Günlerdir hiç kimsenin gözüne uyku girmiyor. On binler enkaz altındayken, insanlar ölüme terk edilmişken, depremden kurtulan milyonlar soğuk ve kış koşullarında sokaklarda yardım beklerken insan nasıl uyuyabilir, gözüne nasıl uyku girebilir?
Hatay’dan Diyarbakır’a kadar bütün bir bölge neredeyse yerle bir oldu. Depremin şiddeti ve yaşanan felaket elbette çok büyük. Kimse bunu inkar etmiyor ama yıkımın ve bu can pazarının nedenini buna bağlamak gerçeği ters yüz etmektir. Bu tür felaketler dünyanın her yerinde yaşanıyor, bunun önüne geçmek mümkün değil ama bilim ve tekniğin ulaştığı seviyeyle depremin yıkımını minimize etmek pekâlâ mümkün. Bunu gerçekleştiren ülkeler var. Daha yüksek şiddette depremler yaşadığı halde bizim bugün yaşadığımız yıkım ve felaketin yüzde 10’unu yaşamıyor kimi ülkeler. Bütün “başarısını” inşaat ve yol yapımı üzerinden tarif edenlerin, her yeri betonlaştırmak dışında bir meziyeti olmayanların yarattığı felaketi yaşıyoruz hep birlikte. Bu zihniyetin bir yandan insanları barınma koşullarına bile muhtaç hale getirdiğini, öte yandan ömür boyu çalışıp dört duvara sahip olanlara da o dört duvarı da mezar haline getirdiğini bir daha asla hafızalardan silinmeyecek şekilde not etti bu toplum.
Deprem bölgesinde yardım bekleyenlere doğrudan el uzatamayan herkes gibi vicdanımız günlerdir bizi yiyip bitiriyor. Bulunduğu yerden elinden geldiğince mağdurların acılarını paylaşmaya ve yaralarını sarmaya çalışıyor duyarlı insanlar ama nafile. Çünkü gözümüzü alamadığımız ekranlardan, sosyal medyadan feryatlar yükseliyor. İnsanlar yakınlarına, kayıplarına ve hatta hayatını kaybedenlerin cansız bedenlerine ulaşmaya çalışıyor. İnsanın sesinin ve feryadının duyulmaması yaşanan yıkımdan daha büyük bir acı. Yalnızlık ve ölüme terk edilmiş hissi çok ağır. Bu insanların çoğu vergi ödediği, askerlik yaptığı, yücelttiği, kutsadığı devletin bu tür felaket anlarında kendisine yardım eli uzatmasını bekliyor. Her Ortadoğu toplumu gibi Türkiye toplumu da devlete güç atfediyor, devletin her şeye muktedir olduğunu ve kendisini koruyacağını düşünüyor. Zaten devletin, iktidarların görevi de bu. Bunun için vergi topluyorlar. Devletin varlık gerekçesi vatandaşa hizmet etmek, onun hayatını kolaylaştırmak. Ama gerçeğin böyle olmadığını çok büyük bir acıyla tecrübe ediyor herkes her fırsatta. O yüzden feryatlarla birlikte “Nerede bu devlet?” sorusuna öfke ve tepki eşlik ediyor yıkıntılar arasından. İnsanlar günlerdir devleti, kurumları en ihtiyaç duydukları anda yanlarında göremiyor. Bırakın yanında görmeyi; kendisini kurtarmaya gelenleri, yardıma gelen gönüllüleri, gelen yardımları engellediğine, iş makinelerinin yıkılan alanlara girmesine engel olduğuna şahitlik ediyor. Enkazla birlikte hantal devlet de insanların üzerine çöktü. O çöken yıkıntıların üzerinde ise adına iktidar, siyaset dediğimiz çıkar çevreleri tepiniyor. O yüzden kaldıramıyoruz bu ağır yükü ve o yüzden büyük bir toplum bu enkazın altında eziliyor, vicdanlar azap çekiyor.
İlk iki günlük görünmezliğinin ardından devlet bütün “ihtişamıyla” 3’üncü gün görünmeye başladı. Görüntülere, feryatlara, bölgedeki milyonlarca insanın tanıklığının ve söylediklerinin aksine “Biz her yerdeyiz, her şeye hakimiz, hiçbir eksiğimiz yok” iddiasında bulundu yüce devletliler. “Bizim söylediğimiz ve yaptığımız açıklamaların dışında kimseye itibar etmeyin” demeyi de ihmal etmediler. Enkazın altında can çekişen “köylüler” o enkaz başında yakınlarını kurtarmak için çaresizce çırpınan “cahiller”, haşmetlilerden daha mı iyi bilecekti neyin doğru neyin yanlış olduğunu, yardım edilip edilmediğini! Milyonlarca insanın yaşadığını, gördüğünü, tanık olduğunu inkar etmeli, devletlilerin resmi sözlerini tekrarlamalıydı. Bu bir rica değil, fermandı. Yapmayanlar ise “depremden kurtulduğuna” pişman hale gelecekti. Çünkü devletliler insanları kurtarmayla değil, kendisini dinlemeyen ayaktakımının amel defterlerini günü geldiğinde açmak üzere tutmayla uğraşıyordu. İşte devlet böyle arzıendam etti yardım bekleyenlerin karşısında. Önce had bildirdi, parmak salladı, vatandaşların neyi söyleyip neyi söylemeyeceğini deklare etti. Bütün bunlara rağmen aksini iddia edenler, farklı bir söylemde bulunanlar olursa acısına, yasına, gözyaşına bakılmaksızın gereği yapılacaktı! Öyle de yapıldı. Önce eleştiri yapanlar gözaltına alındı gözdağı vermek amacıyla. Ama feryat, figan, acı ve tepki devam edince devletliler, insanların kayıplarını, yakınlarını aradığı; yardımların organize edildiği yani can kurtarmaya, yardıma en fazla imkan sağlayan sosyal medyayı yavaşlattı. Bunun ölümlere davetiye çıkardığını bile bile. Devlet bir yerde daha göründü, kuşkusuz o da cezaevlerindeki “isyanlara yönelik” kanlı baskınlardı. Kimi cezaevlerinden gelen görüntüler çok vahim.
Dolayısıyla “Nerede bu devlet?” sorusunu soranların iyi niyetine ve affına sığınarak söylemeliyim ki devlet işinin başında. İşi de maalesef ve ne yazık ki tam olarak bugün yaptıkları. “Allah devlete ve hükümete zeval vermesin.” Vermesin tabii de bu topraklarda tarif edilen devlet tam olarak bu.