Gazeteci Fuat Kav, PKK Lideri Abdullah Öcalan’a dönük komployu gazetemize değerlendirdi: 1917 Rus devrimi tüm dünyayı nasıl sarstıysa Abdullah Öcalan’ın stratejisi de Ortadoğu’yu sarstı. Uluslararası güçler bunu gördüğü için komployu devreye soktu
PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın uluslararası bir komployla 15 Şubat 1999’da Türkiye’ye getirilerek, İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevi’nde ağır tecrit koşulları altına alınmasının üzerinden 24 yıl geçti. Gazeteci-yazar Fuat Kav, Kürt halkının “Roja Reş (Kara Gün)” olarak nitelendirdiği komplo sürecinin nasıl geliştiğini ve ne amaçlandığını gazetemize değerlendirdi.
Öncelikle şunu sormak istiyorum. Uluslararası güçler neden Abdullah Öcalan’ı seçti?
PKK Lideri Abdullah Öcalan eski, klasik Marksist liderleri aşan, ideolojik, politik, düşünsel ve hatta psikolojik olarak büyük bir birikime ve devrimsel stratejiye sahip bir lider olarak ortaya çıkan ender şahsiyetlerden birisidir. Uluslararası güçlerin “tam da artık sosyalizm bitti”, “kapitalist sistem kesin olarak ve mutlak anlamda zaferi elde etti”, “sistemimize karşı bizi zor duruma sokup alternatif bir sistemi inşa edecek kimse kalmadı” dediği bir anda Sayın Abdullah Öcalan büyük bir yoğunlaşma ile dünyayı analiz ederek ortaya çıktı. Deyim yerindeyse büyük bir patlama gerçekleştirdi. Çağımızın devrimleri için adeta ‘Big Bang’ kuvvetinde bir patlama ile sürece damgasını vurdu. Bu nedenle yöneldiler.
Reel sosyalizmin yıkılmasının ardından devrimciler, demokratlar, aydınlar, kısacası eşit bir yaşamdan yana olan herkesi büyük bir umutsuzluğa sürüklerken, kapitalist sistemin temsilcileri olan uluslararası güçler ise çok daha büyük bir moral gücüne ulaştılar, yani “artık biz bize kaldık, sosyalizm bir hayaldir” diyerek, büyük bir ideolojik ve politik üstünlük elde etme sürecine girmiş oldular. İki taraf böyle düşünürken, tam da bu noktada PKK Lideri Sayın Abdullah Öcalan reel sosyalizmin yıkılmasını esas olarak sosyalizmin yanlışlığından değil reel sosyalizmi yöneten bürokratik ve halktan kopan, toplumdan ve hakikatten uzaklaşan zihniyetten kaynaklandığını, “Sosyalizmde Israr İnsan Olmakta Isrardır” diyerek, sosyalizmi savunmaya devam edeceğini belirtti.
Bu aşamadan sonra, daha doğrusu Sayın Abdullah Öcalan’ın, PKK’nin 5. Kongresi’ne sunulan politik raporunda sosyalizm ve reel sosyalizm çözümlemesinden sonra artık sadece Kürdistan Özgürlük Mücadelesi’nin değil aynı zamanda dünya devrimci hareketleri ve sosyalizmin de öncü konumuna geldiğini görüyoruz. Adım adım gelişen, büyüyen, yükselen, ideolojik ve teorik açılımlarla evrenselleşen PKK Lideri Sayın Abdullah Öcalan artık uluslararası güçler için sözcüğün gerçek anlamıyla tehlikeli bir lider konumuna gelmiş oldu.
Peki uluslararası güçlerin bu komployu gerçekleştirmesindeki asıl amacı neydi?
