Semsûr’de ilk günlerde yakınlarını yıkıntılar arasında canlı çıkarma umudu artık ‘Cenazemizi versinler yeter’e dönmüş durumda. Devlet insanların umudunu da öldürdü aslında Semsûr’de. Tütün kokan ovalar şimdi buz gibi ölüm kokuyor
Reyhan Hacıoğlu – Semsûr
Yaptığım her haberin içinde izlenim olsa bugün sadece 9 günde gördüklerimi anlatacağım. Semsûr’a depremin ikinci günü gelebildim. Şehre girer girmez yol boyu enkazlar, ateş yakmış ve başında ağıt yakan insanlar, öfkeli yüzler insanın dikkatini çekiyordu. Her yüzümüzü döndüğümüz kişi “Devlet nerde?” diye öfkeliydi. Oysa hiç gelmeyeceklerini bilmiyorduk o günlerde. Yürüdüğüm ara sokaklarda binalardan sesler henüz geliyordu ve soğuk havaya rağmen kurtulabilenler enkazların başında duruyordu. Bir umut seslerini duyuralım diye yaşadıklarını anlatmaya çalışıyorlardı.
2’nci gün geldiğim şehirde enkazları dolana dolana şimdilerde adına aşina olduğunuz Yenimahalle Cemevi’ne geldik. HDP Kriz Koordinasyon Masası burayı kullanacaktı artık. O gün kapısında üç-beş kişinin olduğu bu cemevinin de kısa sürede bir umut evine dönüşeceğini kestiremiyordu insan. Gelen arkadaşlar iki gündür aç olan halka yemek yapılsın diye önce ateşi yaktı, sonra toplantıya geçti. Mahalle mahalle kim nereye gidecek diye konuşuldu. Ancak henüz hiçbir yardım yoktu ellerinde. Üçüncü günden sonra insan ve yardım sayısı ancak artmaya başladı. Gazeteci olarak da ilk 4 gün ben, MA’dan Ömer Akın ve Ahmet Kanbal vardı sadece koca şehirde. Bizlerde gün boyu dolaşıyor geceleri cemevinde kalıyorduk. Su yok, elektrik yok. Bizler de yerlere serilmiş battaniyeyle ısınmaya çalıyorduk. İlk gece sağım solum ısınmak için 6 kişi ile yattım. Zaten herkes öyleydi…
Her sabah 6-7 gibi koordinasyondan bir arkadaşın “Kalkın enkazdan gelen arkadaşlar yatacak” şeklindeki sesiyle uyanıyorduk. Evet, tam olarak böyleydi ilk üç-dört gün. Nöbetleşe yatıyor, bol bol kuru ekmek yiyorduk. Ama zamanla Cemevi öyle bir hal aldı ki yer bulamadık. Günler geçtikçe sağlık ekibi, yemek ekibi derken depolar yardımla doldu. Gece gündüz enkazda olanlar, sürekli ateşi canlı tutanlar derken örgütlü insan gücünün neleri yapabileceğine de bir kez daha tanık oluyorduk. Yas, öfke ve hüzün vardı ama umut ve inanç daha büyüktü.
Gelen yardım tırlarına el konuluyor bilgisi sık sık da bize geliyordu. Buradaki ekipler de; “Alsınlar, ne yapacaksa yapsınlar. Yeter ki halkımıza yardım ulaşsın” diyordu. Haklıydılar. Günlerce şu koşullarda bana bile mesajlar geliyordu; Şu binada şu yaşıyormuş, şu aile üç gündür aç diye… İletiyordum, ulaşmaya çalışıyorlardı. Kentte şebeke ve internet sorunu vardı ilk günler ve çeken tek yer valilikti. Haber atmak için sabah akşam uğrak yerimiz olmuştu. 3’ncü günün sonunda kısmi çalışmalar başladı. 5’inci günde yabancı basın da sahada göründü. Devlet gelmiş basın da gelmişti artık…
6’ıncı gün yine sokak sokak dolaşırken ilk gün gördüğüm Aşiyan Apartmanı’ndan Dilek Karaca’ ya bakmaya gittim. Hala oğlunu bekliyordu. 6 gün geçmiş ve gelen olmamıştı… Gözünde yaş kalmamıştı. İlk gün oğlunun canlı çıkması umudu artık onda, “Cenazemi versinlere” dönmüştü. Devlet insanların umudunu da öldürdü aslında Semsûr’ da… Sahada ise AFAD’dan ziyade gördüğümüz gönüllüsüydü. Onlarda en az bizler kadar aslında bilgisiz. Ellerinde teknik bir şey bile yok. Giymiş yelekleri çıkmışlar. Bunu 5’inci günde gelen yabancı ekiplerle kıyaslayınca daha iyi anlıyor insan. İnsan sesini, soluğunu ayırt eden cihazlardan, titreşimlere kadar. Öyle ki sadece biz değil AFAD bile onları izliyor (!) “Vay be nasıl nasıl çalışıyorlar” diye.
7’inci ve 8’inci gün devlet tam olarak artık sahadaydı. Sokaklarda asker ve polis sayısı giderek artıyordu. Kısa sürede gazetecilere saldırılar da başladı. Öyle ki Ahmet ile şu trajik espriyi bile yaptık. “Haberleri biz yaptık, dayağı onlar yedi.” Çünkü ilk 3 ve 4 gün sadece biz buradaydık ve halkın çığlıklarını duyurmaya çalıştık. Onlar söyledi biz çektik. Tanıklığımız bu şehirde gönüllüler dışında kimsenin olmadığına dairdi ve asıl korkutan da bu. Sabahları rojbaşla ayrıldığımız ekiplerle akşam ateş başında bir araya geliyoruz. Kürt gençleri ağırlıkta kentte. Türkiye’de gelen halklar da çok fazla ama Kurdistan’ın neredeyse her kentinden gençler var. Yas ve öfke şehre hakim tek duygu. Ama dayanışma ise ayakta tutan tek güç. Zaten bunu halk da biliyor ve her gönüllüye defalarca sarılıp teşekkür ediyor her fırsatta.
Bugün 9’uncu gün ve kentte hala su yok, elektrik yok. HDP Kriz Koordinasyon Masası çadır kent kurmak için canla başla çalışıyor. Şehirde arama kurtarma bitirildi. Enkaz kaldırma başlatıldı. Ölüler var molozlar arasında ve sanırım ölülerin “sahipleri” de ölüler arasında… Öyle karanlık öyle kör bir döngü. Semsûr’dan yazdım size, devletin unuttuğu halkın, halkların el birliği ile yaraları sarmaya çalıştığı şehirden… Tütün kokan ovalar şimdi buz gibi ölüm kokuyor.