Özellikle bu aralar ve genellikle ve de sıkıştığında hükümetin (iktidarın) en korktuğu eylem insanların birbiriyle temas etmesi. Herhangi bir bulaşıcı hastalığın yaygınlaşmasını kontrol altına alamamaktan değil bahsettiğim temas hali, daha çok etkileşim durumu. İnsanlar ve özellikle toplumun en dinamik itiraz kaynağı olan gençlerin, öğrencilerin birbiriyle temas etmemesi için üniversiteleri bir süreliğine uzaktan eğitime karar vererek kapatmak. Böyle olunca kitlesel eylemlerin önüne geçmiş olacaklar. İktidarın depremde ve deprem bölgesindeki gecikme, organize olamama, ihmal ve beceriksizliklerinin öğrencilerin örgütlü mücadelesiyle su yüzüne çıkacağını bildiklerinden üniversiteleri askıya aldılar.
Temas
Eğitim ve öğretimin bir bütün olduğunu düşünüyorlarsa neden sadece üniversiteleri uzaktan eğitime aldılar? Çünkü en güçlü muhalefetin, direncin ve itirazın üniversitelilerden geleceğinin farkındalar. Bunun önüne geçmenin tek yolunun birçok alanda olduğu gibi ilk akıllarına gelen çare, yasaklamak, kapatmak… Bu güçlü iradenin birbirleriyle olan teması izole etmenin yegâne çözümünün bu olduğunu düşünüyorlar. Her temasın bir iz bırakacağının farkındalar. 68 hareketlerindeki izi silememelerinin karın ağrısı, sancısıyla kıvranıyorlar.
Bu minvalde deprem anında ve sonrasında yardım etmek için bir araya gelen insanların birliktelikleri ürkütüyor. Kendilerinin bu kadar hızlı organize olamamalarının sebeplerini, eksik ve yanlışlarını araştırıp sorgulamak yerine depremzedelere yardım edenlere saldırıyorlar, dışlıyorlar ve her zamanki gibi bölmeye çalışıyorlar. Çünkü bir düşman her zaman lazım. Bu defa dış mihraklar diyemeyeceklerini biliyorlar çünkü neredeyse her ülkeden yardıma gelen sınır tanımayan insanlar geldi. O zaman o düşmanı içeride yaratmak gerekiyordu. İlk günler yardım toplayan Ahbap’a verip veriştirdiler. Bu yetmeyince yardım eden, eksikleri, basiretsizlikleri, ihmalleri haykıranlara döndüler. Hayatla bağları o kadar kopmuş ki itiraz eden, eleştiren, farklı düşünen herkesi düşman belliyorlar.
Show Business
Kendi çevrelerindekilerin bile gizliden yardım yaptıkları Ahbap’ın artık neredeyse halkın en güvenilir sivil kurumu olduğunu fark etmeleri biraz güçlerine gitse de geciktiklerini, gelen yardımların önüne geçemediklerini her koldan saldırarak itiraf etmiş oldular. İki dakika durup bunun sebeplerini düşünmek, sorgulamak yerine agresifleştiler. Peki, bunun önüne nasıl geçilebilirdi? Herkesin gözü önünde geçekleşecek bir organizasyonla, naklen ve çağa uygun; show yaparak. Ki burjuvazinin, ya da bilemiyorum artık dönem insanının da diyebiliriz, en sevdiği durumdur göz önünde olup alkışlanmak. Bunu yapmak yetmeyecekti, önemli olan bir an önce ve doğru zamanda yapmak gerekirdi. Bunun için de eskiyen işaret levhalarını yenileyerek doğru kasayı işaretlemek gerekiyordu. Canlı yayında bağışta, yardımda bulunmayan yandaş iş insanlarını tefe koyup çalacaklarının ibarelerini fısıltı gazetesinden yaydıktan sonra geriye yapılacak yardımların vergiden düşüleceğinin müjdesini vermek kalıyordu. Bu teşvikin yeterli gelmeyeceğini düşünen son dönem (görgüsüz, kibirli, sonradan görme) iş insanların yardımına PR çalışması yetişti. Bugüne kadar toplumda bıraktıkları olumsuz imajın tersine dönebileceği (örnek: Cengiz Holding) kanısı oluşturuldu.
Deprem yıkıntılarının altında hala canlı insanların olduğu bir zamanda bunun yapılmasının diğer bir ayağını da para musluklarını açarak imajlarının tazeleneceğini söyledikleri şirketlerle aynı kadere sahip iktidarın da nasipleneceğiydi. 20 yıl boyunca kaybettikleri güveni depremde iyice yerle bir olunca; bakın gördünüz mü, sermaye hala bize güveniyor, halkın AFAD ve Kızılay’a yaptığı yardımlardan da görüldüğü üzere bizim alternatifimiz yok. Peki, bu doğru mu? Doğru olduklarını düşünselerdi, buna kendileri de inanmış olsalardı seçimi bir yıl erteleme gevelemeleri yapmazlardı.
Deprem anında ve sonrasında mağdurların yardımına koşmamış, bir çakıl taşını kaldırmak için elini uzatmamış, bir tek kişiye bir bardak su vermemiş faşist bir parti başkanının yardım yerine insanları ayrıştırarak, ırkçılığı körükleyerek yapılacak yardımların ve dayanışmanın önüne geçmeye çalışması elbetteki kime hizmet ettiğinin çok güzel bir kanıtıdır. Ortaya attığı yalanın bizzat muhatabının bu faşist hakkında suç duyurusunda bulunacağını söylemesinden sonra, kendisine, “özür dileyecek misiniz?” sorusu üzerine, hala pişkince, “ne özür dileyeceğim, gazete özür dilesin, ben gazeteden aldım bu bilgiyi” diyerek her an oluşacak linçlerin de önünü açmıştır. İşin ilginç ve trajik yönü de iktidar ya da günlük yaşam hakkında en ufak bir eleştiride bulunanlar hakkında ‘halkı kin ve düşmanlığa sevk etmekten, devleti küçük düşürmeye teşebbüsten’ soruşturma açılırken, bu muhteris hakkında en ufak bir uyarı bile yapılmaması kime hizmet ettiği tezimizi doğrular niteliktedir.