90’lı yıllar aynı zamanda Türk devletinin en zayıflandığı yıllar olurken gerillanın ordulaşması ve Ankara’yı oldukça zorlayan bir güce vardığı yıllar oluyor. Bu yıllar PKK’nin denge oluşturma, orduyla artık göğüs göğüse çatışma aşamasına vardığı yıllardır aynı zamanda. Böylesi bir dönemeçte ABD ve diğer uluslararası güçler büyük kaygılar içerisine giriyor. NATO’nun en büyük gücü, Ortadoğu’da en büyük dayanağı olan Türkiye büyük bir tehlikede olduğu görülüyor. İşte uluslararası güçlerin PKK’ye müdahalesi bu noktada gündeme geliyor. Daha önce Türkiye ve ordusunun baş edebileceğini, verdiği her türlü askeri güçle yenebileceğini düşünüyor, ancak 90’lı yıllarda artık bunun imkânsız olduğunu, tam tersine Türkiye ve ordusunun her gün biraz daha güçten düşerken PKK’nin ise sürekli güçlendiğini görüyor…
İşte “karşı devrimci darbe” de diyebileceğimiz uluslararası komplo bu noktadan sonra devreye giriyor. PKK Liderine uluslararası düzeyde müdahale edilmese uluslararası düzeyde bir devrimin kaçınılmaz olduğunu da görüyor uluslararası güçler. Önce Kürtlerin yaşadığı coğrafyada, sonra Kürtleri ezen devletlerde, ardından Ortadoğu’da devrimlerin peş peşe gelişme zemini oldukça güçlüdür. PKK ve Lideri Sayın Abdullah Öcalan bu güçte ve bu perspektifte olduğu kesindir. Nasıl ki 1917 Rus devrimi tüm dünyayı sarstıysa PKK ve liderinin stratejisi de bu sarsmayı Ortadoğu’da yaratacaktı. Uluslararası komplocular bunu gördü, dolayısıyla 15 Şubat komplosu ile buna engel oldu…
Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit, PKK Lideri Abdullah Öcalan Türkiye’ye teslim edildiğinde, ‘Öcalan bize niye teslim edildi anlamadık’ dedi. Komplo ile Türkiye’ye biçilen rol neydi?
Evet Bülent Ecevit doğru söyledi. Gerçekten de Türkiye’nin bile uluslararası komplonun mahiyetini, onun esas nedenini bilmiyordu. Biliyoruz ki taşeronlar yaptıkları işin perde arkasını bilmezler. Onlar için önemli olan görünürdeki iştir, görünürdeki haldir. Çünkü taşeronlar aracıdırlar. Bu nedenle işin derinliğini, yaptıkları şeylerin anlam ve önemini fazla bilmezler, avantadan biraz para alınca, biraz da görünürde işleri rayına oturunca her şey hal olmuş demektir onlar için. Bu bağlamda Ecevit doğru söyledi, çünkü Türkiye uluslararası komploda bir taşeron devlet rolünü oynadı. Taşeronluk rolünü veren de uluslararası güçlerdir. Örneğin ABD, İngiltere ve Almanya esas aktör, Türkiye ise taşeron konumundaydı. Komployu yapan esas olarak bu güçlerdir.
Komplonun siyasal hedefleri nelerdi?
Tabii ki komplo ile halkları, Kürt ve Türkleri birbirine karşı savaştırma boyutu da vardır. İki taraf kavga edecek, birbirleriyle savaşacak, uluslararası güçler de kenarda durup izleyecek, her iki taraf tamamen güçten düştükten sonra bir biçimde müdahale edecek, güçsüz düşmüş olan her iki tarafı da böylelikle kullanmış olacaktır. Ama Sayın Abdullah Öcalan bu gerçeği gördü, dolayısıyla oyuna gelmedi ve yeni dönem, yeni doğum, yeni paradigma denilen süreç başlamış oldu.
Komployu düzenleyenler siyasal hedeflerine ulaştı mı?
