve ekolojik sorunlar yaşanacaktır. Sorunlarının başında salgın hastalıklar gelmektedir. Suya ve hijyen koşullarına ulaşamayan zor şartların yaratacağı, uyuz, mantar, kızamık, kolera gibi bulaşıcı hastalıklarla birlikte zaten varolan covid gibi solunum yolu hastalıklarının daha fazla yayılması ciddi bir halk sağlık sorunun yaratacaktır. Özelikle depremzedelerin toplanma (çadır, konteyner vs) ortak yaşam alanlarının temiz kullanıma uygun şartlara göre düzenlenmesi ve çevre temizliğine dikkat edilmelidir.
Kanalizasyonun toprağa ve suya karışmasının yanında çeşitli zehirli maddelerin sızıntılarının oluşması, insanlar için sağlık sorunları, hayvanlar ve çevre için yeni sorunlara, felaketlere neden olmaması için, erken dönem çözümler olan temiz suya, sabuna erişim, tuvalet sistemlerinin doğru ve fazla yerleştirilmesi, çöplerin sürekli toplanması gereklidir.
Enkaz nasıl kaldırılır?
Sistemin bu acımasız, liyakatsız, koordinesiz durumu deprem sonrası süreç için biz çevre ve halk sağlığı kurum ve uzmanlarını ciddi boyutta kaygılandırdığı gibi, enkaz kaldırma biçimi de toplum ve çevre sağlığı açısından kaygı vericidir.
Depremler can güvenliği sorunu yarattığı kadar, çevre ve halk sağlığı boyutuyla da ciddi sorunlara neden olurlar. Deprem gerçeğine karşı vatandaşların can güvenliğinden sorumlu olan devletin görevi, depreme dayanıklı olmayan konut yapımını engellemektir. Engellenemeyen deprem gibi doğal afetlerin yaşanması halinde ise devletin ilgili kurumlarının hazırlıklı ve koordineli çalışması ile can kaybının en aza indirilmesi için de hazırlıklı (çok boyutlu) ve koordineli çalışması gereklidir.
Elbetteki yaşanan bu büyük depremin molozu ve enkazı da fazladır. Dolayısıyla hafriyatların toplama biçimi ve yerler konusunda uzmanların uyarı ve önerileri dikkate alınmalıdır. Depremler insan ve mal kaybı yanında ciddi bir halk sağlığı ve çevre sorunları yaratmaktadır. İnşaatlarda kullanılan başta asbest olmak üzere çeşitli (zehirli) maddeler insan sağlığı ve ekosistem için tehlike oluşturmaktadır. Deprem sonrası ortaya çıkan hafriyatların doğru şekilde bertaraf edilmemesi halinde çok daha büyük sağlık ve çevre sorunları ile karşı karşıya kalacağız.
Nehir, dere kenarlarına, tarım alanlarına dökülmesi halinde toprağa ve suya karışması kısa vadede kirliliğe, uzun vadede ise kirlenen suyla sulanan gıda ürünlerini zehirlenmesine ve başta kanser olmak üzere ciddi hastalıkların çoğalmasına, yani yaşamsal doğa kaynaklarının tahribatı, zehirlenme ile ölümcül kaynaklara dönüşebilir. Bölgedeki tarım alanlarının yanısıra varolan biyolojik çeşitliliğe çok zarar verecek, birçok gıda ve hayvanların yok olmasına sebep olacaktır. Henüz dışarda bir çadır bile bulamayan binlece insan varken, barınma, sağlık ve hijyen koşulları sağlanmamışken, konut güzellemesi yapılıyor.
