Sınıflı sömürgen sistemin insanlık üzerindeki şiddetinin yanında ideolojik saldırılarının olduğu bir dünyada yaşıyoruz.Tüm toplum şiddet sarmalının içerisine alınmış, kuşatılmış durumdadır. Sistemin küçücük bir özgürlük ve irade istemine tahammülü yoktur. Şiddet ve bastırma hemen devreye konulmaktadır. Faşizm koşullarında bu daha çok böyledir. Böylesi koşullarda sisteme boyun eğmeyenlerin, özgürlük ve eşitlik mücadelesinin safında yer alanların sistemin şiddetine maruz kalmaması elbette mümkün değildir. Kürt toplumunun bir asrı aşan özgürlük ve bağımsızlık arzularından ötürü nasıl bir şiddete maruz bırakıldığı buna en iyi örnektir. Bundandır ki Mao egemenlerin saldırılarını doğru yolda olmanın ölçüsü olarak ele almıştı.
Dünyada sistemler oluşur ve bu sistemlerin oluşturduğu bir dünya düzeni olur. Başka bir deyişle ‘hukuk’ denilen bir düzen söz konusu olur.Yerel, bölgesel ve küresel boyutta oluşan bu hukuk sistemine herkesin riayet etmesi istenir. Sistem içerisinde uymayanlar kınanır, kaba yöntemlerden imtina etmeleri tavsiye edilir.Düzene cepheden karşıtlaşanlara karşı ise dünya düzenini koruma adı altında hep beraber bir askeri yönelimle cevap verilir ve bu tür uçlar kırılarak sistemin içerisine dahil edilir. Kuşkusuz eşitlik ve özgürlük mücadelesi verenler, yani gerçekte insanlığın kendisi bu formülasyona dahil değildir.Dolayısıyla egemenler için halklar her zaman hukuklarının dışındadır ve bundan ötürü şiddetle yok etme dışında hiçbir yaklaşımları yoktur. Bunu bilmek ve anlamak, bu hakikate göre doğru tutum sahibi olmak çok önemlidir. Tersi durumda egemen sistemin ezilen halkların ve insanlığın direnen öncü saflarını parçalama ve bu şekilde toplum üzerindeki sömürü düzenini hakim kılmak için geliştirdiği siyasete alet olmak işten bile değildir.Tarih bunun örnekleriyle doludur. Belki bunu yaşayanlar kendi zamanlarında bunun farkında olmamışlardır. Egemen sistemin çok kapsamlı ve ince olan direnişin öncü saflarını etkileme, zihnini bulandırma ve bu şekilde direniş sahalarından koparma siyasetine maruz kaldıklarını düşünmemişlerdir. Bunu yaşayarak biliyoruz.
Kapitalist modernite sisteminin yapısal bir kriz yaşadığı ve dünya düzeninin dağıldığı süreç yaşanmaktadır. Modern dünyamızın tüm siyaset ve yasa düzeninin kapitalizmin tüm insanlığı sömürme düzeni için oluştuğu gerçeği kapitalist sistemin içerisine girdiği krizle beraber kendisinin artık buna riayet etmemesiyle açık bir şekilde ortadadır. Kapitalist sistemin merkezi gücü ABD’nin kendisi artık bu düzenin dışına çıkmış bulunmaktadır.Yeni ticaret ve gümrük uygulamaları, BM İnsan Hakları Konseyi ile iklim sözleşmelerinden, en son Lahey ceza mahkemesinden çekilmesi bunun sonucudur.Türkiye’de ise AKP-MHP ittifakının gelişiyle beraber bu söz konusu düzen temelden rafa kaldırılmıştır.Türkiye’de ulus-devletteki iktidar birikimini ve siyaseti küçük görmemek lazım. Faşizmin aleni inşasının dünya sisteminde krizin derinleşmesi ve düzenin eski işlerliğini kaybetmesi sürecine denk gelmesi tesadüfi değildir.Türkiye’de devlet ve iktidar kesimleri dünya düzeninin artık bozulduğu ve bu gibi süreçlerde her gücün hiçbir hukuk ve yasaya bağlı kalmadan her türlü tasarrufta bulunabileceğini hesaplayarak faşizmi inşa ederek hareket etmeye karar verdi. Gerçek bu iken demokratik toplumsal direnişin öncü saflarının hala bu hukukun oluşturduğu siyaset ve yasa düzeninin sınırlarında kalıyor oluşu ve daha tuhaf bir şekilde bunun savunularak ilerlemenin olabileceğinin düşünülüyor olması çok yanlıştır ve bunun bir kayıp olduğu açıktır. Günümüz dünyasında işler artık aşılmaya başlanan hukukun oluşturduğu siyaset ve yasa düzeniyle görülmemektedir. Kaldı ki bu söz konusu düzen de bile insanlığa ait bir şey yoktu.Hele Kürtlere ait hiçbir şey söz konusu değildir. Sadece güç dengesinin dağılımı ve işlemesi için oluşturulan biçimsel bir düzen söz konusuydu ve Türkiye gibi sömürgeci düzenlerde bunun en deforme hali uygulanabildi. Şimdi dünya düzeninin dağıldığı bir süreçte bildik anlamda siyaset, yasa ve hukuk düzenin işlemesini ve buradan bir çözümün olacağını beklemenin doğru bir tarafı yoktur.Ancak bunun demokratik siyaset ve toplumsal mücadele alanında konum almış kesimlerde hakim bir anlayış olduğu görülmektedir. Belli ki ideolojik bir zayıflık yaşanmakta ve bunun aşılması en önemli ve acil çalışma durumundadır.Devrimci-demokratik kesimler mutlaka bundan kurtulmalıdır.Toplumsal mücadele ve demokratik siyaset sistemin bile artık uymadığı siyaset, yasa ve hukuk düzeninin sınırlarında değil,faşizme karşı direnişle oluşturulacak yeni özgür yaşam ilkelerinin yaşatılmasıyla misyonunu yerine getirmiş olacaktır. Sistemin aşılması ve hakikatin doğru savunuculuğu ideolojik bilinçte yol almakla mümkündür.