Komplonun amacı ve hedefi önce PKK Lideri Abdullah Öcalan’ı esir almak, ardından PKK’yi, yani onun hareketini bitirmekti. Uluslararası güçlerin hedefi buydu. Tamamen bitirmese bile etkisiz kılmak, marjinalleştirmek, ama aynı zamanda teslim alarak onu bir biçimde elinin altında tutmaktı. Taşeron konumunda olan Türkiye ise bu aşamadan, yani PKK’yi ve liderini tasfiye ettikten sonra büyük bir katliam ve soykırımı geliştirmeyi hedefliyordu. İbreti alem olsun diye, bir daha başkaldıramayacak, tepki göstermeyecek, haklarını ve özgürlüğünü talep edemeyecek kadar büyük bir soykırımı konsept olarak hedef alıyordu. Tıpkı daha önceki isyan dönemlerinde olduğu gibi bir politikayı uygulamak istiyordu. Tabii ki ABD böylece siyasi ve ideolojik hedefine ulaşmış olacaktı, soykırım siyasetini uygulama noktasında da Türkiye hedefini gerçekleştirmiş olacaktı. Ancak olmadı, her iki güç de, yani uluslararası güçler de Türkiye de hedefine ulaşamadı. Zira PKK darbe aldı ama yenilmedi, büyük güç kaybetti ama tasfiye olmadı, ayakta kalarak büyük direndi, süreci doğru ele aldı, politik analizini Ortadoğu ve Türkiye gerçekliğine uyarlayarak önemli oranda kendini korumayı bildi.
Abdullah Öcalan’ın bundaki payı neydi peki?
PKK Lideri Sayın Abdullah Öcalan geliştirdiği stratejiyle sürece damgasını vuran bir konuma geldi. Aslında İmralı süreci aynı zamanda büyük bir çatışma süreci de oldu. Uluslararası güçlerin Sayın Abdullah Öcalan’ı kurdukları uyduruk mahkeme kürsüsünde teslim alıp hareketini suçlayan bir pozisyona sokmak ve böylece politik, ideolojik ve düşünsel olarak misyonuna son vermek istiyorlardı. Türk devleti de kendisine almak istediği payla son isyanı böylece sonuçlandırmak istiyordu. Ancak Sayın Abdullah Öcalan çok farklı bir duruşla herkesi şaşırtan bir paradigma ile kendini orada, o uyduruk kürsüde, yani İmralı adasında kendini yeniden yaratarak uluslararası komployu boşa çıkartmasını bildi. Sayın Abdullah Öcalan daha sonra bu süreci PKK’nin üçüncü doğuş dönemi olarak değerlendirdi. Kendini yeniden örgütleme, biçim verme, özünü formuyla buluşturma, deyim yerindeyse kendini kendi küllerinden yeniden canlandırma… İmralı sürecini böyle ele almak daha doğru olacak…
Abdullah Öcalan daha önce avukatları ile yaptığı bir görüşmede ‘Ben komployu büyük oranda boşa çıkardım’ dedi. Bununla kastettiği neydi? Öcalan komplo karşısında nasıl bir duruş sergiledi?
Sayın Abdullah Öcalan’ın “komployu büyük oranda boşa çıkarttım” dediği gerçeklik şuydu: Birincisi uluslararası komplo ile PKK’nin tasfiye edilmesi hedeflendi, bu amaçla PKK lideri tutsak edildi, ancak PKK tasfiye edilemedi. İkincisi komplo ile Kürtler PKK’den koparılmak istendi, bu da olmadı. Üçüncüsü Sayın Öcalan’ın teslim alınacağı düşünüldü, ancak tam tersi oldu. Bırakalım Sayın Öcalan’ın teslim alınması, Öcalan İmralı’da yeni bir PKK ve yeni bir paradigma yarattı. Dördüncüsü, eskiden Sayın Abdullah Öcalan sadece Kürtlerin lideri olarak biliniyor, böyle algılanıyordu, ancak İmralı sürecinden sonra Sayın Abdullah Öcalan artık kendini aşan, evrenselleşen bir lider konumuna geldi. Beşincisi, PKK eskiden sadece Kürtlerin özgürlüğü için savaşan, mücadele edip örgütlenen bir hareket olarak görülüyordu şimdi ise PKK evrenselleşen enternasyonalist dünya ezilenlerinin partisi olarak görülmeye başlandı, örgütlenme tarzı da bu bağlamda gelişti, gelişiyor.