Konutla göz boyamak
Devletin görevi verdiği bir koli gıda yardımı veya borçlandırarak yapacağı konutlarla övünmek değildir. Elbetteki gıda ve konut yapımı yardımı da devletin görev ve sorumluluğu dahilindedir. Fakat öncelikli görevi depremzedelere güvenli ve hijyenik geçici yaşam alanları oluşturduktan sonra bilimsel temelde oluşturulacak çevre politikaları ve deprem bölgesinin altyapı sorunlarını, çevre sorunlarını çözmek, yeni sorunların önlemini almayı sağlamaktır. Beraberinde bölge halkının kültürel, ekonomik ve yerinde sosyal sürdürebilir yaşam alanlarını kurmak olmalıdır. İnsani ve ekolojik altyapı hazırlanmadan, sorunların çözümünden önce yapılan konut yapımı projeleri tüm sorunların çözümüymüş gibi propagandasının yapılması, müteahhit ve rant zihniyetidir. Çünkü deprem bölgesinde yıkılan sadece boş konutlar değildir. Yitirilen hayatlarla birlikte kentler için kaybedilen üretim alanları, iş hayatları ve mekanları deprem felaketinin tek bir boyutudur. Hem çevre sorunları açısından, hem de sosyal, kültürel, psikolojik etkileriyle ilgili ciddi çalışmalar yapılmadan, sorunların önceliklerine göre koordine edilmeden, iş, üretim ve çevre sorunları da düşünülmeden, çözümler bulunmadan, sadece konut yapmak halk ve çevre sağlığı başta olmak üzere çok daha ciddi sorunlara zemin oluşturulacaktır. Ayrıca deprem sadece kent merkezlerinde olmadı. Birçok ilin kırsal alanları nerdeyse haritadan silinmiş, fakat köy ve ilçelerdeki ekolojik yıkımın boyutu ile ilgili bir çalışma henüz yapılmadığı gibi tarım ve hayvancılıkla geçinen insanların kayıpları ve verimli arazilerinin tahribatlarıyla ilgili bir veri de yok. Deprem öncesi Türkiye’nin tarım üretiminin yaklaşık %15’lerde olan ve hayvancılık üretiminin de ciddi boyutta olduğu deprem kırsal bölgesindeki çevre sorunlarının tespiti ve insanların üretime dönük mağduriyetlerini giderecek proje ve politikalar öncelikli olmalıdır.
Bir halk deyimi
Destekler üretime ve yerinde yeni hayat kurmaya dönük olmalıdır. Geçici yardımlar felaketin ilk dönemleri için anlamlıdır. Fakat sosyal devlet politikaları sürecin psikososyal, ekonomik ve göç edenlerin memleketlerine dönüş koşullarını yaratmak, çevresel sorunları çözmek, toplumun ruh ve sosyal yaşamı için felaketlerin ilk anlardaki temel ihtiyaçlar kadar önemlidir. Çünkü sadece depremler değil yoksulluk ve ekolojik yıkımlar da öldürür.
Diyarbakır’da hasar tespiti çalışmaları, il çevre ve şehircilik müdürlüğü ve İnşaat Mühendisleri Odası’nın koordineli ve hızlı bir şekilde devam etmektedir. Şimdiye kadarki tespitlerde acil yıktırılacak yapılar tespit edilmiştir. Fakat 2000’e yakın ağır ve orta hasarlı olarak tespit edilen yapılarla ilgili henüz bir çalışma yapılmadığı için çevrelerindeki sağlam yapılar ve vatandaşlar için de ciddi riskler ve mağduriyet devam etmektedir. Çünkü risk oluşturan yapıların yoğunlukta olduğu Bağlar ilçesinde yapılarım birbirine yakınlığı bilinmektedir. Riskli bir yapının etrafında bulunan 4 sağlam yapı için de risk devam ettiği için sağlam yapılardaki vatandaşlar da evlerine girememektedirler. Bu konuda yetkililerin bir an önce bu durumdaki yapılarla ilgili acil bir eylem planının yapılması gerekmektedir ki, sağlam yapılardaki vatandaşlar da evlerine dönebilsinler. Bu krizi (kiralık ev bulma, temel ev eşyaları vs) fırsata çevirmeye çalışan bazı kesimler de vatandaşları daha fazla mağdur etmektedir. Ağır hasar oluşan yapılarda oturanların büyük kısmı ciddi ekonomik sorunları olan, yoksul kesimdir. Özellikle ev bulamama ve fiyatların katlanması sonucunda sosyo-ekonomik sorunlar daha fazla katlanarak yaşam şartlarını zorlaştırmaktadır. 1975’te büyük yıkıma neden olan Lice depremi sonrası kadınların ağıtlarında felaketleri fırsata çevirenleri dile getirdikleri bir deyim vardır, ‘ji hineka ra seferberî ye, ji hineka ra jî beşî bîrlîk e’ (bazıları için seferberlik, bazıları için ise beşi birlik’tir) sözü afetleri fırsata çeviren ahlak dışı bireysel ya da kurumsal yaklaşımları özetliyor. Elbetteki dayanışma kültürünün gelişkin olduğu Diyarbakır’da bu tarz insani ve ahlaki olmayan anlayışlar teşhir edilmektedir. Fakat sorunların çözülmediği her gün, bu anlayışları besleyeceği gibi farklı çevresel ve güvenlik sorununu da büyütecektir. Aynı durumda terkedilecek yapıların bağımlı madde vs için kullanımından tutalım oluşacak çevre kirliliği ve tehlike ile de karşı karşıyayız. Yani sadece doğal afetler değil, yoksulluk ve ekolojik yıkımların da insan öldürebileceği öngörüsüyle, mücadelemiz ve devlet politikaları insana ve doğaya karşı saygı temelinde olmalıdır.
*Çevre Mühendisleri Odası Amed Şubesi Eşbaşkanı