Toplumsal olaylara ve doğal afetlere en duyarlı kesimin hapishanelerde derdest edilen siyasi tutsakların olduğunu söylemek abartı olmaz. Bu yüzden nerede yaşandığına bakılmadan o olaya ilk reaksiyon gösterenler tutsaklar oluyor. Gerekirse aylarca içinde bulundukları koşullara aldırış etmeden bedenlerini açlığa yatırabiliyorlar. Tepkisiz kalmaktansa ölmeyi tercih ediyorlar.
İmralı Ada Hapishanesi’nde sayın Abdullah Öcalan’a tecrit uygulandığında açlık grevine girerek hem toplumu yaşanan bu olay karşısında duyarlı olmaya çağıran hem de devleti yasalarını uygulamaya davet edenler siyasi tutsaklar oldu.
Türkiye ve Kurdistan’da şiddet tırmandığında barış için ilk harekete geçen ve tepkisini çeşitli eylemlerle gösteren siyasi tutsaklar oldu.
Roboski’de masum köylüler acımasız bir biçimde F-16’larla katledilirken hızlı bir şekilde bu katliamın hesabının sorulması için eyleme geçenler de siyasi tutsaklar oldu.
Şengal ve Kobanê, barbar sürüsü DAİŞ tarafından işgal edilmeye çalışıldığında yerinden yurdundan göç eden sivillere elinde avucunda ne varsa gönderenler de siyasi tutsaklar oldu.
Bu ve çeşitli örnekleri çoğaltmak mümkün.
6 ve 7 Şubat tarihinde 10 bölgeyi saran ve on binlerce insanın hayatını kaybetmesine, yüz binlercesinin de yaralanmasına ve enkaz altında kalmasına neden olan depremden hapishanelerde derdest edilen tutsaklar da tıpkı dışarıdakiler kadar etkilendi.
Düşünün, daracık mekanlarda tutuluyorsunuz ve bulunduğunuz koğuş, hücre şiddetli bir şekilde sallanıyor, kolonlar çatırdıyor ve hiçbir şey yapamıyorsunuz.
Deprem oluyor ve kaçacak, sığınacak tek bir yeriniz yok! Bulunduğunuz mekânın üzerinize çökmesini beklemekten başka çareniz yok.
Her yanı beton ile sarılı tutsakların bulunduğu koğuş ve hücrelerin kapısı dahi açılmıyor depremde. Ölüme terkediliyorsunuz.
Dışarıda bulunanlar kendilerini korunaklı yerlere ulaştırabiliyorlar. Peki ya tutsaklar kendilerini güvenli bir yere nasıl ulaştıracaklar?
Deprem olduğunda herkes ceplerindeki akıllı telefonlarla sevdiklerini arayıp iyi olup olmadıklarını sorabiliyor elbette. Peki ama tutsaklar bunu yapabiliyor mu? Ne yazık ki hayır. Tutsakların aileleri ve sevenleri, onlardan haber almak için çırpınan kimseleri yok mu? Tabii ki var.
Deprem yaşandığında beton yığınlarından oluşan hapishaneleri bırakıp kaçan gardiyanların ve hapishane personellerin canları ne kadar değerliyse, düşüncelerinden dolayı hapsedilen tutsakların canları da o kadar değerlidir!
Tutsakların can güvenliği hapishane içinde Adalet Bakanlığı’na, hapishane dışında ise (sevk, hastane, mahkeme vb.) İçişleri Bakanlığı’na aittir. Yaşanan son depremde can havliyle bir şeyler yapmaya çalışan mahpuslara yönelik çok ciddi hak ihlalleri var.
Elinde herhangi bir silah bulunmayan mahpuslara karşı silah kullanıldığı, üç kişinin yaşamını yitirdiği ve onlarcasının yaralandığı basına yansıdı. Görüntülere bakıldığında yere yatırılan mahpusların çok ciddi bir şekilde darp edildikleri görülüyor. Depremde ölmeyen ve yaralanmayan kimi mahpuslar onları korumak için görevlendirilenlerin eliyle öldürüldü ve yaralandı.
Gerekçesi ne olursa olsun Adalet Bakanlığı’na ya da İçişleri Bakanlığı’na bağlı hiçbir personelin bunu yapmaya hakkı yoktur. Kamuoyu bu noktada doyurucu bir açıklama beklemektedir. O insanlar neden öldürüldü?
Firar teşebbüsünün cezası ölüm mü?
Depremden kaçmanın cezası ölüm mü?
Peki ya on binlerce insanı enkaz altında bırakarak öldürmenin, yüz binlercesini yaralamanın cezası ne?
Hırsızlık yapanları linç ederek onlara gereken cezayı verdiğini düşünenlere soruyorum; Hayatlarımızı çalan AKP/MHP iktidarının cezası ne? Onlara karşı gereken cezayı vermek için daha ne kadar bekleyeceksiniz?