Komplonun üzerinden 24 yıl geçti, ancak halen Öcalan üzerinde mutlak bir tecrit uygulanıyor, tecrit komplonun devamı diyebilir miyiz? Ya da komplo bugün nasıl sürdürülmek isteniyor?
Evet, mutlak tecrit komplonun değişik biçimlerde devam edilmesidir. Bugün komplo teslim alınamayan, adaya sığdırılamayan, konuşturulmamasına rağmen her yerde konuşan, düşüncesi, ideolojisi ve dünya görüşleri ile zapt edilemeyen bir önderin 24 yıl boyunca tek bir ada hücresinde tutsak edilmesi ve katı tecrit koşullarında yaşatılmasıdır. Ayrıca yaşatılan katı ve mutlak tecrit politikası vardır. Tarihin hiçbir döneminde böylesi zalimane bir politika uygulanmamıştır. Ortaçağ zindanlarında böylesi bir uygulama görülmemiştir. Elbetteki bu uygulama ortaktır, komployu yapan tüm devletlerin ortak kararı ile uygulanıyor, tecrit de böyledir. 24 yıldır tecrit, hak gaspı, uygulanan katı tecrit kuralları dâhil olmak üzere tüm uygulamalara CPT’nin onayı olmadan, Avrupa Konseyi’nin kararı olmadan uygulanması mümkün olmayacaktır. Bu kurumlar karşı çıksalar, evrensel hukuk dedikleri kendi hukuklarının gereğini yerine getirseler bu kadar mutlak ve katı tecridi yapamazlar. Sayın Abdullah Öcalan’ı tutuklayan, komplo yapan ve o adaya götüren bu kurumlardır.
İmralı süreci artık son bulmalı, tecrit ortadan kaldırılmalı, katı kurallar uygulamaktan vazgeçilmeli, Sayın Abdullah Öcalan’a politika yapma imkânı yaratılmalıdır. Çıkmazda olan, karanlık bir labirenti andıran Türkiye mutlak anlamda demokratikleşmeli, bu uygulamalarla, Kürtlere karşı topyekun savaşmakla, İmralı’nın şahsında Kürtleri izole etmekle, Güney ve Rojava’yı işgal etmekle, Kuzey’i sabahtan akşama kadar bombalamakla, Kürtlere politika yapmayı yasaklamakla Türkiye bu karanlık labirentten çıkamaz. 40 yıldır birfiil olarak savaş var. Türkiye ekonomisinin üçten ikisi savaşa kanalize ediliyor. Savunma sanayine yapılan yatırım bütçenin çok önemli bir bölümüdür. 40 yıl boyunca yapılan savaşa rağmen eğer Kürtlere boyun eğdiremiyorsan artık bundan sonra hiç boyun eğdiremezsin. Politikleşmiş bir halkı savaşla ortadan kaldıramazsın, iradesini kıramazsın. Bunu görmek için kahin olmaya gerek yok. Kürtler birkaç nesildir direniyor, bundan sonra da direnmeye devam edecekler. Ne kadar baskı yaparsam, ne kadar öldürsem, mezarlarını ne kadar tahrip edersem, ne kadar cezaevi inşa edersem, Sayın Abdullah Öcalan’ı ne kadar tecrit edersem o kadar sonuç alırım mantığı yanılgılı bir mantıktır. Kürtlerin İmralı’yı özgürleştirme konusunda kararlı olduklarını biliyoruz. Öyle anlaşılıyor ki bu kararlı duruşlarını önümüzdeki süreçte çok daha ileri düzeye çıkartırlar. Süreç bunun böyle olduğunu gösteriyor.