Kahramanmaraş’ta 6 Şubat 2023 günü Pazarcık’da 7.7, Elbistan’da 7.6 büyüklüğündeki iki deprem oldukça büyük yıkımlara sebep olmuş, 10 ili etkilemiştir. Aynı depremlerde Suriye’nin Kuzey ve Kuzeybatısında da ciddi yıkımlar olmuştur. Deprem nedeni ile on binlerce insan yaşamını yitirmiş, yüz binden fazla insan yaralanmıştır.
Deprem bölgesinden aldığımız bilgiler, medyaya yansıyan görüntüler ve bizatihi olay yerinden yayın yapan basın mensuplarının açıklamaları göstermektedir ki depreme ilk iki gün müdahale edilemediği, arama ve kurtarma faaliyetlerinin iki günden sonra özellikle uluslararası alandan gelen arama kurtarma ekipleri ile birlikte başlandığı yönündedir. Tabii ki yerel düzeyde gönüllülerin arama kurtarma faaliyetlerini saymazsak. Peki neden böyle oldu? Güçlü ve kudretli devlet! Niye enkaz altında kaldı?
Türkiye’nin idari sistemi ve merkezci devlet yapısı bu deprem ile birlikte artık tarihe karışmalıdır. Mülteci/sığınmacı ve göçmenlerle birlikte nüfusu 90 milyonu geçen bir ülkenin, 81 ili, 973 ilçesi, 32.125 mahallesi ve 18.211 köyü bulunan bir ülkenin tek bir kişi tarafından yönetilmesi akıl dışıdır. Peki, 2017 yılında neden böyle bir şey yapıldı? Bana köre Kürt sorunundaki çözümsüzlük yanlılarının dayatması. Türkiye’nin, Kürt sorununun çözümsüzlüğünden kaynaklı olarak 24 Temmuz 2015 tarihli silahlı çatışma dönemine yeniden girmesi ile birlikte hızla otoriterleşmesi ve milliyetçi partinin dayatması ile savaşın uzayarak başka sorunları da açığa çıkarması karşısında çözüm olarak gösterilen Türk tipi başkanlık modeli tamamen başarısız olmuştur. Resmi ideolojiyi yaşatmak için toplumumuza dayatılan bu model artık tarihin çöp sepetine atılmalıdır.
Temel hak ve özgürlüklerin geliştiği ve bilince çıktığı 21. yy’da otoriter yönetim modelini dayatarak yurttaşları hakkın öznesi olmaktan çıkarmak tam bir çılgınlık olsa gerek! Cumhur İttifakı denen yapı AKP/MHP/Ulusalcı ve Ulusolculardan oluşmaktadır. Temel karakteri resmi ideolojiyi savunmak ve kapitalizmin neoliberal politikalarını uygulamaktır. Bu ittifak depremin yıkıntıları altında kalmış, vatandaşının canını bile kurtaramamıştır. O halde bu ittifakın savunduğu resmi ideolojiyi reddetmeyen ve o ideolojiden beslenen, o ideolojinin restorasyonunu dayatan ittifakların da başarılı olma şansı yoktur.
Bu yazımı yazarken emin olun hiçbir ideolojik saik ile hareket etmiyorum. Tamamen ulusal üstü insan hakları belgelerine dayanıyorum. Temel hak ve özgürlükler birçok sorunun çözümünü açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Azınlık hakları, dil hakları, yönetime katılma hakkı, halkların kendi geleceğini belirleme hakkı gibi temel haklar çözüm üretmekte ve yol göstermektedir.
