PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın uluslararası bir komployla 15 Şubat 1999’da Türkiye’ye getirilmesi 1990 yılında devreye konulan bir sürecin ürünüydü. Tüm dünya Abdullah Öcalan şahsında Kürt halkına karşı adım adım örülen komploya alet oldu
Selman Çiçek
PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın uluslararası bir komployla 15 Şubat 1999’da Türkiye’ye getirilerek, İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevi’nde ağır tecrit koşulları altına alınmasının üzerinden 24 yıl geçti. Kürt halkı için tarihsel bir kara gün olan bugünün gelişimi uzun bir tarihsel gelişime dayanıyor.
Çiller’in İsrail temasları
1994 yılı kasım ayında dönemin başbakanı Tansu Çillerin İsrail ziyareti, uluslararası komplonun ilk ayağı olarak yorumlandı. Çiller burada İsrailli yetkililer ile ani-terör antlaşması imzaladı. Çiller, dönemin Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş ile yeni süreci başlattı. 1995 Mayıs ayında bu sürecin bir parçası olarak Tansu Çiller, aracılar vasıtasıyla Abdullah Öcalan’a ateşkes çağrısının bulunduğu bir mesaj yolladı. Ateşkes çağrısına aracılık eden ise YNK lideri Celal Talabani idi.
Öcalan’ın mesajı
Bu öneriyi olumlu karşılayan ve 1995 yılında tek taraflı ateşkes ilan eden Abdullah Öcalan devlete şu mesajı yollamıştı: “Kan dökmekten yana olmadığımızı çeşitli vesilelerle defalarca dile getirdim. Yüzyıllardan beri bir arada yaşayan haklarımızın demokratik bir ortamda ve eşit haklara sahip olarak kardeşçe beraberliği, çabalarımın esasını oluşturmaktadır.”
Suikast ile cevap verdiler
Ateşkesi çözüm için fırsat bilme yerine uluslararası güçlerle planlanan komplonun bir aracı haline getiren Çiller, MİT Müsteşarı Sönmez Köksal’a “Sizden Apo’nun kellesini istiyorum” şeklinde talimat verir. Bu talimatın ardından 6 Mayıs’ta Abdullah Öcalan’a Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım’ında içerisinde yer aldığı bir ekiple suikast girişimi olur. C-4 patlayıcı ile yapılan saldırıda Öcalan hiçbir zarar görmez. Abdullah Öcalan bu saldırı da Türk-İsrail işbirliğine dikkat çeker.
Kürdistan’da son savaş
Suikasttan bir sonuç almayan Türkiye 14 Mayıs 1997 yılında Federe Kürdistan’a Çekiç Harekatı düzenler. ARGK’nin karşı hamlesi olan “Çeliğe Su Verildi Harekatı”yla Türkiye büyük bir yenilgi alır. Abdullah Öcalan bu savaşa dair yaptığı açıklamada ise savaşın Kurdistan’da yapılan son savaş olduğunu, saldırıların bundan sonra konsept değiştireceğini söylemişti. Bu konsepti ise Abdullah Öcalan’ın daha sonra işaret ettiği uluslararası komplo süreci idi.
Yeni hedef Suriye
Bu savaştan sonra Türkiye’nin hedefi Federe Kürdistan’dan Suriye’ye kaydı. 6 Eylül 1998 yılında Türkiye Abdullah Öcalan’ın ikamet ettiği Suriye’yi hedefleyen ilk şiddetli açıklamayı yaptı. Ne tesadüftür ki 6 Eylül’de dönemin başbakanı Mesut Yılmaz ile İsrail Başbakan’ı Benyamin Netanyahu, Tel Aviv’de bir araya geldi. Görüşme ardından Suriye düşman devlet ilan edildi. Mesut Yılmaz, İsrail dönüşü MGK’yi toplayarak PKK ve dış politikayı tartıştı. MGK’nin ardından Hatay sınırından Cizre’ye kadar 618 km’lik alanda ordu birlikleri konuşlandırdı.
KDP planın içinde
PKK ve Kürtlere yapılan her savaşta Türkiye yanında saf tutan özellikle KDP ve YNK komplo sürecine de ABD’nin planlaması ile dahil oldu. Federe Kurdistan’da bulunan Zap, Avaşîn ve Metina bölgelerine yapılan saldırıya destek veren KDP lideri Mesut Barzani, o dönemde komplo öncesi Ankara’yı ziyaret etti. Başbakan yardımcısı Bülent Ecevit ile yapılan görüşmenin ardından Barzani, PKK ile savaşma sözü verdi. Ankara ziyaretinden oluru alan Barzani, YNK lideri Celal Talabani ile buluşmak üzere Washington’a gitti. ABD, Barzani ve Talabani arasındaki anlaşmazlığa son verildiğini duyurdu. Öcalan daha sonra yaptığı açıklamasında bu anlaşmayı, komplo sürecinin bir parçası olarak yorumladı.
