En küçük muhalif söz ve eylem söz konusu olunca bütün haşmetiyle ortaya çıkan devletin, Hatay, Maraş, Diyarbakır, Malatya, Adıyaman, Urfa ve diğer bütün deprem yaşanan şehirlerde “görünmez” olabildiğine tanıklık ettik. İtiraf etmek gerekirse eğer, binlerce insanın enkaz altında ölüme terk edilmesini AKP-MHP’den bile beklemiyorduk. “Bu kadar da olmaz” denilen her şey yaşandı. “Saray rejimi çöktü-çökecek” derken, rejim halkın üzerine çöktü. Tek devlet, tek parti, tek adam… “tek kurtarma birimi” saplantısına girerek on binlerce insanı ölüme terk ettiler. Rejimin engellemeleri olmasa toplumsal dayanışma seferberliğiyle kurtarılabilecek insanlar kurtarılamadı.
Deprem üzerine yazı yazmak, olması gerekenleri anlatmak, ekolojik dengeden, bilimden bahsetmenin “edebiyat parçalamak”tan öte bir anlam taşımadığı zamanları yaşıyoruz. Tekçi rejimin beşli çetesi tarafından esir alınmış durumdayız. Rantçı şehirleşmeye karşı duran mimar Mücella Yapıcı’nın tutsaklığı, Van depreminde halkı için mücadele ederken gözyaşlarını gizleyen Belediye Eş Başkanı Bekir Kaya’nın tutsaklığı, esir tutulan halkın vekilleri, kayyımlarla kıyılmış demokratik-halkçı belediyeler… Enkaz altından çıkamıyoruz çünkü tutunacak bütün dalları kırdılar, halka uzanacak elleri kelepçelediler. Deprem doğal! Doğal olmayan şey; rantçı şehirleşme ve binlerce insan enkaz altındayken bile elinden süngüyü bırakmayıp, kazma-kürek yardıma koşanları süngüyle geri çeviren zihniyet.
1999 Marmara depreminden bugüne her deprem sonrası aynı tepkiler ve aynı geçiştirme sözcüklerini duyuyoruz. Köklü bir siyasi değişimi başaramadığımız ölçüde yıkım ve ölüm kaderimiz olmaya devam ediyor. 2020 Ocak ayında Elazığ’da gerçekleşen deprem sonrası kaleme aldığım “zelzele” başlıklı yazıda, R. Nuri Gültekin’in “Değirmen” adlı romanını ve aynı isimle sinemaya uyarlanan Şener Şen’in başrol aldığı filme atıfta bulunmuştum. Film, Osmanlı devletinin bizatihi kendisinin siyaseten deprem ve enkaz olduğunu (tıpkı Saray Rejimi gibi) anlatması bakımından hala güncelliğini koruyor.
Filmde; Kaymakamın, yoksul evlerdeki yıkıntıya bakarak, “Deprem burayı fena vurmuş” sözüne karşı yardımcısı Hurşit’in “depremden değil, sefaletten evler bu hale gelmiş Beyim” cevabı ve yıkıma sebep olanın deprem değil, devlet olduğuna yapılan vurgu… Hilal-i Ahmer (Kızılay) heyetinin yardım malzemelerini bürokrasinin keneleri arasında pay etmesi, halkın ortada dönen dolaplardan, Osmanlı’yı kanser gibi sarmış yolsuzluklardan haberinin olmaması ve yoksulluğun sebebini “takdir-i ilahi” olarak görmesi… Deprem söylentisi padişaha kadar gidince “milli zelzele şuuru” (OHAL) kararı alınarak kasabada depreme karşı sahte seferberlik görüntüsü verilmesi… Şehzade’nin depremde “üstün hizmet gösteren” görevlilere “hizmet nişanı” vermesi… Doğrular hapsedilirken, yolsuzluk ve düzenbazlığın devlet nişanıyla ödüllendirilmesi… Filmin sonunda savaş başladığı haberinin duyulması… Osmanlı sarayını ve çevresini (siz “Beştepe Sarayı” diye okuyun) saran ahlaki çöküntünün savaş yıllarıyla birlikte tam bir trajediye dönüşmesi…
Değirmen, bir film olmaktan ziyade, her depremde sürekli başa sararak izlediğimiz hayatımızdan gerçek bir kesit. Bugün, Osmanlı taklidi yapan Saray Rejimi’nin bizlere yaşattıkları ile Değirmen filminde anlatılanlar ne kadar da çok birbirine benziyor değil mi? Saray değirmeni insan öğütmeye devam ediyor. On şehri aynı anda yerle yeksan eden şiddetli deprem sonrasında “Bugüne kadar verdiğimiz deprem vergileri ne oldu?” sorusu kitlesel destek bulup, devletin deprem politikası tartışılmaya başlandığı an, RTE “devleti eleştirenlerden hesap sorulacağız” tehdidini savurdu. Geçmiş depremlerden ders çıkarmak, yaraları sarmak, deprem gerçeğine karşı tedbirleri konuşmak “Halkı kin ve öfkeye sevk etmek suçu” kapsamına böylece dâhil edildi. “Saray aleyhine konuşmamak gerektiği” aba altından sopa gösterilerek hatırlatıldı.
1999 Marmara depremi sonrası devletin kendi sistemini korumak için asker ve polis yetiştirmek dışında hiçbir şeye önem vermediğini, depremle birlikte devletin bütün kurumlarının çöktüğünü görmüştük. Müteveffa B. Ecevit, olası depremlere karşı önlem alacaklarını iddia ederek ÖTV, ÖİV vb. onlarca ek geçici vergi icat etmişti. AKP iktidara gelir gelmez geçici vergileri kalıcı hale getirdi. 1999 Depremi’nden bugüne 720 miyar TL deprem vergisi toplandığı söyleniyor. Depreme karşı ne gibi önlemler alındığı sorusunun cevabı ise devlet sırrı! Sadece yeryüzü sarsılmıyor, artan yoksulluk, adaletsizlik, yozlaşma, kamplaşma ekseninde toplumsal fay hatları hareket halinde. Doğal ve siyasal depremler sarsıyor, bu sarsıntılara kulak vermezsek eğer, “Sizleri Allah’a emanet ediyorum” diyerek bir şey yapmayanlar, canımızla kumar oynamaya devam edecek.