10 Aralık 1948 tarihli BM İnsan Hakları Beyannamesi’nin 21.maddesi yönetime katılma hakkını düzenler. BM Genel Kurulu tarafından 1966 tarihinde kabul edilip, 1976 tarihinde yürürlüğe konulan BM Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi’nin 1. maddesi bütün halkların kendi kaderini tayin etme hakkına sahip olduğunu, bu hak uyarınca kendi siyasal statülerini özgürce belirleyeceği, ekonomik, sosyal ve kültürel gelişmelerini özgürce sağlayacakları, kendi doğal kaynaklarından yararlanma hakkına sahip olduğunu düzenlemiştir. Kendini yönetemeyen halklarla ilgili olarak da o halkları yöneten devletlere o halkların kendini yönetmesi ile ilgili yükümlülükler yüklemiştir. BM Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi’nin 1. maddesi de bu hakkı aynen düzenlemiştir. Bu sözleşmenin 25. maddesi yönetime katılma hakkını, 27. maddesi azınlık haklarını düzenlemiştir ve elbette ki tüm insan hakları sözleşmeleri ayrımcılık karşıtı temel düzenlemeler içermektedir. Türkiye bu sözleşmeleri onaylamış ve yürürlüğe koymuştur. BM’nin ikiz sözleşmeleri diye tanımlanan bu temel sözleşmelerinin 1. maddesinde halkların kendi geleceğini belirleme hakkı ile ilgili BM İnsan Hakları Komitesi’nin 1984 tarihli 12 nolu genel yorum beyanı bulunmaktadır. Bu genel yorumda halkların kendi geleceğini belirleme hakkının tek başına ayrılmayı içermeyebileceği belirtilerek, halkların yönetime katılma, bulundukları yerde yöneticilerini seçme ve ekonomik kaynaklarını kullanmayı sağlayacak çeşitli idari yapıları talep edebilecekleri açıklanmıştır. Biz bunu genel olarak yerinden yönetim ilkesinin o ülkede uygulanabileceği modellerinin hayata geçirilmesi olarak tanımlayabiliriz.
Türkiye için en uygun çözüm 1921 Anayasası’nda belirtilen ve bir türlü hayata geçirilmeyen adem-i merkeziyetçilik yani yerinden yönetim ilkesidir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti 100. yılında, 100 yıllık bilinçli yanlışından vazgeçmeli, tıpkı kuruluştaki gibi adem-i merkeziyetçiliğe geri dönmelidir.
Depreme gelirsek. Yeni Yaşam Gazetesi’nin 13 Şubat 2023 tarihli manşeti ibretliktir. Maraş Pazarcık depremi ile ilgili 2019 yılında İçişleri Bakanlığı bir tatbikat gerçekleştirmiştir. 6 Şubat 2023 günü gerçekleşen deprem bu tatbikat senaryosunu fazlası ile ortaya koymuştur. Peki depreme niçin müdahale edilememiştir? Bence bu sorunun tek bir cevabı var: Yerel yönetimler kadük edildiği için, kayyım zihniyeti ve rejimi tüm ülkeye dayatıldığı için. Tek kişi yönetimine dayalı otoriter merkezi devlet modeli büyük bir şok yaşandığında donup kalmıştır. Siz halkınızı hakkın öznesi olmaktan çıkarıp nesne haline getirirseniz her türlü hakkı değersizleştirirsiniz, hislerinizi kaybedersiniz. Nitekim olan da budur.
Deprem yaşandığından beri yerel yöneticiler vali ve belediye başkanlarının ne kadar yetkisiz ve çaresiz oldukları, hiçbir hazırlıklarının olmadığı, her şeyin merkezi hükümette olduğu ve hükümetin de ne kadar hantal olduğu ortaya çıkmıştır. Kayyım rejimine rağmen Diyarbakır’daki sivil örgütlenmelerin hızlıca koordinasyon kurması ve harekete geçmesi yerelliğin önemini ortaya koymuştur.
Bu enkazdan çıkışın biricik yolu bir an önce adem-i merkeziyetçiliğe dayalı yerinden yönetim ilkesini hayata geçirecek yeni bir idari yapılanmaya geçmektir. Kayyım rejiminden vazgeçmektir. Türkiye için de en uygun modelin demokratik özerklik modeli olduğunu belirtmek isterim. Bir de şunu ifade edeyim, emin olun bu model en çok İstanbul’a, İzmir’e, Antalya’ya gereklidir. Ekolojik yıkımın yaşandığı bu çağda sorunların yerinden çözülmesinin yegâne yolu yerinden yönetim ilkesinin hayata geçirilmesidir.
Depremde Türkiye ve Suriye’de yaşamını yitirenlerin ailelerine bir kez daha başsağlığı, yaralılara acil şifalar, halklarımıza geçmiş olsun dilerim.