Hafız Esad’ın duruşu
Komplonun Kürt ihanet ayağı oluşturulduktan sonra Suriye’ye baskılar iyice arttı. Suriye Devlet Başkanı Hafız Esad ordusuna hitaben yaptığı konuşmasında her türlü saldırıya karşı cevap verebileceklerini söyledi. Esad’ın bu açıklamasına Türkiye’den çok, komplonun asıl yürütücüleri olan uluslararası güçler tepki gösterdi.
Şam’dan ayrılış
Suriye baskılar giderek artarken Türkiye’nin bugüne kadar bütün büyük operasyonlar öncesi olduğu gibi özgür basını hedef aldı. Abdullah Öcalan’ın uydu aracılığı ile bağlanacağı MED TV yayını kesildi. Abdullah Öcalan, daha sonra geliştirilen alternatif bir yöntem ile yayına bağlanarak, 9 Ekim Komplosu’nun kendisine karşı geliştirilen saldırının en büyüğü olduğunu ve komplonun uluslar arası güçlerin organize ettiğini söyledi. Konuşmanın ardından Abdullah Öcalan 9 Ekimde Şam’dan ayrılarak Atina’ya hareket etti.
Yunanistan’a gitti
Abdullah Öcalan 9 Ekim 1998’de Suriye’den ayrıldı ve yönünü Yunanistan’a verdi. Yunanistan’dan sığınma hakkı alınmadığı için girişine izin verilmedi. Siyasetçi Vladimir Jirinovski girişimleri ile Moskova’ya uçma izni alabildi. Ancak orada da sığınma hakkı verilmedi ve Rus yetkililer Abdullah Öcalan’ın ülkede olduğunu inkar ederken ona da ülkeyi terk etmesi gerektiğini söylediler.
Gladio rolü
Suriye’den çıkışında önünde iki yol olduğunu, Yunanlı heyet ile yapılan görüşmeler üzerine rotanın Atina’ya çevrildiğini belirten Abdullah Öcalan, “Suriyeli yetkililerin sorunu çok acil çıkış yapmamdı. Fakat Avrupa’ya çıkışımdan pek de rahat görünmüyorlardı. Bu konuda alternatif yaratmamaları kendilerinin ciddi kusurudur. Atina’ya çıkış aslında hesapta yoktu. Bir fırsattı ve oradaki dostların ciddiyetine inanarak bu fırsatı değerlendirmekten kaçınmadım. Eğer karşılaştığım tablodaki gibi olduklarını bilseydim, kesinlikle çıkış yapmazdım. Burada sorulması gereken soru şudur: Yunanistan’da da çok güçlü olduğu bilinen Gladio bölümü mü acaba bu çıkış senaryosunda rol oynadı? Bu konunun araştırılması gerekiyor. Türkiye’ye teslim edilmemde ABD’nin Türk yönetimiyle sağladığı uzlaşmada, Yunanlılarla olan sorunların çözümünde ilke anlaşmasına varılmış, en azından bu doğrultuda söz alınmış olması ihtimal dahilindedir. Özellikle Ege ve Kıbrıs sorununun çözümünde bu yönde niyet belirtmeleri kuvvetli bir ihtimaldir. Türkiye’nin bu konuda sınırsız tavizkâr tutum içinde olduğu mutlaka göz önünde bulundurulmalıdır” diye konuştu.
Roma’ya iniş
Ardından Abdullah Öcalan 12 Kasım’da Roma’ya indi ve sığınma talebinde bulundu. Türkiye’nin ısrarına rağmen İtalya Abdullah Öcalan’ı iade etmeye yanaşmadı. Gerekçe İtalyan yasalarının idam cezası bulunan bir ülkeye iadeye izin vermemesiydi. Bir sonraki rotanın Roma olduğunu aktaran Abdullah Öcalan, şunları söyledi: “Bu sefer İtalyan istihbaratının senaryosuyla bir bölümü hastanede geçen, 66 gün sürecek Roma günlerimiz başladı. Dönemin Başbakanı Massimo D’Alema’nın tavrı dürüst ama yetersizdi. Siyasi güvenceyi tam verememişti. Durumumuzu yargıya terk etti. Buna öfkelenmiştim. İlk fırsatta İtalya’dan çıkma kararlılığındaydım. D’Alema son demecinde, İtalya’da dilediğim kadar kalabileceğimi belirtmişti. Ama bu bana zoraki bir tavır gibi geldi. Bu arada yanılmıyorsam ortak bir Arap girişimi oldu. Açıklamadıkları bir yere götürmek istediklerini söylediler. Resmiyeti ve güvencesi olmadığından kabul etmedim.”
Rusya’nın tavrı
Kendisine uygulanan komplonun farkında olan Abdullah Öcalan, bir yandan da komployu boşa çıkarmanın arayışında idi. Bu nedenle Abdullah Öcalan, Ocak 1999’da Rusya’ya uçtu. Orada kalabileceğini düşünüyordu ama Rus yetkililer onu Suriye’ye dönmeye zorladılar. Bir hafta boyunca Tacikistan’da tutulduktan sonra 29 Ocak’ta St. Petersburg’a götürüldü. Buradan tekrar Yunanistan’a götürüldü.
