Toplum kendi kamusal hassasiyeti ile depremzedelerle dayanışma ağları inşa ederek devletin örgütlü toplum karşında ne kadar da işlevsiz ve gereksiz bir organ olduğunu ispat etmiştir
Cem Şahin
Merkez üssü Maraş olan depremlerde yerle bir olan kentler devletin organize etmesi gereken operasyonların ivedilikle yapılmaması sonucunda tarifsiz bir acı, soğuk, açlık ve susuzlukla kaderine teslim edilmiş durumdadır. Asgari düzeyde yapılan müdahaleler dahi halkın inisiyatifi sayesinde gerçekleşmiş, normal şartlarda varlığını hissettirmekte pek cevval olan devlet şürekası deprem bölgelerine aynı atiklikle dahil olmamıştır. Haklı olarak depremzedeler de malum soru ile kendilerini yönetenleri arar olmuştur: “Devlet nerede?”
Erdoğan bölgede olanların aktardıklarının aksine devletin tüm kurumlarıyla harekete geçtiğini, kurtarma faaliyetlerinin kesintisiz sürdüğünü açıklamıştı. Lakin gözlerinde problem, kulaklarında da işitme engeli bulunmayan herkes depremin yaşandığı bölgelerden gelen haberlerde bir tane bile arama kurtarma çalışmasına rastlanılmadığını, halkın kendi çabaları ile yakınlarını kurtarmaya ve ölülerini enkazdan çıkartmaya çalıştıklarına şahit olmuştur. En büyük icraatları olarak pazarladıkları duble yollar yarılmış, yolcu garantili havalimanları kullanılmaz hale gelmiş, rant uğruna uyguladıkları kent politikaları bir kez daha yoksullara cehennem olarak geri dönmüştür.
Bu tür durumları devlet kendi kurumları ve olanakları ile örgütleyip müdahalede bulunması gerekirken halk kendi öz gücüyle devleti ve kurumlarını organize eder hale gelmiştir. Bu da devlet denilen şebekenin halklar nezdinde ne tür tanıma denk düştüğünün en açık göstergesi olarak okunmalıdır. Toplum kendi kamusal hassasiyeti ile depremzedelerle dayanışma ağları inşa ederek devletin örgütlü toplum karşında ne kadar da işlevsiz ve gereksiz bir organ olduğunu ispat etmiştir.
Her felaket ve afette öfke ve yas içinde aynı sonuçları yaşamamızı sağlayan bir çete iktidarının insafına kalmış olmak kahredici olsa da umudu ve dayanışmayı yaşatan bir ortaklık örgütlemiş olmanın onurunu da unutmamak lazım. Normal şartlarda da ülke yönetme kapasitesini kaybetmiş bir tek adam diktasının beceriksiz ve vurdumduymaz pratikleri ülkemizin en feci sürecini yaşadığımız şu günlerde de iş bilmezliğinin bedelini bütün topluma ödetmeye çalışıyor. Sürekli kurumları ve devlet yönetme becerisi ile övünen Erdoğan’ın 7 büyükşehirde gerçekleşen deprem sonrası valilik başta olmak üzere kaymakamlıkları ve diğer afet kuruluşlarıyla halkı mobilize edemiyor olması 21. yüzyılın imkanları düşünüldüğünde ne tür izaha denk düşer bilinmiyor.
Yıllardır deprem olan bölgeler için yapılan uyarılar olmasına karşın ve önlem alınması halinde olası hasarın az olacağı bilinmesine rağmen hiçbir bilimsel tedbirin alınmamış olması siyaset bilmezliğin dışında ölüme apaçık davet değil de nedir? Devlet bildiğimiz tanımı dışında özellikle AKP iktidarında servet yığmanın aracı ve zenginliğin biricik kaynağı haline dönüştüğü için pandemide dahil olmak üzere artık aleni bir şekilde soygunun ve talanın dışında bir fonksiyonun kalmadığını bu depremle daha da ikna edici bir şekilde göstermiş bulunmaktadır.
Çağımızın devletleri sadık oldukları neoliberal iktisadi normların bekçiliğini yaptığından beri yurttaş devlet için yurttaş değil, izaha sokulması gereken, itiraz ettiğinde yıldırılması olmuyorsa hapse tıkılması gereken, hiçbir kamu hizmetine reva görülmeyen ama sopası da kafasından eksik edilmemesi gerekilen bir şeye dönüşmüştür. Kamu değil; daha çok sermaye, daha çok rant ve yoksullar aleyhine daha fazla zenginlik AKP ve Erdoğan’ın en öncelikli kaygısı haline gelmiştir. AKP ve liderinin böylesi bir felaket yaşanırken kurumlarını seferber etmek yerine paçayı nasıl kurtarırım derdine düşmesinin arka planı nettir. AKP ve lideri için mühim olan detaylar, halk uğruna yapılacaklar olmaktan çok kendi bekasını kurtaracak planları sorunsuzca işletmekten öte bir hakikate karşılık gelmemektedir çünkü. Çünkü AKP utanma duygusunu kaybetmiş, vicdanını paraya tahvil etmiş, sermayenin önceliğini insan yaşamı dahil doğadaki tüm canlıların yok olmasına bağlamış bir kötülük organizasyonudur. Bu kötülüğün karşında bize kalan ise haysiyetimizle kurduğumuz ortaklık duygularımızı devlete rağmen yaşatıyor olmanın büyüklüğünü inşa ediyor olmamızdır.