‘Elbet bir gün hepimiz öleceğiz’, dedi.
‘Ama günün birinde öleceğiz diye diri diri gömülmemiz mi lazım?’
(Anabasis – Ksenophon)
On binlerce insan diri diri gömüldükleri enkaz altında çoğu soğuktan donarak can verdi. Haritadan silinmiş şehirlerde, kasabalarda, köylerde on binlerce ‘meçhul’ cenaze, molozlar arasında kim bilir nereye atılacak. Tek ve baş sorumlu şahıs, ‘deftere yazıyoruz’ diye parmak sallıyor; tehdit ediyor. Propagandistlerine olan biten için ‘hava cıva’ dedirtiyor. Bağış toplayan sivil toplum inisiyatiflerini trol çetesine karalattırıyor. Tetikçilerini bir avuç dürüst habercinin üzerine saldırtıyor. Provokatörleri, kurtarma çalışması yapan gönüllülere hakaretle görevlendirilmiş. Kırk milyar dolar tutarında deprem vergisini ceplemiş yetmiyor, utanmıyor. Hala çalıyor ama çalışıyor. Buralara çalışıyor.
Hüzünden ve empatiden ise bihaber; yalnızca öfke, nefret ve tehdit kusmayı, zehirlemeyi biliyor. Kurtarma ve dayanışma seferberliği yerine OHAL ilan ediyor. Bağışlara çökecek, yıkım üzerinden müteahhit ortaklarına ihale çıkaracak, AKP size on biner lira verdi diye propaganda yaptıracak. Bu kolektif acıdan siyasal fırsat ve ekonomik rant çıkarmanın planlarını kurduğu belli. Ve bütün bunlar kaderin tecellisiymiş… Utanmıyor.
Entelektüel mülahazanın vakti değil ama yine de Dostoyevski hislerimize sufle verebilir belki: ‘Nefrete sevgiden fazla güvenirim’ demiş üstat, ‘Çünkü nefretin sahtesi olmaz.’ Bir de hüznün; yıkıntı altındaki sevdiklerinin artık cansız da olsa bedenlerine kavuşma umuduyla, zemheri ayazında titreyerek geceler boyunca bekleşen insanların yüzlerine çökmüş hüznün sahtesi mümkün değil…
Bağışlarımıza, yardım kamyonlarımıza el kondu; artarak devam edecek. Irk ve mezhep ayrımcılığı temelinde resmi hizmet dağılımı yapılıyor; artarak sürecek. Seyyar tuvalet ve hijyen malzemesi yerine seyyar mescit yüklenmiş tırları gördük, daha çok göreceğiz; bedenini terk etmemek için canhıraş çırpınan ruhlarımıza son haddine kadar açılmış cami hoparlörlerinden selâ okunduğunu duyduk; daha çok duyacağız. Dahası, geçmiş felaketlerden biliyoruz ki bu büyük yıkımın etkileri en azından birkaç yıl alt üst olmuş milyonlarca hayat olarak devam edecek. Çadırlar kurulacak, ısıtılacak, kazanlar kaynayacak, moloz temizlenecek, evler, şehirler, kasabalar, köyler yeniden yapılacak. Hüznün izleri adım adım terk edecek suretimizi. Ama tek ve baş sorumlunun suratından taşan o nefreti hiçbir zaman unutmayacağız. Burası bizi öldürmekten, aşımıza ekmeğimize çökmekten başka derdi olmayan bir zübüğün ülkesi. Ama yılmayacağız. Birbirimize tutunacağız. Dayanışma yoksulların inceliğidir. Yapacak çok işimiz var.
Son olarak: ‘Neden bu kadar yumuşak, itaatkâr ve gevşeksiniz?’ Nietzsche’nin bu sorusunun muhatabı da hepimizin malûmu.