Abdullah Öcalan, Rusya’ya ikinci gidişi kabul etmediğini belirterek, “Rusya’ya ikinci sefer gidişim hataydı. Ama bu hatada Numan Uçar’ın laçka tavrının rolü vardı. Bu kişinin içyüzünü halen tam bilemediğim tavrına güvenerek yola çıktım. İçyüzünü bilseydim, kesinlikle Roma’dan çıkış yapmazdım. Yanıltılmıştım. Bu sefer Rus İç İstihbaratı beni gidişin Ermenistan’a olacağına ikna ettikten sonra havaalanına götürdü. Sanırım hazırlanan senaryo gereği havaalanında Ermenistan işinin yattığını, istersem bir haftalığına Tacikistan’a gidebileceğimi, bu bir hafta içinde alternatif yaratabileceklerini söylediler. Beni bir nevi aldatarak, bir kargo uçağıyla Tacikistan’ın başkenti Duşanbe’ye indirdiler. Bir hafta hiç çıkmadan bir odada bekledik. Moskova’ya tekrar döndük. Mecburen tekrar Yunanlı dostlara başvurduk. İki gün içinde hayli maceralı, karlı soğuk bir Moskova gününden sonra yönümüzü tekrar Atina’ya çevirdik” diye anlattı.
ABD devrede
Abdullaj Öcalan Minsk’e uçtu ama beklenen olmayınca 1 Şubat’ta Atina’ya geri döndü. Yunan yetkililer girişine izin vermeyip Korfu Adası’na gönderdiler. Kenya’ya gidip bir Afrika ülkesinden sığınma hakkı almayı denemesini söylediler. İzin alana kadar da Yunan büyükelçisinin villasında kalacaktı. 2 Şubat’ta bir Yunan uçağı Abdullah Öcalan’ı Kenya’ya götürüldü. Büyükelçinin villasına yerleşti. Bu sırada Amerikan ve Türk istihbarat birimleri de yerini tespit etmişti. 12 Şubat’ta Kenya, Yunanistan’a Abdullah Öcalan’ın ülkeyi terk etmesini istediklerini bildirdi. Hollanda’nın kendini kabul edeceği Abdullah Öcalan’a söylendi.
Önüme üç yol konuldu
Abdullah Öcalan Kenya’daki süreci şu sözlerle anlatmıştı: “Nairobi’de, ‘Uzun süre emre itaatsizlikten çatışma süsü verilmiş bir ölüm’, ‘CIA’nin bir dediğini iki etmeden emrine girmem ve teslim olmam’ ve ‘Çoktan hazırlanmış Türk özel savaş timlerine teslim edilmem’ şeklinde önüme üç yol konuldu. Nairobi’deyken yanımda bulunan kişilerden Dilan tedirgin bir ruh hali içindeydi. Düşüncelerini tam açıklasaydı ve sivil toplum örgütlerini harekete geçirebilseydi, belki de komplo kısmen bozulabilir veya boşa çıkarılabilirdi. Kendisinin bir tabancayla kendimizi savunmayı önermesini yadırgamıştım. Bu bizim ve benim için intihar demekti. İntihara niyetim yoktu. Israrla silahı üzerimde taşımam için son ana kadar etrafımda fır dönüyordu. Silah üzerimde olsaydı ve çekmeye çalışsaydım, bu tavır kesinlikle ölüm demek olacaktı. Daha sonra sorgulama sırasında, silah kullanmam halinde vur emri olduğu söylenmişti. Elçilikten çıkmamın da ölüm demek olduğunu söylediler. En akıllı tavrı aldığımı belirttiler. Ne kadar doğruyu söylediler, bilemeyiz.
15 günlük Nairobi sürecinde Yunan Büyükelçisi George Kostoulas’ın tavrı anlaşılmaya değer. Acaba kullanılmış mıydı? Yoksa çok önceden planın bir parçası olarak mı hazırlanmıştı? Kendim bunu çözemedim. Teslim edilmemden önce kendi ikametgâhı olan eve hiç gelmedi. Elçilikten bir nevi zorla çıkarılmak istenmem yüzünden, Nairobi zebanisine biraz sert çıkıştı. Ama bu tavrı sahtekârca da olabilir. Bu sefer de güya Hollanda’ya gidiş için Pangalos (Yunanistan eski Başbakanı Teodoros Pangalos) izin çıkarmıştı. Buna pek inanmamıştım. Çünkü Yunan özel timleri evden çıkmamam halinde zorla saldırıp çıkarmak için pusuda bekliyorlardı. Kenya polisi de aynı şeyi yapmaya hazırlanmıştı. Tabii Güney Afrika Cumhuriyeti’ne gidiş çoktan bir aldatılış öyküsü olarak kalmıştı. Kiliseye, BM’ye sığınma gibi öneriler hep kuşkuluydu. Çıkmamakta diretmiştim.”
15 Şubat’ta bir araçla havaalanına götürülmek üzere yola çıktı. Orada bir Türk iş adamının uçağına bindirildi ve Türkiye’ye getirildi.